Son dönemde, FETÖ´ nün siyasi ayağı tartışılıyor. Daha doğrusu binlerce FETÖ´ cüyü kamu kurumlarına AK Parti´nin yerleştirdiği söylenerek, AK Parti hedef gösteriliyor. Kamuoyunun dikkatini AK Parti´ye yönelterek, FETÖ´ nün gerçek destekçileri gözden kaçırılıyor, bir anlamda ?cambaza bak? taktiği uygulanıyor. FETÖ´ nün siyasi ayağının nerede olduğu sorusuna cevap verebilmek için, ?FETÖ kronolojisine? göz atmamız, olayları tekrar hatırlamamız gerekiyor.
Öncelikle, FETÖ´ nün, AK Parti döneminde ortaya çıkan, örgütlenen, palazlanan bir örgüt olmadığının altını çizmemiz gerekiyor. Bu hareketin, 1970´li yıllardan başladığı, Bülent Ecevit başta olmak üzere, birçok başbakan ve hükümetten destek gördüğü, devletin kılcal damalarına sızdığı, topumun her kesimi tarafından kabul ediliyor. 1999 yılında (FETÖ tarafından) öldürülen Necip Hablemitoğlu, öldürülmezden öce yazdığı ?Köstebek? isimli kitapta, FETÖ´ nün Emniyet istihbaratının yüzde 90´nını ele geçirdiğini yazıyor. Emekli emniyet istihbarat daire başkanı Sabri Uzun da, ?İN? isimli kitabında, ?FETÖ´ nün, istihbarat sayesinde KOM´ a (kaçakçılık ve organize suçlarla mücadele daire başkanlığı) ve Yargıya sızdığını, özel yetkili mahkemelerde operasyon kabiliyetine kavuştuğunu? yazıyor.
AK Parti kurulmazdan önce, FETÖ´ nün devlet içindeki örgütlenmesini (yargı hariç) büyük ölçüde tamamladığı anlaşılıyor. 2010 tarihinde yapılan referandumdan sonra (Anayasa Mahkemesinin HSYK üyelerinin seçimi maddesinin iptali desteğiyle) HSYK da FETÖ´ nün eline geçiyor. 17/25 Aralık tarihinden sonra, FETÖ´ nün yargı içindeki unsurlarının, FETÖ´ ye yönelik operasyonları sabote ettiğinin ortaya çıkması üzerine, hükümet, 2014 HSYK seçimlerini beklemişti. 2014 HSYK seçimleri, AK Parti için de FETÖ için de hayat memat meselesi haline gelmişti. FETÖ, bu seçimleri kazanmak için bütün gücünü kullandı ancak kaybetti. HSYK, FETÖ muhaliflerinin eline geçince, yargı işlemeye/ çalışmaya başladı. FETÖ onlarca yıllık kazanımlarını bir bir kaybetmeye başladı. Gemi su almaya başlayınca, son kartını (orduyu), Halid Bin Velid´lerini (!) sahaya sürdü.
