Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Fena fid-devlet – beka fid-devlet

karar.com yazarı Salih Cenap Baydar, “andımız” marşından hareketle, bireyin, birey olma özelliğinin başta toplum ve devlet adına, her iki yapı için erimesine yönelik kaygılarını dile getiriyor.

Fena fid-devlet – beka fid-devlet

İlkokul öğrencisiyken andımızı “içmekten” hiç hoşlanmazdım.

Aklım erer ermez öğretmişlerdi: Söz vermek çok mühimdi. Söz verdiğimde tutmak zorundaydım.

Yemin etmek söz vermekten daha da bağlayıcıydı. Yemin ettim mi asla bozamazdım.

“Ant içmek” ise yemin etmekten de öte bir şeydi. Ölsem bile vazgeçemeyeceğim bir yemin!

Bu böyleyken her sabah yüzlerce küçük çocukla birlikte bağıra bağıra “ant içmek”, böyle büyük yeminler etmek garip geliyordu bana.

Çünkü anlamsız bir şarkı ya da tekerleme değildi “andımız”

Özellikle garipsediğim kısım, en sondaki “varlığım Türk varlığına armağan olsun” kısmıydı.

Bir Türk olarak, varlığımı “Türk varlığına” armağan etmemin neden istendiğini anlamıyordum.

Benim bir Türk olarak yaşamam, doğru ve çalışkan olmam, faydalı işler yapmam “Türk varlığına” zaten katkı yapmıyor muydu?

Neden varlığımdan vazgeçip onu armağan etmem isteniyordu?

“Varlığım armağan olsun” ne demekti? Neyi armağan ediyorduk?

Malımızı mülkümüzü mü? Canımızı mı?

Daha sonraları bu “varlığını armağan etme sözünün” toplumsal psikolojimizde mühim bir karşılığının bulunduğunu fark ettim.

Çoğu insan hayatta “bir fert”“nevi şahsına münhasır bir şahsiyet” olarak varlık göstermekte zorluk çekiyor.

Aklıyla, kabiliyetleriyle, çalışmasıyla, tercihleriyle bir fert olarak öne çıkıp başrolünü kendisinin oynadığı, şahsen inisiyatif alıp mesuliyetler üstlendiği bir hayat kuramıyor.

Böyle olunca geriye tek seçenek kalıyor: Ferdî varlığından vaz geçip, kendini “toplumsal kazanlarda” eriterek hayatta kalmak.

Toplumsal kazan” bazen Türklük, bazen İslam, bazen cemaat/tarikat, bazen ideolojik/siyasi grup, bazen de “devlet” oluyor.

Bu kazanlar, içlerine atılan herkesi aynılaştırıyor, onları birer “fert” yapan özelliklerini siliyor, farklı renklerini solduruyor.

Ama aynı zamanda büyük ve çeşitli konforlar sağlıyor.

Tek başınayken zayıf ve kırılgan olan fert, içinde eridiği, erirken de küçücük de olsa katkı sağladığı toplumsal kazanın dehşetli kuvvetini kendi kuvveti gibi kullanmaya başlıyor.

Kendi başına yapmayı aklının ucundan bile geçiremeyeceği işleri “kazandakilerin” müşterek gücüyle yapıyor.

“Kazanda erimek”, ferde -tek başına asla sağlayamayacağı- bir korunma, bir zırh sağlıyor.

İyiyi, doğruyu, güzeli araştırıp bulma derdi de (!) ortadan kalkıyor.

Tasavvufta, kulun, kendisine ait sıfat ve fiilleri terk edip, benliğinden tamamen vazgeçerek (nefsini öldürerek) Allah’ın bütün sıfatları ile muttasıf olması anlamında kullanılan “fenâ fillah” (Allah’ta eriyip yok olma) diye bir tabir var.

Bir de, Allah’ın varlığında eriyip sonsuz varlığa (bekaya) kavuşmak anlamında kullanılan “beka billah” tabiri var.

Bu iki kavram birbirinin zıddı değil tamamlayıcısı. Varlığını, şahsiyetini (benliğini/nefsini) Allah’ta yok edene, Allah’la beraber “bâki” olmak vaat ediliyor.

Yukarıda bahsettiğim ferdi yetersizlikler mi bu anlayışı doğuruyor, yoksa bu anlayış mı ferdi yetersizliklerin sebebi oluyor bilemiyorum ama “ferdi varoluşa” savaş açan bu mistik anlayış, asırlardır bireysellikten vazgeçişi içselleştirmemizi sağlıyor.

Bireysel varlığı en güçlü ve yüce varlığa armağan etme fikrinin yaygın şekilde benimsendiği coğrafyamızda “devlet” kolayca tanrının yerini alabiliyor.

İnsanlara, şahsi itirazlarından vazgeçmeleri, kişisel farklılıklarını törpülemeleri, sürüden ayrılmamaları, icat çıkarmamaları, çıkıntılık yapmamaları, eski köye yeni adet getirmemeleri, tamamen kazandaki diğer insanlara benzeyerek şahsiyetlerinden vazgeçmeleri karşılığında bir parçası haline geldikleri heyulanın gücü, koruması ve himayesi vaat ediliyor.

Fena fid-devlet – beka fid-devlet formülü birçok bireyde kolayca mâkes buluyor.

Fakat şimdi artık çok büyük bir kırılmanın eşiğindeyiz.

Şahsi varlığımızı armağan ettiğimiz toplumun çöküşü, her farklı rengin soldurulmasıyla elde edilen toplumsal “ahengin” aslında pek de matah bir şey olmadığını anlamamızı sağlayabilir belki.

Kültürel genlerimize nüfuz etmiş bu anlayışın elinden yakamızı kurtarabilir miyiz?

Yoksa kendimizi içine atıp eriteceğimiz yeni kazanlar mı arayacağız?

Zaman gösterecek.



Anahtar Kelimeler: -devlet -devlet

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER