Filistin Devrimi’nin dönüşümü: Köylü ayaklanmasından “Aslan İni Örgütü”ne

İslam Özkan, politikyol.com’da “Filistin Devrimi’nin dönüşümü: Köylü ayaklanmasından “Aslan İni Örgütü”ne” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Filistin Devrimi’nin dönüşümü: Köylü ayaklanmasından “Aslan İni Örgütü”ne

Örgüt, İslami semboller kullansa da İslami olmayan seküler Filistinli grupları da sahiplenen ve onlara da gerek açıklamalarında gerekse direniş yöntemlerinde yer veren bir yapıya sahip. Ağırlıklı olarak 20’li yaşlarındaki gençlerden oluşuyor.

Filistin direnişinin ilk ortaya çıktığı dönem 20. Yüzyılın başları zannedilir hâlbuki ilk Filistin ayaklanması, 19. yy.’da Osmanlı döneminde siyonist yerleşimcilere karşı bir çitfçi/köylü ayaklanması olarak başlamıştır. Örneğin, 1886’da, Araplar ve Yahudi yerleşimciler arasındaki sürtüşme, yerinden edilmiş köylülerin Hadera ve el-Melebs köylerinde ya da ilk Yahudi yerleşimi olarak bilinen Petah Tikva yerleşiminde topraklarına el koyan Yahudilere karşı koymasıyla silahlı bir çatışmaya dönüşmüştür.

Bu arada daha 1886 gibi erken dönemde Siyonist yerleşim birimlerinin inşa edilmiş olması, II. Abdülhamid’in Filistin topraklarından zerre taviz vermediği yönündeki anlatıların bir safsatadan ibaret olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Az önceki örnek, aynı zamanda Filistinlilerin topraklarını sattığına dair başka bir mitosun çarpıcı bir yapıbozumundan başka bir şey değildir. Zira toprakların çok küçük bir bölümü satın alınma yoluyla ele geçirilirken daha büyük bir bölümü ise silahlı gasp ve askeri işgaller yoluyla gerçekleşmiştir.

Ayrıca önemli sivil itaatsizlik biçimlerinden biri de Filistinli köylülerin çok büyük paralar teklif edilmesine rağmen topraklarını satmaya yanaşmamalarıdır. Bu da bir direniş biçimidir. Topraklarını satanlar elbette olmuştur. Siyonistler o kadar kurnazdı ki Filistinlilerin topraklarına bizzat kendileri değil, Lübnan ve Filistin’deki dini azınlıklar üzerinden teklif götürüyorlardı.

Bir Filistinli toprağını Lübnanlı-Suriyeli bir Hıristiyan’a sattığını zannederken aslında bir Yahudi’ye ya da siyoniste sattığının farkında olmuyordu. Nitekim o dönem, koyu Hıristiyan gruplar da Kudüs’te hac yapmak ve kutsal yerlere yakın olmak için Filistin’den toprak satın alıyordu.

Burada esas problem, büyük güçlerin oyuncağı haline gelmiş ve toprak alımlarını yasakladığı halde fiili olarak engelleyemeyen Osmanlı Devleti’nin yaşadığı acizlikti. Nitekim Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Şam Valiliği yapmış Hüseyin Kazım Kadri, hatıralarında Osmanlı memurlarının Filistin’de satın aldığı topraklara tapu almak isteyen Yahudilerden rüşvet aldığını ve bunun engellenemediğini anlatır.

Öte yandan Filistin direnişi, daha ilk yıllarda topraklarını korumak için yıllar boyu silah direnişten grev ve sivil itaatsizliğe varana kadar bütün araçlara başvurmuş ve çeşitli aşamalardan geçmiştir. Filistin direnişinin en önemli durakları, Suriye’nin Lazkiye kentinde İzzeddin el Kassam ayaklanması, 1948 İsrail işgal devletinin kurulması (Nekbe-Büyük Felaket), 1959’da el Fetih örgütünün 1964’de Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kurulmasının yanı sıra Mısır ve diğer Arap ordularının 1967’de aldığı yenilgidir.

Bu olayın büyük felaket (Nekbe) olarak adlandırılmasının nedeni, bu tarihe kadar uluslararası toplumun tanımadığı, Siyonist çetelerin gasp ettiği toprakların BM ve üye ülkeler tarafından tanınmasıdır. Bu, başka ülkelerin toprağının zorla ele geçirilmesini işgal olarak tanımlayan uluslararası hukukta bir parantez açılması ve aynı zamanda el koyma ve yağmanın kurumsallaşması/devletleşmesi anlamına geliyordu.

