Gazeteci yazar Ahmet Taşgetiren Analiz Etti...
FETÖ – METÖ denklemi” uzunca zamandır kuruluyordu. Bunu, genelde “FETÖ gitti şimdi METÖ ile işbirliği içindesiniz” diyerek iktidarı suçlayan muhalefet yapıyordu. “Şu kurumda şu cemaatin, bu kurumda bu cemaatin etkinliği var” deniyordu. “METÖ” Menzil cemaatinin FETÖ’leştirilmesi ile türetilen bir tanımlamaydı.
Marmara İlahiyat Dekanı Ali Köse benzeri bir cümleyi bir tv kanalında ifade edince konu bir kere daha hem de oldukça vurgulu biçimde gündeme geldi.
Ali Köse tepki de görüyor, daha önce FETÖ – METÖ denklemini kuranlarca takdir de görüyor. Takdir – tepki alanına girmeyeceğim, ama olayın Cemaat – Devlet, daha ötede Din – Devlet ilişkilerine kadar uzanan boyutu hem cemaatler – dini yapılar hem de devlet açısından önemli, bir makale muhtevasınca konuyu irdelemeye çalışacağım.
FETÖ olayı nedir?
İktidarın Cemaati, Cemaatin de iktidarı araçsallaştırma – kullanma olayıdır. Araçsallaştırma olurken rollerin karışması ve Cemaatin kendisini devlet halinde görmesi ve iktidarı askeri müdahale ile tasfiye etmeye kalkışmasıdır.
İktidar, ilişkinin bu hale gelmesini tahmin edebiliyor muydu? Sanmam. Ama güç arayışı şişede durduğu gibi durmuyor ve bir süre sonra içine girdiği yapıyı azmanlaştırıyor.
Normalde tasavvuf ve tarikat, dini bir kişisel gelişim alanıdır. “Kalb eğitimi” önceliklidir. “Kalbi Allah zikri ile doyurma, bir anlamda Allah ile beraberlik idraki kazandırma” eğitiminin verildiği bir alandır. Tarikatlar da onun müesseseleşmesidir.
Cemaat, dini ilişkinin daha sosyal hizmet alanına dönük müesseseleşmesidir. Ancak Türkiye’de tarikatların biraz cemaat, cemaatlerin biraz tarikat niteliğinde yapılandığı biliniyor ve bu konu özellikle tarikatlarda “Acaba asıl misyonumuz yaralanıyor, insanda derinleşme yönü zayıflıyor mu?” gibi iç eleştirilere konu oluyor.
Cumhuriyet döneminde bu tür dini yapılar dışlanmıştır, gözaltındadır, ama vardır. Ak Parti iktidarı, “dini referans almama” açıklaması ile yola çıkmış olsa bile dindar kadroların öncülüğünde gerçekleşmiş, devlet kadrolarında da kendilerine benzer insanlarla yürümeyi tercih etmiştir.
Gülen Cemaati, aslında dini anlayış ve kadrolaşma biçimi itibariyle Ak Parti’nin içinden geldiği “Milli Görüş”ten farklıdır. Hatta o yapıya mesafelidir. Ama her nasılsa iktidara “hazır kadrolar” sunmuş, iktidar da farkında olarak – olmayarak o yapının en mahrem alanlara nüfuz etmesine imkan hazırlamıştır.
Sonunda 15 Temmuz’a gelinmiş, ardından yürütülen operasyonlarla da “törer örgütü” diye tanımlanan Cemaat 40 yıllık birikimini heba etmiştir.
İktidar kötü bir tecrübe yaşamıştır.
Cemaat çok çok kötü bir tecrübe yaşamıştır.
“Cemaat” diyorum çünkü yola öyle çıkılmıştır. Şu anda “FETÖ kötülüğü” üzerine söz söyleyen bir çok yapı da “Cemaat – Tarikat” durumundadır.
Gelinen noktadan bakıldığında “FETÖ – METÖ denklemi”ne genelde iktidarın – devletin karşı karşıya kaldığı risk açısından bakıldığı, dini yapıların -daha ötede dinin- ödediği bedelin görmezden gelindiği söylenebilir.
Devlet, herkesin ortak kurumudur, onun için onun karşı karşıya kaldığı tehlikeler herkesi ilgilendirir, herkesin duyarlı olması da tabiidir.
Din ve dini yapılar ise, en azından aidiyet ilişkisi bulunan insanlar için belki devlet aidiyeti kadar – hatta daha ötede bir önem taşır.
Diyelim şu anki iktidar kadroları, hem devlet sorumluluğu taşıyor hem dini aidiyet hissi. Ben özellikle Tayyip Erdoğan’ın dini aidiyet hissinin devlet hassasiyeti kadar etkin olduğunu düşünürüm.
Hayati sorular şunlar:
-Devlet mi dindarlaşıyor yoksa din mi devletleşiyor?
-Devletin dindarlaşması toplum için ne anlam taşıyor, dinin devletleşmesi din için ne anlam taşıyor?
Bu soruların herhangi bir “Dindar” insan için, Cemaat veya Tarikat halinde yapılanmış gruplar için bir anlamı olmalı mı?
Gözlemlediğim şu ki, şu andaki “Dindar kadrolar”ın devlet adına yaptıkları genelde takdir ediliyor, görülen yanlışlar hayra yoruluyor, düzeltileceği umuduyla tolere ediliyor, devlet tarafından bir dini yapıya karşı tavır alınınca genelde o yapının “uygunsuz hareket ettiği”ne, “aşırı gittiği”ne hamlediliyor vs…
Böylece farkında olunmadan bir “devlet standardı” oluşmuş, dini yapılar da bu standardı meşrulaştırmış, içselleştirmiş oluyor.
Dindar alanın, mesela böyle bir “devlet standardı” CHP tarafından oluşturulmuş olsa, buna itiraz edeceğini tahmin etmek zor değil.
Sorulması gereken soru şu:
-Dinin devletleştirilmesi ilkesel olarak kabul edilebilir mi?
“Dinin devletleşmesi”, “dine ve dindarlara alan açılıyor” algısıyla birlikte içe nüfuz ediyor. Ama sonunda devletin dini tanzim süreci devreye giriyor. Cemaatlerin, dini zeminde oluşmuş sivil toplum kuruluşlarının siyasileşmesi ve toplumun ayrışmasına paralel biçimde dinin marjinalleşmesi olgusu ortaya çıkıyor.
METÖ potansiyel FETÖ’müdür bilmem, ama devletle FETÖ gibi içli – dışlı olmanın getirdiği sonuç ve ödettiği bedel ortada. Her dini yapı “Devletleşirken - Siyasileşirken” on kere düşünmeli derim ben.