15 Temmuz akşamı, harekete geçen FETÖ, darbenin başarılı olma ihtimalini aklının ucundan dahi geçirmedi. Bundan önceki bütün darbeler başarılı olduğu için, bu darbenin de başarılı olacağına inandı. Bazıları ?akşam saatinde darbe mi olur?? diye darbe teşebbüsünü küçümsemeye çalışsa da, darbe planı kusursuzdu. Onlarca yıl süren hazırlık yapmışlar, yüzlerine maske takarak kimliklerini gizlemişler, devletin kılcal damarlarına kadar sızmışlardı. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, subayların yarıdan fazlasının FETÖ ile iltisakının/ irtibatının olduğu ortaya çıktığı için, ordudan ihraç edildiler. Emniyetteki ihraçlar da üst kademeleri ele geçirdiklerini ortaya çıkardı. 2010 Anayasa referandumundan sonra, (o zamana kadar ele geçiremedikleri) yargıyı da ele geçirdiler. 2014 HSYK seçimleriyle, yargıda büyük oranda kadrolaştıklarını gördük. FETÖ lideri, gizli toplantılarda, örgüt mensuplarına, devlet kadrolarını tamamen ele geçirinceye kadar harekete geçmemeleri yönünde uyarmıştı. Hükümeti düşürmeye yönelik 17-25 Aralık operasyonu, FETÖ liderinin gizli toplantılarda dile getirdiği ?beklenen günün? geldiğini gösteriyordu. FETÖ, yüzündeki maskeyi çıkarmış gerçek yüzünü göstermişti. Bilindiği gibi, bu operasyon başarılı olamadı. Bu olaydan sadece 5 gün sonra MİT Tırları operasyonunu devreye soktu. Bu da başarılı olamayınca, Türkiye´nin büyük şehirlerinde bombalar patlatmaya başladı. Hükümet OHAL ve Sıkıyönetim ilan etmeyince, bu defa güneydoğuda PKK´ya hendekler kazdırmaya başladı. Bu eylem de sonuç vermeyince, askeri darbe kaçınılmaz hale geldi. 15 Temmuz akşamı askeri birlikler harekete geçince, bugüne kadar beklenmedik bir olay oldu, halk sokağa çıktı, darbeye direnmeye başladı. Darbe ile görevlendirilen askerler, halkın üzerine ateş açınca halkın dağılacağını düşündü. Ancak tam tersi oldu, yanındakiler vuruldukça, halkın öfkesi daha da artmaya başladı. Bazı bölgelerde halk askerleri teslim almaya başladı. 15 Temmuz gecesi saat 24: 00 olmadan birçok bölgede askerler mevzilerini terk etmeye teslim olmaya başlamıştı. Cumhurbaşkanının televizyona bağlanarak halkı sokağa davet etmesiyle, meydanlar daha da kalabalıklaşmaya başladı. Halk askerleri teslim alıyor, polislere teslim ediyor, polis de gözaltına alıyordu.
Türkiye´de ilk defa, halk darbeye direniyor, yine ilk defa, adalet mekanizması olay akşamı harekete geçiyor, işliyordu. Gözaltına alınan askerler, böyle bir sonucu beklemedikleri için, her şeyi polise, savcıya, hâkime, birer birer anlattılar. FETÖ lideri adeta şok olmuştu. ?15 Temmuz silahlı kalkıs?ması ve kanlı darbe giris?iminin hemen akabinde, darbe giris?imine katılmıs? bir kısım sanıkların, FETO?/PDY tero?r o?rgu?tu? u?yesi oldukları ve anılan silahlı kalkıs?manın da FETO?/PDY tero?r o?rgu?tu?nu?n organizasyonunda gerc?ekles?tig?ine dair samimi ikrarlarda bulunmaya bas?lamaları u?zerine, bunun o?nu?nu? alabilmek amacıyla FETÖ elebaşının alelacele yabancı medya kurulus?larının kars?ısına gec?erek; kurucusu ve yo?neticisi oldug?u tero?r o?rgu?tu?nu?n du?zenledig?ine yo?nelik sınırsız delil ve kanıtın bulundug?u, 250 insanımızın da s?ehit olmasına neden olan 15 Temmuz darbe kalkıs?ması ic?in pis?kince ?tiyatro´, ?Hollywood filmi gibi´ ifadeler kullanmak suretiyle darbe giris?iminin bas?rolu?nde oldug?unu inkâr cihetine giderek, ?Eg?er ortada benim bu is?e karıs?tıg?ıma dair kanıt varsa, hemen Tu?rkiye´ye do?nerim´ so?zleriyle adeta go?zaltına alınan ve tutuklanan darbeci FETO?/PDY tero?r o?rgu?tu? u?yelerine hangi yo?nde ifade vermeleri gerektig?ine dair u?stu? o?rtu?lu? talimat go?ndermiştir.?*
