Şehre göbekten bağlı olan fıtrat ve kültür mefhumları ideolojik bir tahakkümlere maruz kalarak kimilerince karşıt ilişkiler paranoyası ile ele alınmış, kimilerince de mutlak otoritenin vazgeçilmez disiplinleri olarak görülmüştür. Hâlbuki aynı yolun yolcuları, aynı davanın yoldaşları, aynı meselenin anlam kategorileri; insan-ı kâmilin sırdaşlarıdır.
Fıtrat ve kültür ile ilgili yapılan çözümlemeler yahut yorumlar disiplinler arası bir metot ya da bağlam ile değil de bir takım klişeler, ispat çabaları veya savunma mekanizmaları üzerine inşa edildiğinde çoğunlukla sığ bir alana hapsolur. Bundan dolayı fıtrat denilince zihinlerde oluşan yaratılış türevleri ve kültür denilince ortaya konan ?genel kültür? modelleri anlam kayması ve daralmasına sebep olduğundan hayli yorucudur. Meseleyi biraz rahatlatıp kendimize yol açalım. Kendimize, şehrimize gelmeye vesile kılalım. İnsana dokunalım?
İnsanlık tarihi, medeniyetler seyri, siyaset felsefesi vesaire hep insan kokuludur. Çift yönlü olarak izzete de, zillete de muktedirlerdir. Ama hep bir başlangıç ararız ya, işte fıtrat bu başlangıç için bize hem bir temel atar hem de ilkel ya da ham bir perspektif aralar. Ragıp el-İsfahani fıtrat için ?Müfredat?ında, ?Allah´ın bir şeyi yaratması ve onu herhangi bir fiili yapmaya aday bir halde düzenlemesidir? der. Ne kadar fasih, ne kadar sade bir tanım. Hayat ile ne kadar bağdaşık, ne kadar barışık.
Ancak insan bazen anlamsızlığı da tercih eder. Örneğin ?fıtrat eğitimi? gibi tanımlamalarla öze vurgu yapılmaya çalışılsa da mantık hatası ile doğru yaklaşım bir çırpıda ilga edilir. Çünkü ister etimolojik olsun ister epistemolojik fıtrattan hâsıl olan anlam, insana dair olana ilişkin bütünsel bir içkinliktir. Bundan dolayıdır ki insanın mündemiç durumunun salt olumlama üzerinden dile getirilmesi ciddi bir sapmadır. Yine bu durum insanı bireyselliğine hapsederek kültüre yahut irfana ilişkin başkası algısını yıkarak ittisali bozar.
Takiyyettin Mengüşoğlu´nun İnsan Felsefesi adlı eseri insanın içkinliğini, diğeri/başkası boyutu ile ele alarak fıtrat ile ilgili insanı tek kutupluluktan kurtaran ve ?kemal? nazariyesinde değerlendiren örneklerle doludur. Tavır takınan bir varlık olarak insan, devlet kuran bir varlık olarak insan, gönüllü bir varlık olarak insan, değerleri duyan bir varlık olarak insan, özgür bir varlık olarak insan, ideleştiren bir varlık olarak insan, seven bir varlık olarak insan, inanan bir varlık olarak insan?
Diğer yandan kültüre dair konumlanmaların nostaljik bir düzeyden ileri gidemediği de aşikârdır. Bu anlayıştan sadır olan ve saplanılan bir bina ve birkaç geleneksel etkinlik kültürlü olunduğunun yüksek nişanesidir(!) Ancak kültür, tarihsel bir özlem ya da geçmişe dair bir yaşatma biçimi değildir. Kültür bir birikimdir. İnsanın başkasını algılama biçeminin, hafızasının, kurumsalının ve letafetinin birikimidir. Yığmak ya da toplamak değil, üst üste koymak ya da inşa etmektir.
Bundan dolayı kültür denilince hamdan, ergenlikten çıkıp kemalden bakmak anlaşılmalıdır. Nereden gelinip nereye gidildiği görülmelidir. Değişim ve gelişim hissedilmelidir. Doymak değil, lezzet almak; ses çıkarmak değil, beste yapmak; üremek değil, nesil yetiştirmek esas alınmalıdır. Kültür, kemali taçlandırmak. Velhasıl şehre gelip irfana bezenmektir.
Peki, neden dönüp dolaşıp şehre geliriz? Çünkü şehir; aşkınlığın, yüksek itidalin, harmoninin, görgünün, farklılıktaki zenginliğin dahası kendi olabilmenin ve özgürlüğün en rütbeli yeridir. İnsanın kendisine üflenen ruhla en yüksek bilinci dillendirmesidir. Yani insanın insanıdır.
İmdi fıtrattan da, kültürden de konuşsak; şehrin tantanasından da, ihtişamından da dem vursak aslında hep insandan bahsederiz. Bazen cenin halinden, bazen gençliğinden, bazen yetişkinliğinden, bazen de ihtiyarlığından ama hep bir süreçten, hep bir değişmeden, hep bir kemalden ve hep bir cemalden bahsederiz.
İnsanın bu kemal menzilinde fıtratının cemali ahlak, kültürünün cemali ise edeptir. Kendimizi bilmek hakkımız? Bu minvalde şehrimize ait meselelere ya da insan-ı kâmil olma yolundaki uğraşlarımıza fıtrat ve kültür üzerinden bir göz atarak insanlığımızın hangi evresindeyiz bilmek icap eder. Niyazi Mısri´nin de serimlediği gibi:
?Savm u salât u hac ile sanma biter zahid işin,
İnsan-ı kâmil olmaya lazım olan irfan imiş.
Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin,
Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvan imiş.?