Bildik bir örnekle başlayalım.
Ne seçimlerin varlığı, ne devlet içi dengeler, ne Putin’in aldığı ezici oy miktarı Rusya’daki rejimi demokrasi olarak nitelemeye yetiyor. Yetmediği gibi bunlar, Rus siyasi düzenini ucundan kıyısından bile tanımlamıyor. Buna karşın bir dönem muhalif Hodorkovski’nin aldığı 14 yıllık hapis cezası, son zamanlarda muhalif Navalni’nin yaşadıkları, Rus rejimini her şeyden çok resmetme gücüne sahip.
Sahip, zira, bu örnekler, kanunlar, kurallar ve kurumların, mutlak bir siyasi iktidara tam bağımlı olduklarını, daha doğrusu seçimle gelen Çar’ın istek ve beklentilerini gerçekleştirmeye endeksli hale geldiklerini gösteriyor. Fiili ve kanuni cezalandırma sisteminin nasıl çalıştığına, hukuk fikrinin tümüyle ne şekilde dışladığına işaret ediyor.
Rusya ile Türkiye arasında son yıllarda bu bakımdan kuvvetli benzerlikler oluştu.
Biz de iki kabarık adli dosya var ki, izledikleri güzergahla iyiden iyiye Türk siyasal düzenini simgeler hale geldiler. Dünya Türkiye’yi bunlarla takip ediyor, rejim hakkındaki hükmünü bunlardan hareketle veriyor.
Bu dosyaların ilki Osman Kavala’ya, ikincisi Selahattin Demirtaş’a ait.
Kavala davaları sivil, özgür ve eleştirel siyaset eylemine ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik baskıyı ve bunlara karşı iktidarın izlediği tutumu simgeliyor.
Demirtaş davaları ise, Kürt meselesi, temsili kurumlar ve demokrasi üzerine, iktidarın işaretiyle yapılan baskıların göstergesini oluşturuyor.
Kavala ve Demirtaş siyasi gerekçelerle kanıt olmadan tutuklandı, yargılandı ve yargılanıyor. Her fasılda, kalkışma, ayaklanma, casusluk, hükümeti devirmeye çalışma gibi suçlamalara maruz kaldılar.
Bunlar aslında Gezi olaylarına, Kobani hadiselerine, sivil toplum eylemlerine, siyasi aktivizme, yasal Kürt hareketine giydirilen ideolojik giysilerdi. İktidar bloğunun 2015’ten itibaren ülkede yaşanan tüm kriz ve olaylara getirdiği siyasi açıklama şemalarıyla üst üste oturuyordu.
Kavala ve Demirtaş, bu şema ve iddiaların şahıslaşmış haliydi.
Nitekim AYM, AİHM veya bir kaç düzgün hakim vesilesiyle, bu kişiler beraat eder, tahliye kapısına yaklaşırlarsa, hemen o an, başka bir soruşturma üzerinden aynı iddialarla yeniden tutuklanıyor, yeni davalarla karşı karşıya kalıyorlardı.
Nedeni, nasılı belli...
Kavala için verilen beraat kararı üzerine, Erdoğan, “Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu (Kavala’yı) beraat ettirmeye kalktılar” diyordu.
Kavala, elbet, tekrar tutuklandı.
Bu tür işlemler kadar, bunların merkezinde bulunan, Gezi olayları, Osman Kavala, barış bildirisi gibi davalara bakan İstanbul başsavcısının 21 gün içinde önce Yargıtay’a atanması, sonra Yargıtay tarafından (107 hakimin oyuyla) Anayasa Mahkemesi için (seçilmesi kesin) aday gösterilmesi de, bu mekanizmanın diğer yüzü olarak karşımızda.
Türkiye, Aralık 2019’da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesinden, yani siyasi amaçla dava açarak hak ihlal suçundan, ilk kez, bu iktidar döneminde mahkum olmuştu. Yaklaşık bir yıl sonra, önceki gün Demirtaş davasında, diğer maddeler arasında, aynı maddeden bir kez daha mahkum oldu.
Erdoğan’ın dün yaptığı, her hukuk devleti için skandal kabul edilecek açıklama, AİMH kararının gerekçesi gibiydi. Şöyle diyordu:
“Bizim mahkemelerimizin yerine geçecek karar veremez. Bu adımlar tamamıyla siyasidir. Bunun da gereğini ve gerekçesini biliyoruz. Bu karar çifte standarttır, iki yüzlülüktür. Kobani’nin katili budur Diyarbakır’da 53 gencimizin katili budur. (Demirtaş’ı kastediyor)AİHM sen anlamasan da biz anlatmaya devam edeceğiz.”
İnsanın, madem ferman Erdoğan’ın, mahkemelere ne gerek var diyesi geliyor...
Velhasıl, bu ülkeye yazık oluyor...