Mesaj yerine ulaşmış, sanıklar suçlamaları inkâr etmeye başlamıştı. CHP Genel Başkanı, bu darbeyi, muhaliflerini tasfiye etmek için AK Parti´nin organize ettiğini, kontrollü darbe olduğunu söylemeye başladı. Soruşturmayı yürüten emniyet ve savcılık, bu darbeyi FETÖ´ nün organize ettiğini kanıtlamaya çalışıyordu. İlk günlerde suçlarını itiraf edenler daha sonra itiraflarını geri alıyordu. Ancak zaman ilerledikçe, çok önemli kanıtlar ortaya çıkmaya başladı. Birçok örgüt mensubu etkin pişmanlık başvurusunda bulunarak gerçekleri açıklamaya başladı. 15 Temmuz akşamı Akıncı üssünde yakalanan Adil Öksüz, Kemal Batmaz ve Harun Biniş ile Fethullah Gülen arasındaki bağlantılar ortaya çıktı. Hatta darbe öncesinde telefon görüşmesi yapıldığı tespit edildi. Bu deliller, ABD´yi kaçan FETÖ´ cülerin iade dosyasına da sunuldu. FETÖ liderinin inkâr stratejisi işe yaramadı. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün FETÖ tarafından organize edildiği kesinlik kazandı. Türkiye´nin muhtelif yerlerindeki mahkemelerin vermiş olduğu mahkûmiyet kararları, bu darbenin FETÖ yapımı olduğunu ortaya koyuyor. Sürekli bu konuları dile getirenlerin, sözleşmişçesine birden bire susması, ?FETÖ´ nün siyasi ayağının nerede olduğunu? sormaya başlaması hayli ilginçtir. Bu soruyu kimin hazırladığı da bu sorunun amacı da bellidir.
?FETÖ´ nün siyasi ayağının nerede olduğu? konusunda değerlendirmeye geçmezden önce, FETÖ´ nün ne olduğunun tespitini yapmamız gerekiyor. FETÖ dini bir örgüt müdür (dini bir cemaat midir), siyasi bir örgüt müdür, istihbarat örgütü müdür, dini görünümlü taşeron bir terör örgütü müdür?
Bugün için, bu örgütün terör örgütü olduğu konusunda milyonlarca kanıt bulunuyor. Burada bizi ilgilendiren yanı, bu örgütün, dinle nasıl bir ilişki kurduğu? Örgüt lideri, diyanet işleri başkanlığında imamlık yaparak göreve başlıyor. Daha sonra vaiz olarak atanıyor, camilerde vaaz veriyor. Bu kişi ABD´nin dikkatini çekiyor, ilişkiye geçiyor. 1980´den sonra FETÖ liderinin görüşleri değişmeye başlıyor. Din araçsallaşmaya başlıyor, dini görünen yapıya gizlilik hâkim olmaya başlıyor. Devletin içindeki derin yapının (kontrgerilla, özel harp dairesi, ergenekon) desteğiyle, devlete sızmaya (adam yerleştirmeye) başlıyor. 1986 yılında, Fethullah Gülen cemaati tarafından Kuleli Askeri Lisesi sınav sorularının çalındığı, 250 kişinin çalıntı sorularla TSK´ ya sızdığı tespit ediliyor. Bu öğrencilerin okulla ilişiği kesilmek yerine, yeni bir fırsat veriliyor, eğitimlerine devam ediyorlar. Bu öğrencilerin 15 Temmuz darbe teşebbüsünde üst düzey subaylar olarak aktif görev alması, bu yapının ne kadar sinsi ve ne kadar gizlilik içinde hareket ettiğini gösteriyor. 1989 yılında komünizmin çökmesiyle, ABD Türkiye´de darbe hazırlıklarına başlıyor.