1948’de Arap-İsrail savaşında her ne kadar Filistinliler de mücadele vermiş olsa da ağırlıklı olarak Arap ülkelerinin İsrail’e karşı vermiş olduğu bir savaş olmuştur. 1967 yenilgisinden sonra Filistinliler şapkalarını önlerine koyup düşünmüş ve Filistin’in kurtuluşunun Arap ülkelerinin savaşımıyla değil, Filistinlilerin kendi verecekleri ulusal mücadeleyle gerçekleşeceğini düşünmeye başlamışlardır.

1978’te Filistin direnişine en büyük desteği veren Mısır’ın İsrail’le Camp David Barış Anlaşması’nı imzalaması Arapların artık Filistin halkını yavaş yavaş kendi kaderine terk etmeye başladığı anlamına geliyordu. Bu da Filistinliler tarafından 1967’de başlayan davanın ulusallaşması/Filistinlileştirilmesi sürecinin teyidi olarak algılanmıştır.

1967 yenilgisi, Filistinli direniş örgütlerinin işgal altındaki topraklarda ve ağırlıklı olarak Lübnan topraklarında İsrail’e karşı uçak kaçırma, karargâh ve havaalanı baskınları, kaçırma ve rehin alma gibi eylemlerine hız vermesine yol açmıştır. Sovyetler Birliği ve Çin’in desteklediği Filistinli gruplar, Münih Olimpiyatlarında, Tel Aviv Havaalanı baskını, OPEC eylemleriyle o dönemde fırtına gibi esmiştir. 70’li yıllar, Filistin’i enternasyonal dayanışmanın merkezi haline getirmiştir. Japon Kızılordu örgütünden Alman Baader-Meinhof’a varana kadar bütün sosyalist örgütlerin omuz verdiği Filistin direnişi, bir efsaneye dönüşmüştür.

Filistin direnişi, öyle görünüyor ki meseleye adil ve kalıcı bir çözüm getirilmediği sürece farklı ve yenilenen direniş biçimleriyle gündeme oturmayı bir şekilde sağlıyor ve bundan sonra sağlamaya da devam edecek.

1979 İran İslam Devrimi de Filistin’deki İslami direnişin fitilini ateşleyen bir başka dönüm noktasıdır. 1982 yılında, bir grup Filistinli entelektüel tarafından kurulan Filistin İslami Cihad hareketi, kurulur kurulmaz ilk eylemlerine başlamış ve İsrail’e art arda acıtıcı darbeler indirmiştir.

1982 yılı ise merkez karargâhını Tunus’a taşımak zorunda kalan Filistin direnişi açısından bir başka dönüm noktası olmuştur. Bu tarihten itibaren İsrail’e karşı izlenen mücadele yöntemleri sorgulanmış, direniş örgütleri içerisinde farklı bir aşamaya geçilmesi gerektiğine dair bir eğilim oluşmuştur. 1987’de patlak veren birinci İntifada, dünyanın en güçlü ülkeleri tarafından sınırsız bir şekilde desteklenen siyonist rejime karşı basit araçlarla direnilebileceğini göstermesi açısından dünya mücadele tarihine geçmiştir.

1987 aynı zamanda Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas’ın resmi olarak kurulduğu yıldır. Hamas mücadele arenasına çok hızlı girmiş, İsrail güçlerine yönelik art arda gerçekleştirdiği eylemlerle 90’lı yıllarda oldukça etkili olmuştur. Özellikle intihar eylemlerinin siyasi açıdan Filistin direnişinin imajına verdiği zarar nedeniyle bu yöntem terk edilmiş, yeni direniş yöntemleri keşfedilmeye çalışılmıştır.

90’lı yıllar İslamcı örgütlerin seküler Filistin direnişindeki kriz nedeniyle meydana gelen boşluğu doldurduğu ve mücadele arenasında yükselişe geçtiği yıllardı. Birinci intifada 90’ların başlarında sona erince İslamcı örgütler silahlı mücadeleyi başka bir aşamaya taşımışlardı. 2000’li yılların başı yeniden intifada ve taş devrimine dönüşün yaşandığı yıllardır. Bu direniş metotlarının hiç biri önceden tasarlanarak meydana gelmiş şeyler olmayıp kendiliğinden ortaya çıkmış eylem biçimleridir.

