Sömürgeci dünya görüşü ve değer sistemi; akılsız ve düşüncesiz umutları olan, kaderciliği ve kehanet kültürünü içselleştiren, yapısal edilgenlikleri ve kısır tekdüzelikleri normalleştiren, pasif/sessiz ve teslimiyetçi toplumları ve kültürleri ciddi hiç bir sorunla karşılaşmaksızın kolaylıkla aldatabiliyor, yönlendirebiliyor, yönetebiliyor. Sömürgeci dünya görüşü ve değer sistemi karşısında sergilenen bu teslimiyetçilik sebebiyle, İslam toplumları yeni bir tarih ve siyaset yorumu, yeni bir kültür üretemiyor. İslam dünyası toplumlarını belirleyen konformist/gelenekçi/statükocu din ve siyaset kültürü, nitelik yerine her zaman nicelikler üzerinde, yüzeyler ve duygusallıklar üzerinde yoğunlaştığı için, niceliksel çerçevelerle eleştirel bir hesaplaşma yapılamıyor. Geleneksel duygusal bağlılıklar, dayatılmış gelenekler, bugün, toplumlarımızda yaşanması gereken radikal değişimi engelliyor. Bu toplumlarda hiç bir şekilde eleştirel sorular sorma yeteneği gelişmiyor.
İslam toplumlarında, konformist/gelenekçi/statükocu din ve siyaset kültürü, her durumda İslami bilincin yolunu kesiyor, bilinçli varoluşları, oluşumları bütünüyle felç ediyor. Edilgenlik ve tekdüzelikle malûl bulunan toplumlarda, kitleler, aklın ve ahlakın otoritesine değil, gücün otoritesine boyun eğiyor. Gücün iradesi/iktidarı yanında hizalanan toplumlar/kitleler/aydınlar/alimler vb. insani bütün erdemlere yabancılaşıyor. Gücün iktidarı yanında hizalanan toplumlar/halklar/kadrolar, tek akla ve tek ufka kapandıkları için, evrensel akıl ve ufuktan uzaklaşıyor. Kendilerini kabileci/mezhepçi/milliyetçi romantizmlere/duygusallıklara/bencilliklere/bağnazlıklara ve klişelere hapseden topluluklar, genel fikirlerle, genel bilgeliklerle, genel kültürle hiç bir şekilde ilişki kuramıyor, etkileşim içerisine giremiyor.
Günümüzde, İslami düşünce/kültür/edebiyat ve ilahiyat hayatı yerli-milli romantizmler, bencillikler sebebiyle, yabancı/sömürgeci bir ontoloji ve epistemolojinin himayesinde, İslami tasavvur ve tahayyüllerin, İslami özgürlük ve özgünlüklerin, İslami bağımsızlıkların konuşulamayacağını, dayatılmış, taklit edilmiş, kopyalanmış ya da ödünç alınmış, sömürgeci-seküler bir ontoloji ve epistemolojinin sınırları içerisinde kalarak İslami otorite ve meşruiyetin yeniden kurulamayacağını ne yazık ki, bir türlü idrak edemiyor. İslami düşünce, kültür ve edebiyat hayatı, İslami otorite ve meşruiyeti etkisiz kılan modernlik ve Aydınlanma ideolojisinin, sömürgeci-seküler-ötekileştirici-otoriter bir proje olduğunu fark edemediği için, modernite ve Aydınlanmanın tarihsel bir süreç olduğunu, İslam’ın da, bu süreçleri dikkate alarak tanımlanması gerektiğine, daha doğrusu İslami renkleri olan modernlik ve Aydınlanma icat edilmesi gerektiğine inanıyor.
