Zaten o sebeple, bugün ?Karar´ gazetesinde Mustafa Çağrıcı imzasıyla çıkan ?Mazoşizme varan müsamahasızlık´ yazısının hangi kişi ve kesimleri muhatap aldığını tam anlayamadım.
Yazı şu uyarı notuyla başlıyor: ??Bazı yorumculara: Önce şu yazıyı lütfen sonuna kadar okuyalım ve yazacaksak ondan sonra yazalım.´´
Belli ki, birileri, yazarın veya onun çizgisinde yazan başkalarının yazısının bütününü okumadan müsamahsızlığa mahkum eden bir şeyler yazmış?
Önemli bir yazı. Ne için yazıldığını şu satırlardan anlamak mümkün:
´´Bugün düşünüyorum da acaba muhafazakâr kesimler kendilerininkinden farklı görüş ve yorum sahiplerine, ?haddini bildirmek´ yerine tatlılıkla yaklaşsalardı, -bugünlerde de yaptıkları gibi- isim vererek hedef göstermeselerdi onlara da topluma da hatta kendilerine de iyilik etmiş olmazlar mıydı? Ama son zamanlardaki gelişmeler, bu tahammülsüzlüklerin halen devam ettiğini göstermektedir.´´
Kur´an fikirlerin özgürce ifade edilmesini istiyor, ama?
Demek ki, böyle bir yazının kaleme alınmasına sebep olmuş birileri var? Onların ?muhafazakar´ diye adlandırılan kesimin içinden birileri olduğu da belli? O birileri kendileriyle aynı kesimden ancak farklı düşünen birilerini isimlerini de vererek hedef gösteriyorlar? Böyle yaparak içinde yaşadıkları topluma da zarar veriyor bu kişiler?
Hiç başka yola sapmadan söyleyeyim: Tek tek isimleri bilmesem, neler yazıldığından haberdar olmasam bile, yakın zamanlarda ülkemizin fikir havasının hayli puslu olduğunun, tahammülsüzlüğün zehirli etkisinin fena halde hissedildiğinin elbette ben de farkındayım.
Tam farkında olmadığım, bu boğucu atmosferin siyasetin dışına da taştığı ve İslam´a dair konularda yazanları da olumsuz etkilemeye başladığı?
Unutmadan not olarak ekleyeyim: Yazıma ilham veren makalenin yazarı bir ilahiyat profesörüdür ve uzun yıllar İstanbul müftüsü olarak da görev yapmıştır.
Yazı bana birkaç gün önce bir vesileyle haberdar olduğum bir başka ilahiyat profesörünün yakınmasını hatırlattı.
??Soluk alınamayan bir yerdeyim. Ben ne yapmalıyım, nefes aldığım bir yerde çalışmalıyım. Benim bu ülkeden başka bir yerim yok. Beni tanıyan arkadaşlarım bilir, yurt dışına gitmekle beni öldürmek aşağı yukarı eş anlamlıdır. Ben artık bu ülkede nefes alamadığımı hissediyorum. Ben kimim? Ben laik biri değilim, ben seküler biri değilim, ben sosyal demokrat biri değilim. Ben İslamcı bir dünyanın içine gözlerimi açmışım, duvarlara ?tek yol İslam´ diye yazı yazmışım, Kalem dergisi okumuşum, Tevhid dergisi okumuşum, Şura okumuşum, Şeriati okumuşum, Hüsnü Aktaş okumuşum. Ben oradan buraya gelmişim ve ben artık kendi müslüman camiamın içinde nefes alamıyorum. Bu durumu bu şekilde sizin idrakinize arz ederim.?
??Kendi müslüman camiamın içinde nefes alamıyorum´´ çığlığının sahibi de bir ilahiyat profesörü. Prof. Mustafa Öztürk?
Prof. Çağrıcı´nın bugün çıkan yazısı bana sanki Prof. Öztürk´ün birkaç gün önce kulaklara çarpan çığlığından hareketle yazılmış gibi geldi.
Kur´an-ı Kerim, okuyan bilir, ?akıl´ sözcüğüne neredeyse ?iman´ sözcüğü kadar yer verir. İslamiyet´e göre, en büyük nimet olan akla sahip olmayan dini açıdan yükümlülük de taşımaz. En büyük uyarısı ??Nasıl olur da akletmezsiniz?´´ anlamına gelen sorudur Kur´an´ın.
Özellikle Zümer Suresi ayet 18 göz açıcıdır [Hasan Basri Çantay meali]:
??(O kullarım ki) onlar söze (dikkatle) kulak verirler de onun en güzeline uyarlar. İşte bunlar Allahın kendilerine hidâyet ettiği kimselerdir, işte bunlar temiz akıl sahipleri olanların ta kendileridir.´´
?Müslüman´ kimliği fikir özgürlüğü bağlamında tanımlanıyor bu ayette. Müslümanın yaşadığı toplum fikrin özgür olduğu bir toplum olacak? Müslümanın kulağı her türlü fikre açık olacak? Müslüman her fikre kulak verecek ve sonunda kendi aklını kullanarak o fikirlerden en güzelini benimseyecek? ?Hidayet´ de denilen müslüman olmak aynı zamanda ?akıl sahibi´olmak da demek?
Oysa ne görüyoruz bugüne baktığımızda? İlahiyat hocasını, açıkladığı fikirler kendi kabullerine uymadı diye ??Nefes alamıyorum´´ çığlığını kopartacak kadar bunaltan müsamahasız bir atmosfer?
Tabii o atmosfer siyasi hayata da yansıyor?
Sizlere tavsiyem, OcakMedya sitemizin ?Seçilmiş Yazılar´ bölümüne de yerleştireceğim Mustafa Çağrıcı hocanın yazısının bütününü okumanız. Ancak ben yine de o yazının bir bölümünü daha dikkatlerinize sunarak kendi yazımı bitireceğim:
??Rahmetli Turgut Özal şu üç özgürlüğün önemini hep vurgulardı: Düşünce ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü. Çünkü özgürlükler bireyleri daha kişilikli, huzurlu, verimli ve üretken yapar; bundan da bütün toplum kazanır. Zamanımızda birçok Müslüman toplum üzerinde hegemonya kuran gelişmiş ülkelere bir bakalım, bunu nasıl başardılar diye? Allah aşkına söyler misiniz? Bizim aklımız fikrimiz yok mu? Farklı düşünüyor, farklı konuşuyor diye neden birbirimizin dünyasını karartıyoruz? Bırakalım insanımız serbestçe düşünsün, inansın, konuşsun, yazsın. Kur´an ta o zaman onlarca ayette ?düşünesiniz diye´, ?akledesiniz diye?´ buyuruyordu. Ağzını açanın üstüne yürürsek insanlar nasıl akledecekler? Aklettiklerini nasıl söyleyecekler? Bu apaçık gerçeği Müslüman toplumlardan başka görmeyen kaldı mı? Bu tutumumuz, Kur´an´ın defalarca tekrarladığı gibi, ?kendi kendimize zulmetmek´ten başka nedir? Dün evliya gibi duranların, bugünkü fırsatların arkasına saklanarak kardeşlerine ayar vermekten, hakaretler yağdırmaktan zevk almaları Müslüman ahlakının neresinde var?´´
????