Tarih: 28.03.2020 00:59

FİGEN A. ÇALIKUŞU; İnfaz düzenlemesi nasıl olmalı?

Facebook Twitter Linked-in

Yazımın başlangıcında gündemdeki İnfaz Yasa Tasarısı’nın genel kapsamıyla ilgili eleştirilerimi vurgulamak isterim. Tasarıyla ilgili olarak partilere sunulan bilgi notunu incelediğimde eşitlik ilkesine birden fazla kez aykırılık teşkil edecek uygulamalar görüyorum.


Ceza İnfaz Yasası’nın özelliği

Öncelikle söyleyeyim ki, Ceza İnfaz Yasası hükmün yerine getirilmesini, cezanın çektirilmesini düzenler.

Yasasının temel amacı suçlunun topluma uyum sağlaması ve topluma yeniden kazandırılmasıdır.

Bu amacın gerçekleştirilmesi, suça yani suç türüne bağlı kalmadan ‘ayrı bir program’ uygulanmasını gerektirir. 

Farklı suçlulara aynı infaz yasası aynı şekilde uygulanır. Anayasa’nın 10. maddesinde teminat altına alınan kanun önünde eşitlik’ ilkesi bu uygulamayı zorunlu kılar.

Bu program suç türüne göre değil, suçlunun infaz süresince gösterdiği davranışlarına ve gözlenen iyi durumuna göre düzenlenecektir.

Bu da infazın mahkûmların işledikleri suça göre ayrıma gidilmeden aynı esaslarar ve programa göre yapılmasını ve sonuçların gözlenmesini gerektirir.

Örneğin, aynı miktar cezayı alan iki hükümlüden birinin suçunun türü sebebiyle cezayı daha uzun çektikten sonra salınması iki mahkûm arasında eşitsizliğe neden olur. Zaten böyle bir uygulama da söz konusu olmaz, olmamalıdır.

Bu açıdan tasarı Ceza İnfaz Yasası’nın varlık nedeniyle çelişen bir yaklaşım içindedir. Hükmün infazında, her suçluya eşit uygulanan bir yasanın  bu özelliği yok sayılmış, inkâr edilmiş gözüküyor.

Eğer  tasarı özündeki bu sakatlıkla yasalaşırsa  Anayasa’nın 10. Maddesine aykırı olarak doğmuş olur. Ve cezalarını Ceza İnfaz Yasası’na göre çekmekte olanlar arasındaki eşitlik ilkesine ağır hasar verecektir.

Tasarının pek çok aksaklıkları çok hızlıca giderilmeli; eşitlik ilkesi en temel ilke olarak gözetilmeli ve Corona virüsünün cellatlığına imkân verilmeden yasalaştırılmalıdır.


‘Hüküm tarihi’ değil, ‘suç işleme tarihi’ esas olmalı

Tasarının ruhî sakatlıkları yanında, tasarı çok büyük eşitsizliğe yol açacak çok vahim hatalar içeriyor.

Bunları numaralandırarak belirtmek istiyorum : 


1- Eşitlik ilkesi gereği yasada belirlenen  uygulama tarihi mutlaka ve mutlaka hüküm tarihi’ değil, suç işleme tarihi’ olmalıdır.

Bu neden çok  önemli?

Aynı tarihte suç işleyen iki sanıktan birisinin davası verilen tarihten önce kesinleştiğinde hükümlü olacak, yasa kapsamına girecek, ama mahkemesi aynı hızla yürümeyen diğeri ise hüküm geciktiğinde  tutuklu olarak kaldığı için infaz yasası dışında kalacaktır.

Bu ciddi bir ayrımcılık ve adaletsizlik yaratır. Aynı hızla yürümeyen bir yargılama süreci sanığın şahsında büyük bir haksızlık ve eşitsizlik yaratır. Bu nedenle belirli bir tarihe kadar işlenen suçlar ‘tutuklu ya da hükümlü’ ayrımına girmeden yasa kapsamına alınmalıdır.


