Fındık içinin kilosu yaklaşık 250 lira. Dünyadaki üretiminin yaklaşık %70'i Türkiye’de yapılmasına rağmen halkın büyük çoğunluğu için fındık bir lüks.
Kuru soğanın, beyaz peynirin, yumurtanın ve hatta ekmeğin bile lükse dönüştüğü Türkiye’de Fındık hakkında konuşmak bile lüks. Ancak geçen hafta Ceviz Kabuğu ile açtığım bahsi buradan sürdürmek istiyorum.
Fındık büyülü bir yemiş. Fındık ağacının çiçeğini bir kez gören artık başka türlü bakar dünyaya. Kışın ilk çiçekleridir, baharın müjdesidir.
Kışın süsü olan o çiçekler zamanla değişir. Yemyeşil dallardan yeni bir mevsim yükselir. Hasat zamanı gelince fındık bahçesinin kokusunu bilen bilir.
Büyük emek ister fındık. Yeşil ve yumuşak kabuğunun içinden sert ve desenli bir başka kabuk karşılar insanı. Öyle soyulan kabuklardan değildir, kırılır o.
İnsan da öyledir. Bir katını kolayca açarsın da o sert kabuğun ötesine geçmek büyük meseledir. Açıldıkça derinleşir.
O sert kabuğu kırmak da yetmez. İçinden çıkan küçücük tanenin etrafında bir kabuk daha vardır. Kavrulursa ondan da kurtulur.
İnsan da öyledir. En sert kabuğunu bile bir şekilde açarsın ama kavrulmadan içini göremezsin. Kavrulunca bambaşka bir kokusu çıkar ortaya, her şeyini açar artık insana.
Bir çiçekle başlar. Filizlenir, koparılır, soyulur, kırılır, açılır, kavrulur ve sonunda küçücük kalır. O en küçük hali en değerli halidir onun. Bir de kabuğu kalır geriye. Fındık öyle kıymetlidir ki onun küçüklüğünden bahsetmez kimse. Ama o kabuk küçücük bir yük gibi gelir herkese. Artık küçüğün ölçüsüdür fındık kabuğu.
Bunca değişim olmasa fındığın büyüsü kalır mıydı peki? Kabuklarından sıyrılmasa, kavrulup savrulmasa anlar mıydık onun kıymetini? Değişmek ne kadar da bereketli bir şey, değil mi?
İnsan da değişir. Değişmelidir. Her zaman değişime direnen ve değişmemeyi ilkeli davranmak sananlar olur. Yobaz deriz biz onlara.
İnsan hiç değişmiyorsa orada bir problem vardır. Çünkü hayat daima akar ve mevsim sürekli değişir.
Her mevsim aynı kıyafeti giyinmekle her yağmura şemsiye açmak arasında bir denge bulmak gerekir. Değişimden korkmamak ve değişimi kullanmamak için en başta samimiyet beklenir.
Türkiye 2013 yılından beri başka bir dönüşüm trendine girdi. Özellikle 2015 yılında çözüm sürecinin bitmesi, 2016 yılındaki darbe girişimi ve 2017 yılındaki sistem değişikliğinden sonra bu dönüşümün hızı baş döndürücü bir seviyeye ulaştı.
Bu dönüşümden önce, Türkiye’deki yerleşik düşünme biçimleriyle, sloganik ezberlerle ve rejimle arası iyi olmayanlar için AK Parti cazip bir merkezdi. Eşit ve özgür vatandaşlığın önünde büyük engellerin olduğu, bütün azınlıklara ve dini gruplara yönelik baskıların arttığı, ordunun siyasetin en belirleyici aktörlerinden biri olduğu dönemde toplumun önemli bir kısmı tarafından sivil bir adres olarak görüldü.
Sonra o şarkı bitti, kaseti ters çevirip tekrar taktılar teybe. O eski cızırtı kulaklarımıza geldi yine.
Başta Kürt meselesi, medya, sivil toplum gibi başlıklar olmak üzere birçok konuda korkunç bir gerileme yaşandı. FETÖ tecrübesi sonrasında sivil toplum kuruluşlarına şüpheyle bakıldı ve çoğu iktidarın bir şubesi haline getirildi. Medya tekelleşti ve güvenirliğini kaybetti. Devlet kurumları öyle yozlaştı ki, hepimizin vergisi ile yayın yapan TRT’nin partizan tavrı artık hiç kimseye tuhaf gelmiyor.
Bugün bu ülkede cumhurbaşkanı adaylarının TRT’de eşit bir şekilde görülebilmesini beklemek, insanlar soğan alamazken fındık fiyatlarını konuşmak kadar tuhaf.
Bu hızlı ve talihsiz değişim elbette toplumun tümünü etkiledi. Muhalefeti de. Orduya yaslanan ve kendisini rejimin bekçisi olarak konumlandıran CHP’nin söylemi sivilleşti. Yıllarca kimlik odaklı siyaset yüzünden birbirine düşen ideolojilerin temsilcileri ortak bir zeminde buluştu ve yeni şeyler söyledi.
Son 10 yılda buzullar eridi, dünyanın ekseni değişti; depremler oldu, şehirlerin kimliği değişti; kararlar alındı, köylerin adı değişti; önünde sonunda siyaset de değişti.
Dünün bölünmelerinde kimlik ön plandaydı. Bugün ise, başkanlık sisteminin sonucunda ikiye bölünen denklemin iki tarafında da birbirinin türevi partiler var.
Bir tarafta DSP, bir tarafta CHP,
Bir tarafta MHP, bir tarafta İYİ Parti,
Bir tarafta Saadet, bir tarafta Yeniden Refah,
Bir tarafta AK Parti, bir tarafta Gelecek Partisi.
Bu denklemde kimlik kavgaları fındık kabuğunu bile doldurmuyor. Fındık fiyatları ise aciliyetini koruyor.
Fiyatları konuşmak bazılarına zor geliyor. Bunun için bütün gündemi fındık kabuğuna sıkıştırmaya çalışıyor. Bu yüzden kendi değişimlerini ahlaklı ve adil gösterirken ötekinin değişimini ikiyüzlülük olarak sunuyor.
Her şeyin bunca değiştiği bu dönemde neyin adil olduğunu nasıl ölçeceğiz peki? Bu değişimlere bakacaksak mutlaka dünün hataları için bir helallik istememiz gerekiyor.
Geçen hafta Ceviz Kabuğu başlıklı yazımda, Ak Parti İstanbul 1. Bölge milletvekili adayı Hulki Cevizoğlu’nun bazı toplum kesimlerinin ve özellikle başörtülü kadınların özgürlüklerine kasteden yazılarından alıntılar paylaştım. Umdum ki, Hulki Cevizoğlu geçmişte söyledikleri için özür dilesin, helallik istesin. Ne yazık ki bunu göremedim.
Hulki Cevizoğlu, bu seçime AK Parti listesinden girdiği için ona mutlaka hüsnü zanla yaklaşmamız ve söylediği onca saçma şeyi, hiçbir özrünü duymasak da unutmamız bekleniyor. Fakat iktidarın bir parçası olmayan kişilerin değişim iddialarına ise asla inanmamamız teklif ediliyor.
Neyse ki toprağa, suya, ağaca ve fındığa bakıyoruz. Değişimin her yerde olduğunu görebiliyoruz. Fındık kabuğunu doldurmayacak meseleler için kavga edip bir avuç fındığın lüks olduğu bir hayat yaşamak istemiyoruz.