1990 yılının başından itibaren ardı ardına siyasi cinayetler işlenmeye başlıyor. Sivas katliamı, Başbağlar katliamı ile laik-anti laik, alevi sünni çatışmasının fitilini ateşlemeye çalışıyor. Refah-Yol hükümeti döneminde, sanal bir irtica kampanyası başlatılarak, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik baskılar artıyor. Refah-Yol hükümetinin düşürülmesinden sonra yasaklar daha da artmaya başlıyor. Şehir meydanlarında, camilerin önünde, üniversitelerin önlerinde başörtü yasağını, katsayı uygulamasını protesto edenler idamla yargılanıyor. FETÖ dini bir cemaat olsaydı, bu yasaklara karşı çıkar, sahip olduğu kadrolarla bu zulmü engellemeye, en azından yumuşatmaya çalışırdı. FETÖ´ nün kadroları, bu zulmü önlemeye çalışmak bir yana, 28 Şubat darbesinin zalimlerine destek olmuş, onlara çıraklık yapmıştır. Hiçbir suçu olmayan Müslümanlara sabahlara kadar işkence yapmıştır. 2000 yılındaki umut operasyonu FETÖ´ den tutuklu polis şefi tarafından yapılmıştır. FETÖ´ nün, liderinin veya mensuplarının dini hassasiyetleri olsaydı, 28 Şubat darbesinin ortağı olur muydu? Başörtüsü yasağına karşı direnişin kırılması için örgüte bağlı olanlara ?başörtüsü füruattır, başınızı açın? der miydi? Din ve vicdan özgürlüğüne yönelik yasaklar, Refah-Yol hükümetinden sonra kurulan Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit hükümeti döneminde de devam etmiştir. Refah-Yol hükümetinin başbakan yardımcısı Tansu Çiller, askerin talimatlarıyla hareket eden Mesut Yılmaz´a onbaşı demişti. Selam Tevhid Soruşturması (şimdi, Selam Tevhid kumpası davası) bu örgütün can düşmanı olan İslamcılar olduğunu ortaya koymuştur. Soruşturma dosyasındaki şüpheli profili, dini grup ve cemaatlere yönelik çok geniş kapsamlı bir operasyon hazırlığında olduğunu göstermiştir. Müslümanların kutsallarına saldıranlara karşı hiçbir itirazı olmayan bu örgütün, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik yasakları kaldırmaya çalışan, özgürlüklerin alanını genişletmeye çalışan AK Parti iktidarını, tankla, topla, savaş uçaklarıyla devirmeye kalkması, bu örgütün dinle diyanetle uzaktan yakından ilgisinin olmadığını kanıtlamaktadır. 17-25 Aralık hükümeti düşürme operasyonundan itibaren bu örgütün, AK Parti´nin karşısında bulunan partileri desteklemesi, bu örgütün gerçek yerinin neresi olduğunu ortaya koymaktadır.
?FETÖ´ nün siyasi ayağı nerede??
17/25 Aralık Öncesi:
17/25 Aralık 2013 tarihi, FETÖ´ nün beklediği gün olduğu, maskesini çıkardığı, harekete geçtiği, yargı eliyle hükümeti düşürme operasyonuna başladığı tarihtir. Bu tarihten önce, 2011 seçimleri için, FETÖ´ nün AK Parti´ye 50 kişilik milletvekili listesi vermesi, 6 Ocak 2012 de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ´un tutuklanması, 7 Şubat 2012´de MİT müsteşarını tutuklama girişimi gibi bazı eylemleri olsa da, AK Parti bunların münferit olduğunu düşünmüştür. 17/25 Aralık tarihine kadar gizliliğe büyük önem veren, harekete geçmek için örgüt liderinin talimatını bekleyen bu yapıyı terör örgütü olarak nitelemek imkânsızdır. Türkiye´nin her yerinde, mevzuatın gereklerini yerine getirmek suretiyle eğitim faaliyeti yürüten, dershaneleri, kolejleri, üniversiteleri, çok sayıda radyo, TV, gazete, dergi, yayın kuruluşu, bankası, sendikaları, ticari kuruluşları, STK´ları olan legal bir yapıdan söz ediyoruz.
