‘Fitne’

İlahiyatçı yazar Mustafa Çağrıcı yazdı;

‘Fitne’

Aslında fitne kelimesi –aşağıda görüleceği üzere- Kur’an-ı Kerîm’de insan ilişkileri bağlamında kullanıldığında inkârcılardan gelen ve Müslümanları dinlerinden koparmayı amaçlayan yıkıcı faaliyetleri ifade eder. Fakat Hz. Peygamber’den sonra bu kavram daha çok siyasal mahiyetteki iç karışıklıklar için kullanılmıştır; bu kullanım halen de devam etmektedir.

“Fitne”, değerli madenlerin saflığını anlamak için onları ateşte eritmek” manasındaki fetn (fütûn) kökünden gelmektedir. Klasik sözlüklerde “fitne”nin başlıca anlamları “Sınama, maddî ve manevî sıkıntı, üzüntü, belâ ve felâketle imtihan etme/edilme” şeklinde sıralanır.

Kur’an’da fitne ve türevleri 60 ayette geçer. Kur’an kavramlarının anlamlarını tespit etmede en kıymetli kaynaklardan olan Taberî’nin (ö. m. 923) Câmi‘u’l-beyân adlı tefsirinde “fitne”nin “Sınama (ibtilâ), deneme (ihtibâr) ve sınav (imtihan)” anlamına geldiği ısrarla tekrarlanır. “Şirk, inkâr, eziyet, inanç baskısı, ateşe atarak işkence etme, hile ve tuzak, düşman saldırısı, Allah’ın kuluna geniş imkânlar vererek hayırsever olup olmadığını ortaya çıkarması” gibi anlamlarda kullanıldığı ayetlerde de aslında “sınama, deneme, sınav” şeklindeki esas manalar vardır. Bunu Taberî de ifade eder.

Kur’an’da belirtilen “deneme, sınama ve sınavlar”, yokluk, hastalık, musibet, düşman saldırısı vb. sıkıntılarla olabildiği gibi; daima risk taşıyan mal mülk, evlât, sağlık vs. nimetlerle de olmaktadır. Bu husus özellikle, “Bir fitne olmak üzere sizi kötü durum (şer) ile de iyi durum (hayır) ile de deneyip sınarız” mealindeki ayette (Enbiyâ 21/35) açıkça belirtilmiştir. “İnsana bir iyilik denk gelirse pek memnun olur; ama bir fitneye maruz kalınca da (hakikatten) yüz çevirir” (Hac 22/11) mealindeki ayette ise fitne “hayır” kavramının zıddı olarak kullanılmıştır.

Putperestlerin Müslümanları dinlerinden çevirme amaçlı faaliyetleri de bazı ayetlerde fitne kavramıyla ifade edilmiştir. Kur’an’ın verdiği bilgilere göre bilhassa Mekke döneminde ağır inanç baskıları şeklinde uygulanan bu fitne faaliyetleri hicretten sonra daha çok Medine dışındaki Müslüman kabilelere yönelik olarak sürdürülmüştür. Ama böylesi fitneler hep kötü sonuçlar doğurmayabilir; tersine, -ilk Müslümanlarda görüldüğü gibi- bu baskılar bireysel ve toplumsal vicdanlarda saygın bir direniş de oluşturmaktadır. İbn Manzûr, S. Şerif Cürcânî ve Tehânevî gibi terminoloji sözlüğü yazarlarının da fitne tanımlarında bu hususu dikkate aldıkları görülür.

***

Fitnenin Kur’an’daki kullanımlarında “sosyal kargaşa, anarşi, iç savaş” gibi bir anlam bulunmadığı halde bazı hadislerde İslâm’ın ilk asırlarından itibaren vuku bulan dinî ve siyasî çalkantıları, toplumsal karışıklıkları haber veren ifadelerde kelime bu anlamıyla geçmektedir. Bu anlam kayması ve ilgili rivayetler, Hz. Peygamber’den sonra baş gösteren dinî görünümlü siyasal kargaşa ve çatışmalar karşısında ilk ulema ve Müslüman toplumun yaşadığı hayal kırıklığının tezahürleri olarak değerlendirilebilir. Böyle bir rivayette Hz. Peygamber’in, “Birtakım fitnelerin yağmur selleri gibi evlerinizin arasında aktığını görüyorum” dediği bildirilir (Buhârî, “Fiten”, 4). Hadis âlimleri bu sözde, üçüncü halife Osman’ın şehit edilmesiyle başlayıp sonraları devam eden kargaşa ve iç savaşlara işaret edildiğini belirtirler. Bu nedenle İslâm âlimleri bu olayı “büyük fitne” diye adlandırırlar.

Ulemanın sahih saydığı başka bir hadiste, “Zaman yaklaşacak, ameller azalacak, açgözlülük yayılacak, fitneler açığa çıkacak ve cinayet olayları artacak” denilmektedir (Buhârî, “Fiten”, 5). Bu hadisteki “zaman” öteden beri “kıyamet vakti” olarak anlaşılmış; ilk asırdan itibaren yaşanan iç karışıklıklar “zaman”ın yaklaştığına yorulmuştur. Buhârî, ileride ahlâkî ve toplumsal çöküşlerin yaşanacağını haber veren böylesi hadisleri “Fitnelerin Zuhuru” başlığı (bab) altında toplamıştır.

“Yakında fitneler meydana gelecektir. O zaman oturan ayakta durandan, ayaktaki yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır” mealindeki cümlelerle başlayan ve birçok kayakta geçen hadisten, kişinin böyle olaylara ne ölçüde bulaşırsa o nispette günahkâr olacağı anlaşılmaktadır. Önemle belirtelim ki bu hadis, ilk âlimlerin ve daha sonra Ehl-i sünnetin, siyasî ve dinî mahiyetteki çalkantılar karşısında pasif bir tutum takınmalarının belirleyici nedenlerinden biri olmuştur.