Anlaşılıyor ki, Davutoğlu´nun kapısı hâlâ Babacan ve arkadaşlarına açık ama Gül-Babacan tarafında kapı Davutoğlu´na kapalı?
AK Parti iktidarı 31 Mart´ta seçmenden ciddi bir uyarı almıştı. 11 metropolde belediye başkanlığı seçimlerini kaybetmişti. Kaybettiği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı´nı vermek istemeyip seçimi yeniletince, bu kez hezimete uğradı. Seçmen Ekrem İmamoğlu´nu, Binali Yıldırım´a karşı 806 bin oy farkla seçerek, iktidarı kımıldayamaz hale getirdi.
31 Mart yerel seçimleriyle, 23 Haziran İstanbul seçiminin iktidar açısından ağır bir yenilgiyle sonuçlanması iç siyaseti de hareketlendirdi.
Kamuoyuna da sık yansıdığı gibi çalışmanın biri 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve eski Ekonomi Bakanı Ali Babacan, diğeri ise eski Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından yönetiliyor.
İki yeni parti arayışının nedenleri
Davutoğlu, bir süre önce parti ve ülke yönetiminde gördüğü yanlışları ve çözüm yollarını içeren ve Cumhurbaşkanı Erdoğan´a da ilettiği görüşlerini manifesto sayılabilecek bir açıklamayla kamuoyuna duyurmuştu. Davutoğlu´nun, artık bir yola çıktığı ve bu yürüyüşünü gerekirse parti kurmaya kadar vardırmaya kararlı olduğu biliniyor.
Aynı şekilde Gül´ün, AK Parti kurultayının kendisinin görev süresinin dolmasına çok az kalmışken erkene alınarak toplanmasından, Erdoğan´ın cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yeniden başbakanlık görevini üstlenmesi olasılığının önüne engeller dikilmesinden rahatsız olduğu da biliniyor. Ayrıca sonraki dönemde AK Parti yönetiminden gelen, -görmeyi hak etmediğini- düşündüğü bazı hareketlerle bu rahatsızlığının arttığı sır değil.
Bunlara AK Parti ve hükümette Erdoğan´ın tek karar verici olması, birlikte yola çıktığı, birlikte mücadele ettiği ve sıkıntılı süreçler yaşadığı tüm isimlerin devre dışı bırakılmasını da eklemek gerekir. Tabii, uzun yıllar Avrupa Parlamento´sunda görev yapmış ve AB üyelik sürecine büyük katkısı olan Gül´ün, Türkiye´nin Avrupa´dan çok uzaklaşmış olmasını doğru bulmadığını da vurgulamak gerekir. Ali Babacan´ın yönettiği ve eski bakanlardan Beşir Atalay´ın örgütlenmeden sorumlu kılındığı parti çalışmasının nedenleri böyle özetlenebilir.
Ayrıca, AK Parti´nin kurulu değerlerinden uzaklaştığı, Türkiye´nin demokrasi kalitesinin düştüğü, cumhurbaşkanlığı-hükümet sisteminin işlemediği, ifade özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin baskılandığı, yargının siyasallaştığı, AB ile bağların koparıldığı, ekonominin ve dış politikanın krize sokulduğu her iki çalışmayı yönetenlerin ortak saptamaları arasında. Saptanan bu sorunların çözümü için iki tarafın kadrolarının da bir ekonomi ve dış politika programı üzerinde çalıştıkları da yansıyor.
Davutoğlu´nun önerisi
?Neden iki parti? sorusunun yanıtına gelince?
Ahmet Davutoğlu´nun tek bir çalışma yürütülmesi amacıyla Ali Babacan´la birkaç kez biraya geldiğini aktaralım. Davutoğlu´nun bu görüşmelerde Babacan´a, Türkiye´nin iyi bir yöne gitmediği, benzer konularda ortak eleştirileri bulunduğunu belirttikten sonra, iki ayrı çalışma yerine bir çatı altında çalışmanın daha doğru olacağını ilettiği yakın çevresinden yansıyan bilgiler arasında.
Davutoğlu´nun bu amaçla, ?benim kapım her zaman size açık, gelin bu çalışmaları birlikte yürütelim, isterseniz sürecin yönetiminden ben sorumlu olayım sizler katkı verin, isterseniz siz sorumlu olun ben katkı vereyim? diye özetlenecek bir öneri de bulunduğu da yakın çevresi tarafından dillendiriliyor.