Günümüz dünyasında, toplumlarında, İslam toplumlarında da, kapitalist kültür ve hayat tarzı ile, seküler-liberal kültür ve hayat tarzı bütünleşerek, birbirlerini içerebilecek şekilde, bütüncül/sömürgeci etkili bir mevcudiyet oluşturuyor. Kapitalist/liberal/seküler hayat tarzının, ilişki-etkileşim biçiminin dönüştürücü olduğu toplumlarda, İslam toplumlarında da, İslami anlam ve amaçlar kamusal alanda belirleyici olmaktan çok, kişisel-özel alanlarda belirleyici olabiliyor. Kapitalist, liberal, seküler hayat tarzının etkili olduğu toplumlarda, acımasız bir pragmatizm bütün anlam ve değer sistemlerine, bütün ahlaki ilkelere/ideallere açıkça ve küstahça meydan okuyabiliyor. İslam dünyası toplumlarında, konformist din, kültür ve siyaset algısının hâkimiyeti, felç edici imkânsızlıklar üretiyor. Yapısal edilgenliğe maruz bırakıldıkları için, bu toplumlar her durumda bir o yana bir bu yana savruluyor, sürükleniyor. Bu toplumlarda ütopik beklentiler temelinde oluşturulan, teatral bir gösteriye dönüştürülen her şey mubah popülizminin, arabesk popülizmin sefaleti ve yavanlığı, popülist gerçekliği olduğu gibi kabul eder, ilkesizlik sebebiyle tartışma/sorgulama ve eleştiri konusu yapamaz. Bu nedenle, kitlesel düşüncesizlik ve ilkesizlik kitlesel bir hezeyana dönüşür.
İslam toplumlarında, düşünce/kültür/edebiyat ve ilahiyat hayatı, varoluşsal meselelere, tarihsel meselelere yabancılaştığı için, İslam insanını nesneleştiren/şeyleştiren konformist kültür ve konformist din algısıyla hesaplaşmaya cesaret edemiyor. Akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar sebebiyle bu toplumlarda, din’i ya da politik liderin otoritesi kayıtsız şartsız onaylanabiliyor. Konformist kültür ve konformist din algısı, İslam toplumlarında, bütün İslami özgünlükleri ve özgürlükleri, bağımsızlıkları engelliyor. Geçmişle yüzleşmeye cesaret edemediğimiz için, konformist kültürü içselleştiriyor, geçmişi tekrarlamaya ve biriktirmeye devam ediyoruz. ‘’Şanlı tarih’’ retoriğinin ya da nicel uzmanlıkların sınırları içerisinde kalan tarihçiliğin etkisi altında bulunan İslam toplumlarında, Türkiye’de de, müşahede edilebileceği üzere, bir zihniyet tarihi, düşünce tarihi çalışması yapılmıyor. Günümüzde, kolektif fikir, içerik, yorum, etki, bilinç üreten niteliklere sahip kamusal entelektüelin yerini, teknik uzmanlar, uzmanlıklar ya da gazeteciler alıyor. Politik liderler de, politik demagoji ve hamasete dayalı bir söylemin sınırlarını aşamıyor. İslam toplumlarında politik demagojik dil-söylem ve propogandanın tayin edici rolü, bu toplumların bilgelik ve irfan ikliminden hangi ölçüde uzaklaştığını gösteriyor. Bilgelik ve irfan dili/söylemi/terbiyesi kapsayıcılığı, kuşatıcılığı ve diğerkâmlığı içerir, tahkim ederken; popülist demagojik dil/söylem ve propoganda yoğunlukları, dışlayıcılıkları, ötekileştiricilikleri ve karşıtlıkları tahkim ediyor. Popülist, demagojik dil ve söylemin hâkimiyetinin, bir daha hiç bir medeniyetin mümkün olmayacağı derin bir çölleşmeye neden olduğunu görmek/anlamak gerekir.
Popülist, demagojik hamaset ve propoganda dili/söylemi/siyaseti, İslam toplumlarında niteliksel/yapısal bir değişimi imkânsız kılarken, niceliksel-yüzeysel-arabesk değişimi toplumsallaştırıyor. Büyük ufukları, büyük bilinci ve birikimi temsil liyakatine/iradesine sahip olmayan, sadece koşulların ürünü olan din’i ya da politik karizmatik liderler hiç bir zaman yapısal-niteliksel değişimi tarihin gündemine taşıyamıyor. Günümüz dünyasında, toplumlarında popülist demagojik dil ve söylem, görsel kültürden kaynaklanan derinlik ve nitelik kaybıyla bütünleştiği için, nitelikli, çok ufuklu, çok boyutlu okuryazarlık ve tefekkür hayatımızdan çekiliyor. Nitelikli, çok boyutlu, çok ufuklu okuryazarlık hayatımızdan çekildiği için de, geçmişi nostaljik duygusallıklarla, bencilliklerle anmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor. İslam toplumlarında, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz toplumda da, propogandanın, popülizm ve oportünizmin önlenemeyen yükselişi, büyük anlamlara, ideallere ve bilgeliklere hizmet edebilecek, adanmış kamusal-evrensel zihinlerin-kadroların bulunmadığını gösterir. Bu zihinsel yoksulluklar, yoksunluklar sebebiyle, bugün, küresel düşünce hayatını modern-Aydınlanmacı ideolojik klişeler belirlemeye devam edebiliyor. Popülizmle, propoganda ve hamaset kültürüyle malûl bulunan toplumlar, bugün, niteliksiz büyük sayıların küçük düşürücü tercihlerini görmüyor, duygusal sömürgeciliğe bağımlı hale getirilen, bu yolla aşağılanan kitlelerin serüveni ile ilgili eleştirel bir çözümleme yapamıyor, bu konuda sorumluluk alamıyor. İslam toplumlarında iktidarların meşruiyetleri sarsıldığında-aşındığında bu iktidarlar siyasal kötülüklere, siyasal adaletsizliklere, haksızlıklara başvurmaktan imtina etmiyor, duygusal sömürgecilik yoluyla bu kötülükleri örtbas etmeye çalışıyor. İktidarlar, iktidarsızlaştıklarında her tür siyasal kötülüğü mubah sayıyor. Günümüzde, Müslümanlar, ne yazık ki, kültürü, hayati bir ihtiyaç olarak görmedikleri için, hiç bir zaman yüksek farkındalıklara, tarihsel farkındalıklara, evrensel farkındalıklara sahip olamıyor, acilen çözümlenmesi gereken varoluşsal sorunları hep erteliyor. Kültürsüzlük nedeniyle hayatımızdan bütünüyle çekilen, unutulan değerlerin, bilgeliklerin, inceliklerin nasıl şeyler olduğunu bilmiyoruz.
Bugünün toplumları, ahlaki kayıplar, kişilik kayıpları pahasına, tüketim kültürünün büyüsüne kapılmış, ihtiyaçlarından çok fazlasını tüketen, güç ve ayrıcalık sahipleriyle, diğerleri arasında bölünen, adaletsiz toplumlara dönüşüyor. Sahte ihtiyaçların, bencil ve materyalist aşırılıkların oluşturduğu büyük yozlaşma, kapitalist hayat tarzına meşruiyet imkânı sağlıyor. Başkalarını yok sayan çıkarcı akıl, muhteris akıl, ahlaka, onura, ilkesel tercih ve duruşa adanmış hayatları küçümsüyor, aşağılıyor ve yok sayıyor. Eski din’i çerçeveler ve yaklaşımlar da, yeni seküler çerçeveler ve yaklaşımlar da, kendi zamanımızda, kendi zamanımız için üretilmesi, tecrübe edilmesi gereken içeriği üretmiyor, üretemiyor. Kadın’ı kamusal rollerden dışlayan, kadın’ı yalnızca cinsel haz nesnesi olarak konumlandıran gelenekçilik, konformist din ve siyaset algısı İslam’a meydan okuyor. Konformist din, kültür ve siyaset algısı İslami umutların, İslami mücadelelerin ve İslami geleceğin ertelenmesine, yenilenme ve değişim sorumluluğunun iptal edilmesine neden oluyor.