Cinsel taciz, uyuşturucu baronları ‘in’; düşünce ‘out

2- İkinci olarak vurgulamak istediği nokta şudur: Hepimizin dikkatini öncelikle ne çekti?

Cinsel suçlar ile uyuşturucu baronlarına getirilen özel uygulama değil mi?

Bütün demokrasi bilinci olan vicdan sahiplerinin haklı olarak sorduğu soruyu bir kez daha sormak gerekmez mi? Düşünce suçları neden bu pakete dahil edilmiyor?

Düşünce mi taciz mi? Düşünce mi uyuşturucu mu? Hangisi daha korkutucu?

Siyasi iktidar için düşünce olduğu kesin. Siyasal iktidar açıkça düşünceyi ve  düşüncenin ifadesini  taciz ve  uyuşturucu belasından  daha tehlikeli buluyor. Hazin bir durum.

Ama hepimiz için hele benim gibi kadınlar için taciz, gene benim gibi anneler için uyuşturucu kabul edilemez bir patolojik hastalıktır.


Örgüte üye olmadan yardım, infazda terör suçu sayılmıyor

3- Düşünceyi ‘suç’ sayan anlayışa biraz daha yakından bakmak isterim: Peşinen şunu söyleyelim, infaz yasa paketi ile şimdiye kadar bir şekilde suç sayılmaktan kurtulamayan  düşünce, bu kez hiçbir yan yola başvurmadan özgür bırakılmalıdır.

Düşünce bu baskı döneminde terör örgütü üyesi suçunun  (TCK 314) ve örgüt üyesi olmadığı halde yardım etme suçunun (TCK 220/7) unsuru sayıldı.

Bütün aydınlara, yazarlara, gazetecilere, muhaliflere bu saçma madde uygulandı.

Şunun altını sıkı sıkı çiziyorum: Öncelikle örgüt üyesi olmadığı hâlde örgüte yardım etmek suçunun infaz paketine dahil olması gerektir. Bu elzem, kaçınılmaz bir zorunluluktur. Sadece normalleşme için değil, göz göre göre düşünceleri nedeniyle hapishanelerdeki insanları Corona’nın cellatlığına teslim etmemek için elzem bir zorunluluktur.


Yardım terör suçu sayılmaz, Yargıtay içtihatı var

Bu suçtan alınan cezanın infazının uygulanması nedeniyle bu teknik olarak da böyle olmak mecburiyetindedir. Bu teknik konuyu izah edeyim: Örgüt üyesi olmadan bir örgüte yardım etme suçunun infazı tıpkı diğer sıradan suçlar gibi ceza süresinin 2/3’dür.  Yani 6 yıl ceza alan bir kişinin cezaevinde kalacağı süre, denetimli serbestlik süresi hariç 4 yıl olacaktır.

Terör suçlarında infaz süresi ¾ tür. Örneğin terör örgütü üyesi olan bir kişi 6 yıl ceza aldığında denetimli serbestlik süresi hariç 4.5 yıl cezaevinde kalacaktır.

Bu infaz paketi düzenlenmesine göre sıradan suçlara uygulanan genel 2/3 infaz süresi esas alınmakta ve ilk etapta bu sure ½ ye indirilmektedir.

Şimdi burası önemli: Terör Yasası ile irtibatlanan TCK 220/7, yani üye olmadan bir örgüte  yardım suçu Ceza İnfaz Yasası gereğince terör suçu değildir. Bu suçtan ceza alan cezasını, terör örgütü üyesi olarak çekmez. Genel infaz rejimine tabidir. Bu nedenle genel infaz rejimine düzenleme getiren infaz paketi içinde yer almak durumundadır.

Terör suçlarının cezasının infazını düzenleyen, Ceza İnfaz Yasası 107. maddede ve TCK 58-9 maddesinde örgüte yardım etme suçu sayılmamıştır.

