28 Şubat günleriydi. Sanırım Fatsa’da, kaymakam Cuma günü camide vaaz veren ve muhtemel ki günün bazı uygulamalarını eleştiren hocayı çağırmış, “ayet ve hadisleri güncellememesini” istemişti. Ben o zaman Yeni Şafak’taki yazımda kaymakamın bu tavrını “dinin günlük hayattan koparılması” bağlamında değerlendirmiş, eleştirmiştim.
Ülkemizde laik uygulamalar çerçevesinde “din ve günlük hayat”, “din ve kamu otoritesi” ilişkisi her zaman sorun olmuştur. Cumhuriyet’in ilk yıllarının uygulamaları genelde iyi bir hafıza oluşturmamıştır. 12 Eylül generalleri Diyanet’ten “Dinde baş örtüsü yok” tarzında bir fetva isteyerek bu alana müdahalede bulunmak istemiş, o zaman Din İşleri Yüksek Kurulu tam da bu isteğin hilafına “Dinde tesettür olduğu” yönünde cevap vermişti.
AK Parti iktidarları döneminde Diyanet’in konumu, siyasetle ilişki açısından daha çok tartışma konusu oldu, oluyor. Bazen iktidar, kendi uygulamalarının Diyanet tarafından desteklenmesini istiyor, birlikte görünmeyi siyaseten faydalı buluyor, bazen de “Onların doları varsa bizim de Allahımız var” gibisinden doğrudan dini söylemi, siyasete dayanak haline getiriyor. Bunlar tartışılıyor. Tehlikeli olanı toplumsal planda siyasi farklılaşma dini farklılaşmaya dönüşüyor.
Bir ara her kesin istediği fetvayı bulabiliyor olmasının sakıncalarına dikkat çekmek amacıyla Altınoluk dergisinde “Fetva” konusunu kapak dosyası yapmıştık.
Buradan son “Fetva” olayına gelirsek, Din İşleri Yüksek Kurulu’na 2017 yılında “Ticarette kar haddi var mıdır?” şeklinde bir soru soruluyor. Kurul konuyu değerlendiren bir fetva metnini, Diyanet’in ilgili sitesinde yayınlıyor. İşte o metin, Cumhuriyet Gazetesinin bir muhabiri tarafından “Fiyatları tayin eden Allah'tır” başlığı ile haberleştiriliyor. Baktım, hemen tüm medya, haberi Cumhuriyet muhabirine atfen kullanmış.
Böyle bir başlığın enflasyonun tavan yaptığı ve can yaktığı bir ülke atmosferinde, hele iktidarın vatandaşı “dini söylemle teskin etmek isteyebileceği” varsayımının kolayca karşılık bulacağı zeminde dini de tartışma alanına çekmesi kaçınılmazdır. Nitekim o tartışma en rahatsız edici boyutlarda sürüyor.
Önce Din İşleri Yüksek Kurulu’nun fetvasını okuyalım:
“İslam dini, alım satım akitlerinde kesin bir kâr haddi koymamış, bunu piyasa şartlarına bırakmıştır. Konuyla ilgili olarak Allah Resûlü (s.a.s.), fiyatlar artmaya başladığında kendisinden bu duruma müdahale etmesi istendiğinde şöyle buyurmuştur: “Şüphe yok ki, fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden herhangi birinin malına ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle o kimsenin hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem.” (Ebû Dâvud, İcâre, 15; Tirmizî, Bûyû’ 73) Ayrıca Hz. Peygamberin (s.a.s.), kendisine kurbanlık bir koyun satın alması için para verdiği Hakîm b. Hizâm’ın bir dinara satın aldığı koyunu iki dinara satıp, sonra bir dinara bir koyun satın almasını (diğer bir rivayette bir dinara satın aldığı iki koyundan birisini bir dinara satmasını) kınamamış, üstelik ona hayır duada bulunmuştur (Ebû Dâvûd, Büyû’, 28; Tirmizî, Büyû’, 34).
Fakihler de bundan hareketle kâr haddinin eşyadan eşyaya fark edebileceğini, bu sebeple de kesin bir takdir yapılamayacağını söylemişlerdir (Kâsânî, Bedâi’, V, 129). Bununla birlikte piyasada suistimaller olduğu, karaborsacıların devreye girerek halkı mağdur ettikleri, özellikle halkın zaruri ihtiyaçları sayılabilecek mallarda aşırı fiyat artışları yaşandığı durumlarda, kamu otoritesinin fiyatlara müdahale etme (narh koyma) yetkisi vardır (Merğînânî, el-Hidâye, VII, 226). Aşırı fiyatın tespitinde ise bilirkişilerin günün piyasa şartları içerisindeki belirlemeleri esas alınır.”
Fetva esasında “İslam’da alım satımlarda kar haddi konmadığı” ancak “piyasada suistimaller olduğu durumda kamu otoritesinin fiyatlara müdahale etme yetkisinin bulunduğu” noktasında toplanıyor. Arada zikredilen hadiste ise iki boyut var: Birisinde “Allah’ın her şeyi tayin eden kudreti”ne işaret ediliyor, diğerinde ise, “fiyatlara müdahale etmenin herhangi birisinin hakkını ihlal anlamına gelebileceği ve vebal oluşturacağı” ihtimaline dikkat çekiliyor.
Bu hadisin burada zikredilmesiyle ilgili olarak, “dini tartışma alanına çeken diyelim kötü niyetli yaklaşımlar” bir yana, belki ilahiyat camiasının üzerinde durması gereken bazı sorular olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki:
-Bu hadisi burada zikretmek kaçınılmaz mıydı? Her hadisi bağlamını dikkate almadan her yerde delil sadedinde devreye sokmak sağlıklı mıdır?
-Bu hadisin “Fiyatları tayin eden Allah’tır” kısmının güncel enflasyonla bağlantı kurularak anlaşılması ve siyasetle irtibatlandırılması ihtimali dikkate alınmış mıdır?
-Fetvada hadisin sadece Hazreti Peygamber’in “fiyatlara müdahale etmeme” duyarlılığını belirttiği bölüm verilse olmaz mıydı?
-“Fiyatlar ve Allah’ın tayini” konusu, Allah’ın bütün zamanlarda olaylara müdahalesi noktasında geniş bir kelâmî tartışmanın parçasıdır. Bu tartışmayı, böyle kritik bir konuda devreye sokmak sağlıklı mıdır? İslam inancına göre şu kesin: İnsanlar da yönetimler de yaptıklarından sorumludur. Onların yanlışlarının hesabı Allah’a yüklenemez.
-Diyanet – Siyaset ilişkisinin daha sağlıklı ve özenli bir çerçeveye oturtulması konusu önem arz etmiyor mu? Diyanet bu tartışmaların akabinde bir “Hasar tespiti” yapma gereği duyuyor mu?
-Bütün bu konularda ilahiyat camiasının söyleyeceği bir şey yok mudur?
-Son söz: Güncelleme çok hassas bir iştir.