2006’da Gazze’de Fetih ve Hamas arasında yaşanan çatışmalar, Gazze Şeridi’nin bütünüyle Hamas’ın eline geçmesiyle sonuçlansa da Filistin mücadelesinin bütünlüğüne zarar vermiş ve ulusal bölünmenin kurumsallaşmasıyla sonuçlanmıştır. Elbette bu, Filistinlilerin onay verebileceği bir şey değildi. 2015 yılında bir kez daha kendiliğinden başlayan bıçak intifadası, aslında bir kez daha krize giren Filistin direnişine yeni bir soluk getirirken aynı zamanda Filistinlilerin bölünmüşlüğüne de bir tepkidir. Zira direnişin krize girmesine neden olan şey, Fetih’in güvenlik koordinasyonu adı altında İsrail yönetimiyle girdiği işbirliğiyken Hamas’ın da bölünmenin fiili aktörü olmasıdır.

İlk kez Nablus kentinde ortaya çıkan ve burada kurulan örgüt, silahını asla bir Filistinliye doğrultmayacağına dair yemin etmiş.

Geçtiğimiz günlerde kuruluşunu açıklayan ve Hamas, Fetih ve FKÖ dâhil bütün yapılardan bağımsız olduğunu deklare eden Aslan İni Örgütü’nün kuruluşu da aynı şekilde bölünme ve işbirliğine yönelik bir tepki olarak kabul edilebilir. Örgütün, direniş gruplarının İsrail işgal güçlerinin kuşatmaları ve Özerk Yönetim’in baskınları nedeniyle uzun zamandır eylem yapamadığı Batı Şeria’da ortaya çıkışı da tesadüf gibi görünmüyor. Yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Filistin direnişi, öyle görünüyor ki meseleye adil ve kalıcı bir çözüm getirilmediği sürece farklı ve yenilenen direniş biçimleriyle gündeme oturmayı bir şekilde sağlıyor ve bundan sonra sağlamaya da devam edecek.

Örgüt, İslami semboller kullansa da İslami olmayan seküler Filistinli grupları da sahiplenen ve onlara da gerek açıklamalarında gerekse direniş yöntemlerinde yer veren bir yapıya sahip. Ağırlıklı olarak 20’li yaşlarındaki gençlerden oluşuyor. Salkım hücre yapısına sahip örgütün, ademi merkeziyetçi bir karar alma mekanizmasına sahip olduğu biliniyor. Bir başka ifadeyle İsrail işgaline karşı bir eylem gerçekleştirilecekse buna eylem yapacak kişi kendi başına karar verip harekete geçebiliyor.

İlk kez Nablus kentinde ortaya çıkan ve burada kurulan örgüt, silahını asla bir Filistinliye doğrultmayacağına dair yemin etmiş. Özerk Yönetim güçlerine de Hamas üyelerine de Filistinlilerin direnişte buluşmaları ve bölünmeye son vermeleri çağrısında bulunuyorlar. Silahlarının ucuna takmış oldukları kurdele ise, şehitlerin kanını ve hiçbir kurşunun boşuna atılmayacağını sembolize ediyor. Sadece gece ortaya çıkan ve nadiren diğer Filistinli örgütler gibi sokaklarda geçit törenleri düzenleyen örgüt, tam bir gizlilik içerisinde hareket ediyor. Kısa sürede Nablus’tan diğer kentlere yayılan örgütün düzenlediği kutlamalara binlerce insanın katılması Batı Şeria’da halk tarafından çok sevildiğinin bir kanıtı.

Filistin Yönetimi kurumlarının zayıflaması ve Oslo Anlaşmalarının “boş” vaatleri yeni “asi” grupların doldurmaya çalıştığı bir siyasi boşluk yaratılmasına yol açtı. Birde buna Filistin Özerk Yönetimi’nin her zamankinden daha zayıf bir konumda olması ve diğer Filistinli örgütlerin bir alternatif sunamaması ve siyasi hedeflerinin olmamasını da eklemek gerekiyor.

Bu grupların daha başarılı olabilecek yeni direniş stratejileri ortaya çıkartabileceği genel kabul görürken bu tür yeni grupların ortaya çıkışının aynı zamanda İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırganlığı, ırkçı Yahudileştirme politikaları, yerleşim genişletme, ev yıkımları, tutuklamalar, ırk ayrımcılığı/apartheid ile Gazze Şeridi’nde devam eden kuşatma gibi İsrail’in kitlesel saldırılarının bir sonucu olduğu da söylenebilir.

 

Kaynak: farklı bakış