TCK 107. maddesi terör örgütü kuran ve yönetenler ile terör kapsamında işlenen suçlarda ceza infaz süresinin verilen ¾ olduğunu söyler.

TCK 58/9  da terör örgüt üyesi olanların ceza infazının ¾ olduğu yazılıdır.

Gördüğünüz üzere hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte yardım etme suçu iki özel düzenleme arasında yoktur. Örgüt bağlamında telakki edilmemiştir. Yasa açıktır.

TCK 220/7  maddenin  Ceza İnfaz Yasası’nda  terör suçu kapsamına girmediği açıktır.


Bir örnek: Ahmet Altan

4- Ayrıca bu bir Yargıtay içtihadıdır.

Tüm bu açık yasal düzenlemelere karşın mahkemeler kastî hata işlemekten çekinmiyor.

Örneğin, Ahmet Altan’ın yargılandığı davada karar veren 26. Ağır Ceza Mahkemesi de örgüt üyesi olmadığı halde terör örgütü üyesi gibi cezanın infazı yolunda karar vermiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı mütalaasında bu kastî hatayı düzeltmiştir.

Çünkü  Yargıtay, yerleşik uygulama hâline gelen tüm kararlarında istisnasız örgüte yardım edenlerin terör örgütü  gibi cezalarını ¾ oranında değil 2/3 oranında infaz etmesi gerektiği yolundan bozma kararı vermektedir.

Yargıtay terör örgütüne üye olmadan yardım edenleri örgüt kapsamında değil tek başına suç işlediklerini kabul etmektedir.

Bu durumda infaz yasa tasarısında mutlaka ve mutlaka TCK 220/7.maddesinin infaz kapsamında bulunması ve açık açık yasa metnine yazılması gerekir ki militant  hukuk uygulayıcıları için de hüküm aşamasında bağlayıcı olsun.


Suçlanan bürokrat, gazeteci farkı

5- Müvekkilim Ahmet Altan ya da Cumhuriyet Gazetesi Yazarlarının bir kısmına bu maddeye göre yazdıkları yazı ya da açıkladıkları görüşleri nedeniyle 10.5 yıla varan cezalar verilmiştir.

Aynı suçlardan valiye, emniyet müdürüne aynı ceza maddelerinden 25 ay gibi cezalar verilmiş iken düşünce en ağır şekilde cezalandırılmak istendiğinden ceza tayininde hukuksal şiddet tavan yapmıştır.

Ceza İnfaz Yasası bu tür hukukla irtibatı kalmamış bir düşmanlığı gidermek için de — şayet istenirse— çok önemli bir fırsattır.

Yargı tarihi açısından bir utanç ortadan kalkacaktır.


Cebir ve şiddet yoksa indirimden yararlanmalı

6- Son bir önerim de yazdıkları yazı, yaptıkları haber, açıkladıkları görüşleri ile TCK 314. Maddesine terör örgütü  üyesi kabul edilip ceza alanlar için olacak:

İnfaz yasa paketinde terör suçları hariç tutulurken hiç değilse ‘cebir ve şiddete bulaşmadan düşünce açıklamak ya da haber yapmak suretiyle ceza alanlar ibaresi bu tasarıya ilave edilmelidir.

Cezaevinde yaptığı haber ya da yazdığı köşe yazısı ile yüksek oranlarda cezalar verilen yüzü aşkın insan var.

Halbuki demokrasinin özü düşünce ve ifade hürriyetidir. 

Corona gibi bir pandemic salgınında uyuşturucu baronlarına, cinsel tacizcilere özgürlük sunulurken, gazeteciler Corona ile baş başa bırakılmaktadır.

Siyasi iktidar baskıcı anlayışında ısrar ederse  hukuksal zulümde zalim bir taşerona daha kavuşmuş olacaktır: Corona!

24P Blog




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —