Uzun süreden beri Suudi Arabistan çeşitli çıkışlarıyla gündemi meşgul ediyor. Son günlerde de bu ülkenin müftüsü Abdülaziz bin Abdullah Âl-i Şeyh Et-Temimi´nin verdiği bir fetvadan dolayı gündemi meşgul etmeye başladı. Tabii bu tür saçmalıklara fetva demek mümkün değil. Çünkü fetvanın fıkhî bir boyutu var. Bu tür saçmalıkları fıkha dayandırmak fıkhın ölçüleriyle ve ilkeleriyle alay etmek anlamına gelir.
Suudi Arabistan Müftüsü söz konusu fetvasında Filistin İslâmî Direniş Hareketi´ni yani Hamas´ı terör örgütü olarak nitelendirirken siyonist işgal rejimiyle savaşmanın da caiz olmadığını iddia etti. Böyle bir saçmalığı fetva diye ileri sürmesi öncelikli olarak siyonist işgal rejimini memnun edecekti ve öyle oldu. Tabii ki onun ağzından böyle bir fetvanın söylenmesi karşısında işgal rejiminin başbakanı Netanyahu sevinçten uçtu ve müftü beyi Tel Aviv´e davet etti. Keşke müftü böyle bir daveti kabul etseydi, katillerle kucaklaşsaydı da kimin hesabına ve ne amaçla konuştuğunu bütün dünya daha belirgin bir şekilde bilseydi.
Aynı müftü daha önce Suudi Arabistan´ın Katar´a abluka başlatması üzerine yaptığı açıklamalarda da ülkesinin abluka kararının son derece isabetli ve doğru olduğunu söylemişti. Hatta bundan da fazlasını iddia edebilmiş ve ablukanın tüm Katarlıların lehine olduğu saçmalığını savunabilmişti. Bu gibi kişiler gerçekte ilme, ilmin onuruna değil kendilerini besleyen krallarının, emirlerinin, başkanlarının siyasetlerine sahip çıkan saray ulemâsıdır. Bunlar dünyayı âhirete tercih ettiklerinden kendilerine bu dünyada verilen nimetler gözlerinin önüne bir perde çekmiştir ve artık gerçekleri görememekte veya görmek istememektedirler. Çünkü kendilerine sunulan makamları ve nimetleri kaybetme korkusu onların gerçekleri görmelerine görseler de söylemelerine engel olmaktadır. Bu gibiler ilme ve ilmin değerlerine sahip çıkma onurunu kaybetmiş, saraydakilerin sözcülüğünü yaparak onların doğru da yapsalar yanlış da yapsalar her yaptıklarını, doğru da konuşsalar yanlış da konuşsalar her söylediklerini savunma zorunluluğu duyar hale gelmişlerdir. İçine düştükleri bu durum da kendilerini gerçekte bir zillete sokmuştur.
Suudi Arabistan´ın son dönemdeki siyasi ataklarının arka planında siyonist işgal rejimiyle ilişkileri normalleştirme sürecini başlatma hesabı da bulunmaktadır. O yüzden yönetim böyle bir politikaya itiraz edebileceklerini tahmin ettiği ilim ve fikir önderlerinin hepsini toplayarak hapse doldurdu. Onlar herhangi bir suç işlemelerinden, hatta yönetimi hedef alan bir açıklama yapmalarından dolayı değil yeni veliaht prensin başlatmayı planladığı sürece itiraz etmeleri ihtimalinden dolayı hapse atıldılar. Buna karşılık başlarındaki zalimlerin zulüm uygulamalarının önünü açmak için kendilerine sipariş edilen her tür fetvayı vermeye hazır müftülerin saçma sapan açıklamalar yapmaları sağlandı. Bu açıklamaların amacı siyonist katillerle ilişkileri normalleştirme sürecinin önünü açmaktan başka bir şey değildir.
Müftünün yaptığı açıklamayla aynı zamanda veliaht prens Muhammed bin Selman´ın ?ılımlı İslâm? derken gerçekte neyi kastettiğini de nispeten anlıyoruz. Onun kastettiği siyonist işgalcilerin bütün katliamlarını ve zulüm uygulamalarını tasdik etmek, bunlara herhangi bir itirazda bulunmamak, itirazda bulunanlara da ?terör? yaftası vurmak, üstelik bunu yöneticilerden önce müftülerin ağzından söyletmektir.
Bu şekilde saray hesabına fetvalar vermek için çarpıtmalar yapanlar tarihte de çok çıkmış ve İslâm´a en büyük zararı verenler bunlar olmuştur.