Mahmud Osman
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın açıkladığı Fırat´ın doğusuna yönelik askeri harekatla, terör örgütü YPG/PKK unsurlarının Suriye´nin doğusunda ve kuzey doğusunda ABD desteğiyle kontrol altına aldığı bölgelerde bağımsız bir oluşum kurma çabalarına son verilmesi amaçlanıyor. Bu adım birçokları için şaşırtıcı olsa da Türkiye´nin güvenliği için hayati bir önem taşıyor.
Son olarak ABD´nin Suriye´deki askeri varlığını sonlandırma kararı almasının ardından, Türkiye´nin Münbiç´e yapacağı askeri operasyona ilişkin beklentiler iyice arttı. ABD´nin çekilme kararı, Barack Obama´nın Cumhurbaşkanı Erdoğan´a 2016´da verdiği sözün geç de olsa bir şekilde yerine getirilmesi anlamına geliyor. Washington´ın terör örgütü YPG/PKK unsurlarına verdiği silah desteğine ve eğitime bakıldığında, yapılanların DEAŞ terör örgütüne karşı savaş için gereken miktarı çoktan aştığı görülüyor. ABD, YPG/PKK unsurlarına hafif, orta ve ağır silahlar ile bir orduyu tamamen donatmaya yetecek düzeyde mühimmat desteğinde bulunmuştu.
Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk devletinin elinde bulunan somut delillere dair yaptığı açıklamada, uluslararası koalisyonun DEAŞ´a karşı savaşıp yok etmesi gerekirken, DEAŞ´ın bazı liderlerini koruduğuna dikkatleri çekmişti. Bu durum, bir anlamda ABD´nin, DEAŞ tamamen yok oluncaya dek terörle mücadele amacıyla Suriye topraklarında bulunduğu sözlerini de boşa çıkarmıştı.
ABD´nin bir başka gerekçesi ise İran´ı Suriye´den çıkarmaktı. Ancak İsrail´in zaman zaman bazı kritik İran mevzilerini vurması dışında, şimdiye kadar İran´ı çıkarmaya yönelik ciddi bir çaba görülmedi. İranlı milisler Dera´dan Süveyda´ya, Halep´ten Hama´ya ve İdlib kırsalına kadar Suriye´nin her tarafına yayılmış durumda. İran´ın yayılma alanı genişlemesine rağmen, ABD´nin -İranlı milislerin Rus paralı milisleriyle iş birliği içinde gerçekleştirdiği T4 askeri üssü saldırısına karşı koymak dışında- hedef almak bir yana, İranlı milislerinin hareketlerini dahi önlediği görülmedi.
Washington ve Brüksel, Suriye Demokratik Güçleri´nin (SDG), ABD´nin terör örgütleri listesinde bulunan PKK´nın militanlarından oluştuğunu biliyor. Amerikalı subaylar ayrılmadan önce, bu güçlerin sözcüsü olan Talal Silo´ya bunu söylemişti. Bu inkar edilemez gerçeğe rağmen Washington, Haseke´de ve Irak´ın kuzeyinde özel birlikler olarak bu militanları silahlandırmaya ve eğitmeye devam etmişti. Washington, ele geçirdikleri bölgelerde halkı zorla göç ettirme suçları işleyen, demografik yapıyı değiştiren bu militanlara destek vermeyi sürdürdü. Zorla göç ettirilen, evleri yıkılan milyonlarca Arap ve Türkmen için, ABD´nin Suriye´den çekilmesi hiç şüphesiz bir takım önemli sonuçlar doğuracaktır. ABD desteğinden yoksun kalan YPG/PKK terör unsurları, başta Münbiç olmak üzere birçok bölgeyi terk etmek durumunda kalabilir.
Fırat´ın doğusunun stratejik önemi
Fırat´ın doğusu doğal gaz ve petrol rezervlerinin yanı sıra, tarım ve su kaynaklarını barındırması bakımından "verimli Suriye" olarak bilinir. Bu durum ABD´nin buraya el atmasına neden oldu. Ayrıca bu bölge, ABD´nin Türkiye, Irak, İran ve Körfez´e yakın bir şekilde Ortadoğu´nun ortasında konuşlanmasına ve İsrail´e ilave himaye sunmasına imkan veren stratejik bir konumda.
Washington tarafından sözde teröre karşı savaşta stratejik ortak olarak seçilmesinin ardından, SDG ABD´nin bölgedeki kara gücü oldu. Bu da SDG´nin özerk bölge/devletçik kurma hayalinin peşinden gitmesinin yolunu açtı. SDG bu hayaline kavuşmak için Arap, Türkmen, Süryani ve diğer etnik gruplar ile ayrılıkçı/Öcalancı ideolojiyi reddeden Kürtler üzerinde baskı kumak ve demografik yapıyı değiştirmeye çalışmak gibi bir dizi etnik temizlik hareketlerine yöneldi.
