Ömer Lekesiz yazdı;
ABD’nin Filistin üssündeki İsrailîleri 735 milyon dolarlık yeni parti silahla tahkim edeceğine dair haber, geçtiğimiz Mayıs ayında 59’u çocuk, 35’i kadın olmak üzere 200 Filistinlinin katledilmesi esnasında gelmişti.
ABD’den, İsrailîlerin yeni katliamına tepki göstermesin bekleyenlere de çok açık bir cevap niteliği taşıyan bu haber, ABD ile İsrailîler arasındaki ilişkinin temsil boyutunu, diğer bir ifadeyle ABD ile İsrailî tanımının Filistin esasında ayrı şeyler olmadığını ve her zaman birbirlerinin yerine ikame edilebildiklerini kuşku içermeyen bir kesinlikle gösteriyordu.
İlginç olan, söz konusu haberin, Netanyahu’nun, İngilizler zamanından bugüne işgal yoluyla Filistin’e yerleştirilmiş olan Yahudiler nezdindeki itibar kaybının giderilmesine ve dolayısıyla ABD’nin siyasi muarızlarına karşı Netanyahu’yu desteklediğine yorulmuş olmasıdır. Bu tarz yorumlar ABD’nin Filistin’deki varlığının nedenini ve bu varlığını İsrailîler üzerinden sürdürmesindeki tarihî ve siyasî nedenleri farklı okumaktan kaynaklanmaktadır.
Nitekim, Bennett-Lapid koalisyonu olarak adlandırılan, farklı görüşlere sahip 8 partinin ittifakıyla, Netanyahu, sahne terimiyle başbakanlıktan, fiili fonksiyonu itibariyle de üs komutanlığından iki gün önce ayrılmak zorunda kaldı.
Bu değişiklik, ayyuka çıkan rüşvet iddialarıyla birlikte Netanyahu’nun, tüm dünyanın müştereken ona verdiği cani, işgalci, hak-hukuk tanımayan, terörist... sıfatlarının unutturulması için ABD tarafından bir süre için geriye çekilmesinden başka başka bir mana içermiyor.
Bu değişikliğe dair, Naftali Bennett’in “Birçok Arap öldürdüm ve bunda bir problem görmüyorum.” sözünden de hareketle yapılan “Gitti cânî, geldi kâtil” şeklindeki yorumlar da zaten değişikliğin şekilden ibaret olduğunu, gerçekte ise değişen bir şeyin olmadığını teyit ediyor.
Dolayısıyla 735 milyar dolarlık yeni silah Netanyahu için verilmiş olmadığı gibi, yeni verilecek silahlar da Bennett-Lapid koalisyonuna verilmiş olunmayacak. Çünkü bu bahiste asıl olan, ABD’nin İngiltere’den devraldığı Filistin üssünün ve buranın yöneticilerin olan İsrailîlerin korunmasından ibarettir; dün böyleydi, yarın da yine böyle olacaktır.
Kaldı ki, sekiz partili yeni yönetimin, sandalye sayısının kritik eşikte bulunması ve partilerin birçok konuda birbirinden tamamen farklı görüşlere sahip olmaları nedeniyle uzun süreli olmayacağı da sıkça ifade ediliyor.
Bu durumda yukarıda zikrettiğimiz şekliyle Netanyahu’nun şahsî, siyasî ve idarî cürümlerini unutturma konusu, belli bir ondan gerçeklik taşıyormuş gibi görünüyor. Çünkü Netanyahu, bizim olumsuzladığımız işgalciliği, caniliği, yolsuzlukları oranında ABD tarafından makbul ve muteber sayıldığı gibi, çok iyi yetiştirilmiş bir ABD vatandaşı olarak da değerli(!) görünüyor:
1949’da Tel Aviv’de doğan Netanyahu, siyasi faaliyetlerine 1963 yılında babasının akademik-memuriyet görevi nedeniyle taşındıkları Amerika’da başlıyor.
On sekiz yaşında Filistin üssünde beş yıl asker olarak istihdam edilen, o süreçte yüzbaşılığa terfi ettirilen Netanyahu, bu rütbe ile komanda birliğinde görev yapıyor.
Beyrut Havaalanı baskınıyla Yom Kippur Savaşı’na aktif olarak katılan Netanyahu, kardeşinin Entebbe’ye (Uganda, 1976) kaçırılan bir uçaktaki Yahudi rehineleri kurtarmak için düzenlenen baskında öldürülmesi üzerine İsrailîler arasında, ABD ve Avrupa kamuoyunda ailecek fark edilir hale gelince, kendisi de yetiştirilme-yükseltilme merdivenlerini tırmanmaya başlıyor.
Bu bağlamdaki ilk önemli görevi, İsrailîlerin Washington Büyükelçiliğindeki misyonunda başkan yardımcılığı oluyor ve bundan iki yıl sonra BM nezdinde daimi temsilci olarak atanıyor.
Aslında tabiyeti itibariyle bu iç, ama sahne yeri itibariyle dış görevlerini takiben, 1988 yılında İzak Şamir yönetiminde dışişleri bakan yardımcısı olarak yer alıyor.
Likud Partisi mensubu olarak, 1992 yılında girdiği seçimlerde yenilgiye uğruyorsa da, kadrosu 1993 yılında başkanlığa yükseltilince, siyasetteki ve yeni yönetimdeki gücü de pekişiyor.
Likud liderliğini bir süreliğine Ariel Şaron’a kaptıran Netanyahu, 2005 yılında Kadima’yı kurmak için Likud’dan ayrılmasına rağmen, parti liderliğini yeniden elde ediyor.
Bunlara göre 1996, 2009, 2013 ve 2015 yıllarında başbakan olarak görevlendirilen Netanyahu, Filistin üssünün yönetiminde kesintisiz olarak on iki yıl boyunca söz sahibi oluyor.
Dolayısıyla, ABD’nin özene-bezene yetiştirdiği bir eleman olarak Netanyahu, şimdilik dinlenmeye alınmış gibi görünüyor.