Geçmişle-gelenekle yüzleşmeyi düşünmeyen toplumlar ve kültürler, geçmişin-geleneğin baskısı-bağnazlığı altında eziliyor. İslami ideallerin somutlaştırılabilmesi için, gerçeklerin bütün boyutlarıyla bilinmesi gerekiyor. İslam’ı gereği gibi temsil ve tecrübe etmek, İslami bütünün ve bütünlüğün sorumlu, üretken bir parçası olmak, bütün dünyaya ve insanlığa açık bir entelektüel ufka, dikkate, yoğunluğa sahip olmakla mümkün olabilir. İslami sorumluluk ve mücadele alanına çıkmak, karşılık, ayrıcalık ve ödül beklentisi olmadan yapıldığında bir anlam ifade eder. Propogandaya, gösterişçi dindarlık ve gösterişçi hayırseverliğe dayalı sahte etkinlikler, her tür edilgenlikten daha tehlikelidir. Dijital devrim ve dijital sömürgecilik çağında, eski toplumsal biçimlerle, gösterişçi dindarlık ve gösterişçi etkinliklerle, bu çağ karşısında, eleştirel bir duruş/tarz/tavır/yorum gerçekleştirilemez.
İçerisinde bulunduğumuz istikrarsızlık, belirsizlik ve küresel sorumsuzluk zamanlarında, bu istikrarsızlık, belirsizlik ve sorumsuzluklardan daha çok otokrasiler yararlanıyor. Özellikle İslam dünyası ülkelerinde, hiç bir özgün fikir, içerik, bilgelik ve evrensel ufka sahip kadrolar yetiştiremeyen otokrasilerin, kendilerini İslam’a nisbet etmeleri, İslam’la otokrasiler arasında yapısal bir ilişki olduğu yolundaki önyargıları güçlendirirken, toplumları da İslam’a yabancılaştırıyor. Otokratik iktidarlar, günümüz İslam toplumlarında, benmerkezci popülizmleri ve benmerkezci oportünizmleri, ne yazık ki, utanç verici bir biçimde aziz İslam’ı araçsallaştırmak suretiyle sürdürüyor, sürdürebiliyor. Otokrasiler, karşı karşıya bulundukları siyasal/ekonomik çaresizlikleri örtbas etmek üzere hamaset dili ve söylemini ısararla gündemde tutmaya çalışıyor.
Günümüz İslam toplumlarında, geçmişin/geleneğin baskısı ile, yeni gerçekler arasında çok büyük ve çok derin gerilimler yaşanıyor. Geçmiş geçmişte kalmıyor, bugünü etkiliyor, şekillendiriyor. Bu toplumlarda konformist kültür, konformist din algısı ve konformist siyaset, geçmişi tartışmaya cesaret edemediği için, geçmişi dokunulmaz kılarak donduruyor. Konformist kültürün, din algısının ve siyasetin hâkimiyetiyle birlikte İslam toplumlarında, düşünen/üreten/tartışan/sorgulayan entelektüel kadrolarla birlikte kadınlar, tarihin dışına çıkarıldılar, yüzyıllar boyunca tarihte, küresel kamusal/entelektüel alanda görülmediler. Bu süreçle birlikte, İslami mevcudiyet içe ve geçmişe kapanarak edilgenliğe teslim oldu.
Konformist bir kültür, konformist bir din algısıyla, tarihin tek yanlı ve romantik okunması ve algılanmasıyla gerçek geçmişe hiç bir şekilde ulaşılamayacağını bilmek, anlamak gerekir. Geçmişi ‘’şanlı tarih’’ söylemine retoriğine hapsetmek büyük bir sorumsuzluk örneğidir. İslam toplumları modern zamanlarda kendilerini gelenekçiliğin/konformizmin sınırları içerisine hapsettikleri için, tarihsel bir meşruiyet-içerik-etki üretemediler, bu zamanları ne yazık ki, tarihsiz zamanlar olarak geçirdiler. Bugünün dünyasında ideolojik mutlakıyetçilik de, gelenekçi mutlakıyetçilik de, bir başka söze, yoruma, bir başka anlama, bilgi ve bilgeliğe hayat hakkı tanımıyor.