Bankasya´da 1 milyon 600 bin kişinin hesabı, Zaman gazetesinin 600 bin abonesi vardı. Dershanelerinde milyonlarca öğrenci, ilk, orta, lise, yükseköğrenimde yüzbinlerce öğrenci eğitim gördü. Yurtlarında öğrenciler kaldı. 15 Temmuz´dan önce veya sonra, bu kişiler sadece bu ilişkileri nedeniyle FETÖ mensubu olmakla suçlanmadı. Bu kitlenin büyük çoğunluğu hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Bunların içinde mağdur edilenler olsa da, çoğu ifadeye dahi çağrılmadı. Soruşturmayı yürütenler, 17/25 Aralık tarihini, fiili bir milat kabul ediyor. Bu tarihten önce bu yapı örgütsel bir niteliğe kavuşmadığından, bu tarihten önce bu yapıyla irtibatı olanlar hakkında soruşturma yürütülmüyor. Bu tarihten önceki fotoğraflar, methiyeler, eğitim kurumlarına arsa tahsisleri, örgütsel bir ilişki olarak değerlendirilmiyor. Ancak, örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olanlar için, 17/25 tarihi bir anlam ifade etmiyor. Bu kişiler, bu tarihten önceki eylemlerinden de sorumlu. Bu tarihten önce, FETÖ´ nün siyasi ayağını aramak anlamsız ve mantıksız görünüyor.
17/25 Aralıktan Sonra:
FETÖ´ nün siyasi ayağını 17/25 Aralık tarihinden sonra aramak gerekiyor. 17/25 Aralık, yukarıda açıkladığımız gibi, FETÖ´ nün harekete geçtiği, maskesini çıkardığı tarihtir. Bu tarihten sonra gerçekleştirdiği eylemler, her birinin küresel bir boyuta sahip olduğunu gösteriyor. Bu örgüt 17 Aralık tarihinde harekete geçtiğinde, bu örgüte kimler destek verdi? Bu örgütün önceden hazırladığı montaj kasetlerini meclis kürsüsünden kimler okudu? Arşivler ortada, MHP dâhil, muhalefet partilerinin tamamı FETÖ´ ye destek verdi. Ana muhalefet partisi liderinin, hukukçularına, kendilerine flaş bellekle getirilen bilgilerin hukuka uygun olup olmadığını sorması gerekmez miydi? Ama sormadı, şantaj montaj belgelere gerçek muamelesi yaptı. Bu partilerin içinde, bu bilgi ve belgeleri gerçek zannedenler olabilir, ama birçok üst düzey yöneticinin, bunların gerçek olmadığını kurgu olduğunu bilmemesi imkânsızdır. 17/25 Aralıktan sonra, FETÖ operasyonlarına destek veren bazı kişilerin (seçilebilecek yerlerden milletvekili listelerine yerleştirilip) meclise sokulmasına ne diyeceğiz? Dünyada milletvekilleri büyük bir itibara sahip bulunuyor. Milletvekilinin gözaltına alınması, hapse atılması, cezalandırılması, totaliter ülkelerde olabileceği düşünülüyor. Türkiye´de yasama dokunulmazlığı, milletvekilleri için önemli bir kalkan işlevi görüyor. Türkiye, böyle bir suçlamaya maruz kalmamak için milletvekillerine dokunmuyor. Bankasya´ya kayyum atandığında banka önünde toplanarak protesto eylemi yapanlar hakkında bugün FETÖ´ den soruşturma açılıyor. Ama aynı gün, aynı bankanın önüne gelerek eyleme destek veren milletvekilleri hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. 17/25 Aralıktan sonra, bütün muhalefet partileri FETÖ ye sahip çıktı, destek verdi. Kendisine kurulan kumpasın farkına varan MHP bu bloktan ayrılarak AK Parti´nin yanında yer aldı. FETÖ´ cüler, 17/25 Aralık´tan sonra, muhalefet partilerinde daha fazla yer bulurken, 2014 yerel ve 2015 genel seçimlerinde, en geniş kapsamlı temizliği AK Partinin yaptığını görüyoruz. FETÖ´ nün siyasi ayağını, yerel yönetimde ve milletvekili seçimlerinde adayların yedi ceddini araştıran AK Parti´de aramak, akıl tutulmasıdır. Bu örgütün siyasi ayağını muhalefet partilerinde aramak daha mantıklı görünüyor.