Buna karşılık Babacan´ın Abdullah Gül´ün de görüşünü aldıktan sonra temasta olumsuz yanıt verdiği, gelen bilgiler arasında.
Anlaşılıyor ki, Davutoğlu´nun kapısı hâlâ Babacan ve arkadaşlarına açık ama Gül-Babacan tarafında kapı Davutoğlu´na kapalı?
Gül´ün adaylığı
İstanbul seçim sonucunun ve iki yeni parti çalışmasının ön plana çıkmasıyla Ankara´da muhtemel bir erken genel seçime dönük bazı formüller de dillendiriliyor.
Gül-Babacan liderliğinde bir parti kurulursa, bu partinin Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki yeri ne olur ?
Bu soruya verilen yanıt, tercihin Millet İttifakı´na yakın durmak olduğu yönünde.
Seçimin beklenenden çok daha erken gelmesi halinde, daha önce CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu´nun sıcak, İyi Parti Lideri Meral Akşener´in soğuk baktığı, Abdullah Gül´ün daha da genişletilmiş Millet İttifakı´nın adayı olabileceği yolunda bazı fikir yürütmeleri yapılıyor.
Bu yönlü formül arayışlarına CHP cephesinden gelen, ?Kılıçdaroğlu, erken seçime karşı, cumhurbaşkanlığı adaylığına ise başarılı bir İstanbul belediye başkanlığından sonra Ekrem İmamoğlu´nu hazırlıyor? itirazları geliyor. Bu itiraza karşılık ise ?İmamoğlu´nun kariyerine başarılı bir İstanbul yönetimini katmasını beklemek gerekir, henüz genç, erken seçime hazırlıksız olur, bir sonraki dönemi bekleyebilir? yanıtı veriliyor.
İyi Parti ve HDP
İyi Parti bu hesapların yapılması için henüz çok erken olduğu görüşünde. Yerel yönetimlerde başarı gösterilerek halkın hayatının kolaylaştırılması ve iktidar alternatifi olmak için ortak çalışmaların yürütülmesi fikri hakim.
HDP´nin durumu ise daha farklı?
HDP çevrelerinden gelen yorumların ortak özelliği, Türkiye´nin totaliter bir yönetim anlayışına doğru gittiği, bunun bir İslami faşizme kadar uzanabileceği(*) kaygısı?
Bu nedenle HDP´nin bu gidişle mücadele etmek için geniş bir demokratik cephe anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği görüşünde olduğu ve tutumunu bu amaca uygun şekilde belirleyeceği gelen bilgiler arasında.
23 Haziran, iç siyaseti daha da hareketlendirecek gibi görünüyor.
_________________________________________________________________________
(*)Editörün Notu:
"Burada, yazar HDP´nin, kendisine oy veren kitlenin dini cihet açısından Müslüman olduğu, salt siyasal anlamda olmasa dahi, hayatın birçok alanında İslami değerlere sahip olduğu ve bu değerleri ´kendince´ sahiplenip korumaya çalıştığı bilinmektedir.
İster içeriden, ister dışarıdan vs. İslam´a atfedilmeye çalışılan ´siyasi´ etiket, aslında İslam´ın pek de ilgi alanına girmeyen birşey olmamakla birlikte, bundan hareketle İslam´ı, sair ideolojilerle karıştırıp, onu da sal ideooji olarak görme hastalığına bakıldığında, o iştern bir hakikatin çıkmayacağını bilmek gerekirdi...
İslam hem din,hem de siyasetti. Yani, her ideoloji, form siyasetle iç içe olacaktı, ama sıra İslam´a geldiğinde buna izin verilmeyecekti. Kaldı ki, o ideolojik blokların, kendi siyasetlerini boca etmeye çalıştıkları kitle Müslüman iken, İslam´a ve onun öngördüğü siyasete yer olmayacaktı. Buna aklı yerinde, kendi değerinin Kur´an´ın klavuzluğunda oluşturan Müslümanlardan beklemeye hiç kimsenin hakkı yoktu!
Birde Fikret Bila´nın, muhafazakâr bir iktidarın yaptığı -yanlış- işlerden dolayı HDP üzerinden İslam´ın faşizm ile aynılaştırma girişimi, İslam´a ve dolayısyla onun değerlerine ve bizzat herşeyi elinde tutan kadir-i mutlak olan Allah´ı bir nevi faşizmin ´ilham kaynağı´ olarak görmek idi.
Sonuçta herkesin ideolojisi ve ´dini´ kendisine, ama İslam´ı karalamaktan vazgeçin, onu rahat bırakın!!!"