Bir zamanlar “kalblerin fethi”ni önemserdik. “Fütuhul kulub” idi onun adı. “Fütuhul büldan - beldelerin fethi”nden önce “kalblerin fethi”nin gerektiğine inanırdık.
Fetih eninde sonunda “kalb”le ilgili bir şeydi. Geldiğimiz yerlerde zorbalığı yok etmeyi hedeflerdik.
Nasıl gidiyoruz sizce bu Fetih işinde?
Mesela gençlerin kalbini fethedebildik mi?
Mesela yoksulların kalbini fethedebildik mi?
Mesela eğitimi fethedebildik mi?
25 yıldır yönettiğimiz İstanbul’u fethedebildik mi?
Ayasofya’yı yeniden fethettik ama, öyle bir İmam getirdik ki mihrabına, sözlerinin şiddetine tahammül edilemediği için kısa sürede geri çekmek zorunda kaldık.
Boğaziçi Üniversitesi’ni fethedecektik. Adını öyle koymuştuk bir rektör tayininin. Gelecek, öğrencilerinin, hocalarının elinden kurtaracaktı üniversiteyi. 6 ay sürdü kuşatma, fethedemedik. İçerdekiler direndi, direndi. Bir gece yarısı aldık komutanı görevden, yapamıyorsun, diye. Şimdi çok daha ceberut biri gerekiyor fetih için… Kalblerin fethi gibi bir yolun Boğaziçi veya benzeri yerlerle ilişki için gündeme alınması çoktandır unuttuğumuz bir hadise.
TRT’nin fethi…
Fetih için nasıl yol aldığımız yeni getirdiğimiz kadrolarla ayan-beyan görünüyor. Tartışmaya yeni isimlerin militanlığından ya da partizanlığından başladı cümle alem. Bu izlenimi göze alıyoruz, çünkü kalblerin kazanılması ikliminden çok çok uzaklaştık.
Şu istanbul’un fethine biraz daha değinmek lazım. 25 yıl önce emanet edilmişti bu şehir bize. Sonunda söylediğimiz o söz, “İstanbul’a ihanet ettik” sözü hani, nasıl çıktı ağzımızdan? Ne anlama geliyordu? Gerçekten bir dökümünü yapmış mıydık “ihanet” sözcüğünün içine giren şeylerin? Ve onlar telafi edilebilir şeylerden mi oluşmaktaydı?
Rivayet o ki, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi oğluna vasiyetini şu dörtlükle ortaya koymuştu:
“Ertuğrul Osman oğlusun- Oğuz Karahan neslisin – Hakkın kemter kulusun- istanbulu aç gülzar yap. “
“Kemter” çok âciz, pek hakir, en küçük- anlamlarına geliyor. İstanbul’u fethedecek insana “Hakkın kemter kulusun” bilincini yüklüyor koca baba, sonra da “gülzar - gül bahçesi” yapması hedefini işliyor kalbine.
Bir mühendis dostum, “bizde silüet mimarisi bilinci yoktu” dedi yakın zamanda. Ne zaman idrak ettik İstanbul’un slüetinin canına okuduğumuzu? Zeytinburnunun göğünü delerken Sultanahmetin Ayasofya’nın bile canına okuyan 16-9 hadisesinden sonra… Meğer en yakınlarımızdan biri göğü delmiş orada… Sitem etmekle yetindik. Sonra gökleri deldik, deldik, deldik. İstanbul’da tarihi silüet beton blokların işgaline uğradı. Sonra müsilaj işgali geldi. Bir gün “her şey şeffaf olacak, imar düzenlemelerinde adaletsizlik yapılmayacak, bundan sonra gökleri delmeyeceğiiz, yatay mimariye geçiyoruz” dedik ama, elde büyük şehir kalmamıştı. Kalsa da silüeti ilk katleden 16-9 olayına dokunabilmiş miydik? Aşkla mı desem, inadına mı desem savunduğumuz Kanal İstanbul’un ise İstanbul’a ne getireceğini yeterince bilmiyoruz. Acaba orası da, mesela on beş yirmi yıl sonra seslendireceğimiz “İstanbula ihanet”in başka hamlesi mi olacak, bilmiyoruz.
Değer kodlarında bir deformasyon var, belli. Hani zaman zaman “Ömerler” arayışına giriyoruz ya, o, bizim bir şeyleri kaybettiğimizin bir ölçüde farkına vardığımızın işareti gibi görülüyor. Ama “Ömerler” aradığmızda “Ömer”in içini “ömer gibi” doldurmak istediğimizden emin olduğumuz konusunda endişem var benim.
Bakın “fetih” sözcüğü sözde kalıyor, kitleleri gaza getirme dışında.
“Ömer” sözcüğü de sözde kalmasın sakın.
Kendimizi koruma telaşına düştük de, hatırladığımız ne varsa onu pazara sürüyor olmak da var insanın en temel çıkar sevk-i tabiisi ile.
Gençlerin kalbini fethedemedik, dışarda istikbal - gelecek arıyorlar.
Kalbleri dinlemek gibi bir hassasiyetimiz kaldı mı? Kulağımızı şöyle insanların kalbine dayamak gibi. Nereden nasıl feryadlar, çığlıklar, belki de isyanlar geliyor diye… Ülke yönetmek kalb dinleme işidir belki de. Yoksa muktedir olursunuz, muktedirlikten yola çıktığınızda da ucu “kalblere hükmetme”ye varır. Fethetmekten hükmetmeye…
Keşke “hükmetme”yi de “hikmetle” yapabilsek…
Bence kendi kalblerimize bakmamız gerekiyor. Kendi kalbinin fethini gerçekleştiremeyenin kalblerin fethi gibi bir gündeme ulaşması imkansızdır çünkü.