Gündem yine Diyanet. İslam’ın “Rızkı genişletenin de daraltanın da Allah (cc) olduğu” ilkesini dile getirdiği yayınları gündem yapılarak malum güruhun saldırısına uğramış, her ne kadar tatmin edici açıklaması yapılmış olsa da saldırı son bulmuş değil.
İşin içerisine herkesi doğrudan ilgilendiren enflasyon, Dolar ve Euro meselesi de katılarak Allah Teala’nın müdahalesi konuşuldukça konuşuluyor.
Toplumsal düzeyde büyük çaptaki kıtlık, kuraklık, deprem, sel ve yangınların dindarlar olarak Rabbimizin bir imtihanı olduğuna inandığımız gibi bunu bu şekilde de dile getiriyoruz. Her ne kadar başımıza gelen bu afetlerde beşeri hatalar söz konusu olsa da bizim bu inancımız değişmiyor, sadece bundan sonrası için tedbirler alıyoruz.
Bunu burada bırakalım, olaya bir başka açıdan da yaklaşılması gerektiğine inanıyorum;
Çaresizliğimizden olsun, acizliğimizden olsun başımıza gelen olumsuzlukları “Allah’tan geldi” diye Rabbimize yüklüyoruz da, başarılarımızı niçin kendimize mal ediyoruz veya Rabbimize çok az bir hisse veriyoruz?
Çocuklardan başlayalım örneklerimize: Sınavlarda yüksek puan alan ve önemli okulları kazanan çocukların velilerini sık sık görürsünüz medyada. Onları bugüne getirmek için neler neler yaptıklarını bir bir anlatırlar ama bir defacık olsun “Allah’ın bir lütfu” demezler.
Başarılı iş adamlarıyla yapılan röportajlara da sık sık rastlarsınız; Karun’un diliyle konuşur hepsi de, zekâlarını, birikimlerini, çalışkanlıklarını anlatır dururlar, onlar da bir kerecik olsun Allah’ı işin içine katmazlar.
Toplumların, milletlerin başarılarına, güzel olan ne varsa hep kendilerine mal ederler, siyasi, askeri ve iktisadi açıdan ne kadar ilerleme varsa hepsinin sahibi onlardır, iktidarlarını güçlendirmek ve sürdürmek için hiç durmadan bu başarılarını dillendirip dururlar. İlginçtir, hiç birimiz de bunu yadırgamayız.
Bir Müslüman olarak Nebevî ölçülere göre düşündüğümüzde her türlü başarı ve zaferin gelip Allah’a dayandığını görüp itiraf etmek durumundayız.
Dünyevi hâkimiyetin zirve noktasına ulaşan Hz. Süleyman bütün bunları “hâzâ min fazlı rabbî – bu Rabbimin bana bir lütfu ve ihsanıdır” buyurmuştur.
Ondan önce Yusuf Aleyhisselam başta Mısır’ın egemenliği olmak üzere kendisine bütün bu güzellikleri verenin Rabbi olduğunu dile getirmiştir (12/101)
Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise kendisine ve ümmetine lütfedilen bütün güzelliklerin ve fetihlerin Rabbine ait olduğunu ifade etmiş ve hiçbir zaman unutmamıştır.
“Hatırlayın, siz bir zamanlar yeryüzünde zayıf düşürülmüş, az bir toplumdunuz, insanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz da Allah sizi barındırmış, yardımıyla desteklemiş, sizi temiz şeylerle rızıklandırmıştı ki, şükredesiniz!” (8/26)