15 Temmuz Darbe Teşebbüsünden Sonra:
Bazı siyasi partilerin,15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce bu örgüte destek vermesi, bu yapının terör örgütü olduğunu bildiği anlamına gelmez. Siyasi partilerin bir kısmı, 17/25 Aralıkta, (yolsuzluk iddialarına destek vererek) siyasi çıkar beklentisiyle bu yapıya destek vermiş olabilir. 2014 yerel seçimlerinde de aynı amaçla hareket etmiş olabilir. Ancak, ilerleyen dönemlerde, FETÖ´ nün kumpasları birer birer ortaya çıkarken, devletin en yetkili kurumu (MGK) FETÖ´ yü terör örgütü ilan ederken, siyasi partilerin hâlâ bu örgüte destek vermeye devam etmesi düşündürücüdür. Bir an için, bu partilerin, bu örgütün silahlı bir darbe yapabileceğine imkân ve ihtimal vermediğini, bu örgütün gerçek yüzünü ancak 15 Temmuz´da gördüğünü varsayalım. Bu yapının terör örgütü olduğunun farkına varan bir siyasi partinin ne yapması gerekir? Nasıl davranması beklenir? Bu yapıyla bütün ilişkilerini kesmesi, lanet okuması beklenir değil mi? Peki muhalefet partileri öyle mi yaptı? Yoksa bu örgütün liderinin dile getirdiği yalanları tedavüle sokmayı mı tercih etti? CHP Genel başkanı Kılıçdaroğlu´nun konuşmaları arşivlerde duruyor. FETÖ´ ye destek verdi mi, vermedi mi? Peki bu partinin taraftarları, ?sol? ve ?solcu? diye bildiğimiz gazeteler, yazarları, aydınları (!) bu yapıya destek vermedi mi?
Dünyanın en büyük hırsızlık ve casusluk şebekesi olan FETÖ, soruları çalıp, örgüt mensuplarına dağıttığı için, her hükümet döneminde olduğu gibi, AK Parti hükümeti döneminde de devletin kılcal damarlarında ilerlemeye devam etti. Necip Hablemitoğlu, FETÖ´ nün 1999 yılında emniyet istihbaratının yüzde 90´ ını ele geçirdiğini söylüyor. Oradan da diğer kurumlara yürüdüğü, onları da ele geçirdiği anlaşılıyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsünde görev alan askerlerin büyük çoğunluğunun AK Parti kurulmazdan önce göreve başlamış olması, bu yapının TSK içinde kadrolaşmasında, AK Parti´nin dahlinin olmadığını gösteriyor. AK Parti iktidarında, 2010 Anayasa değişikliğinden sonra Yargıyı ele geçirdiğini söyleyebiliriz. Eğer Anayasa Mahkemesi, HSYK üyelerinin seçimiyle ilgili maddeyi iptal etmeseydi, FETÖ, HSYK´ yı dolayısıyla yargıyı ele geçiremezdi. FETÖ yargıyı ele geçirdiği halde, yargı darbesi başarılı olamamış, orduyu devreye sokmak zorunda kalmıştır. ABD´nin taşeronluğunu üstlenen, seçilmiş Cumhurbaşkanını öldürmek için tim gönderen FETÖ´ nün siyasi ayağını AK Parti içinde aramak komiktir. Esasen, FETÖ´ nün siyasi ayağının hangi partilerin içinde olduğunu herkes çok iyi biliyor. Bu millet, bu örgütün siyasi ayağını gizlemek için AK Parti´nin hedef gösterildiğini de çok iyi biliyor. FETÖ demek, ABD´nin çıkarlarına hizmet etmek demektir. ABD´nin yanında yer almak demektir. ABD´nin yanında yer alan, ABD´nin politikalarını savunanlar, (ister istemez) FETÖ´ nün hizasında yer almış oluyor.
ABD´nin tek taşeronu FETÖ değil ki! Onun için herkes kuklaya değil kuklacıya bakmalı?
*AA, Enes Can-Mustafa Hatipoğlu, 02.02.2019, FETÖ´ den üç aşamalı inkâr stratejisi.
Kaynak: özgün İrade Dergisi.com