Daha önce verilen sözler tutulmadı
ABD´nin bilinen oyalama taktikleri, sözleri yerine getirmeme ve anlaşmaları uygulamama tutumu, Ankara´da rahatsızlık oluşturuyordu. Eski ABD Başkan Yardımcısı, Suriye´de güvenli bölge oluşturulması hususunda Türkiye ile beraber çalışmayı vadetti ve bu konuda anlaşmaya imza attı. Bizzat kendisi ve onunla beraber dönemin Savunma Bakanı, SDG´nin Fırat nehrinin batısına geçmeyeceğini taahhüt etti. Ancak Türkiye´nin uyarılarına rağmen, SDG Fırat´ın batısına geçti ve Münbiç ile Tel Rıf´at´ı işgal etti. Sonra ABD, ABD-Türkiye ortak güçlerinin gözetiminde bu militanları bir takvime göre Münbiç´ten çıkaracağını vadetti. Ancak bunların çıkartılması ve anlaşmanın uygulanması yerine, bu güçler tüneller kazmaya başladı.
ABD´nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara´daki son görüşmelerde Türkiye´nin sınır gözlem noktalarını boşaltma yönündeki talebini reddetti. Ama bardağı taşıran son damla, James Jeffrey´in ABD´nin askeri varlığının devam edeceği ve Washington´ın Fırat´ın doğusunda daha önce Irak´ın kuzeyinde yaptığı uygulamaları tatbik edebileceği yönündeki açıklamaları oldu. Jeffrey bu açıklamalarıyla askeri ve güvenlik tedbirlerini, uçuşa yasak bölge ilan edilmesini, gerektiğinde müttefiklerini savunmak için doğrudan askeri müdahale yapılmasını kastetti.
Trump´tan yeşil ışık
Erdoğan ile telefon görüşmesinde Trump, Türkiye´nin stratejik güvenliğini koruma çabalarını anladığını gösterdi. ABD´nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, NATO önündeki konuşmasında, SDG´nin ABD ve uluslararası koalisyonun terör örgütü DEAŞ´la mücadelede ortağı olduğunu belirtti. Yani iki taraf arasındaki ortaklık bununla sınırlıydı ve ABD güçleri Fırat´ın doğusunda Türk güçleri tarafından gerçekleştirilecek bir operasyona müdahalede bulunmayacaktı.
Moskova Türkiye´nin operasyonunu memnuniyetle karşılayacak
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, ABD´nin Suriye´deki nüfuzunu zayıflatmak ve Türkiye ile ABD arasındaki anlaşmazlıkların şiddetini artırmak için Ankara´nın Münbiç ve Fırat´ın doğusunda operasyon yapmasını destekleme konusunda hiç tereddüt etmeyecektir. Bu durum, Rusya´nın Suriye ve Ortadoğu stratejisinin yararınadır ve Türkiye´nin Moskova´ya daha fazla yakınlaşması için de bir fırsat oluşturacaktır.
Fırat´ın doğusuna yönelik operasyon Türkiye için stratejik bir zorunluluk
Türkiye´nin Fırat´ın doğusuna yönelik askeri operasyonunun stratejik boyutunu ele almadan önce şu soruyu sormak gerekir: "Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları olmasaydı, (parçalanmamış) birleşik bir Suriye´den bahsetmek mümkün müydü?"
Farz edelim ki Türk ordusu sınırın öteki tarafında yapılanlara seyirci kalmış, bir anda milliyetçilik hisleri kabaran çevrelerin istediği gibi, hiç bir şey yapmadan PKK militanlarının kuzey Suriye´nin demografisini değiştirmesine engel olmamış ve Fırat Kalkanı ile Zeytin Dalı harekatlarını gerçekleştirmemiş olsun. Şu an Suriye´de durum ne olurdu?
En muhtemel, belki de tek senaryo şu olurdu: ABD ve onun müttefikleri PKK/PYD militanlarının varlığının ve operasyonlarının meşruiyet kazanması için, El-Bab kenti ve çevresi terör örgütü DEAŞ´ın elinde olacaktı, buna karşılık olarak da Suriye´nin kuzeyinin tamamı Akdeniz´e kadar Suriye Demokratik Güçleri´nin kontrolüne geçecekti. Böylece terör elebaşı Abdullah Öcalan´ın devletçiği Suriye´de emrivaki olarak kurulmuş olacaktı.
Bugün Fırat´ın doğu bölgesinde aynı senaryo tekrarlanıyor. Sincar dağı ikinci bir Kandil dağına dönüştü; ayrılıkçı militanlar için korunaklı bir sığınak teşkil etmeye başladı. PKK/PYD´li teröristler bugün "ikinci İsrail" anlamına gelen "Öcalan devletçiği"ni kurma aşamasına geldiler. Ya bu haksız duruma son verilecek ya da sadece Suriye´nin birliğini değil, istisnasız bölgedeki ülkelerin tamamını tehdit eden bir durum oluşacaktır.
İlginç olan ve hayrete düşüren şey ise bazı Arap ülkelerinin yıkıcı ve tehlikeli olan bu ayrılıkçı projeyi desteklediğini gizlememesidir. Bu devletler için -kardeş bir ülkenin parçalamasına katkı sağlasa dahi- Erdoğan´ın karşısında olmak yeterli bir gerekçedir.
Fırat´ın doğusundaki askeri operasyonun Türkiye için stratejik bir zorunluluk olduğu doğrudur. Ancak bu aynı zamanda ileride Suriye´nin birliği için de bir emniyet supabıdır.
Mütercimler: Zeynep Hilal Karyağdı, Ali Semerci
[Mahmud Osman Suriyeli siyasi analist ve yazardır]