+Gerçek Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan ve analist Fehim Taştekin #OrtaDoğu programında, Suudi Arabistan ile ilişkilerin bölge için öneminin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ukrayna meselesindeki politikasını, bunun ABD ve Rusya ilişkilerinde nasıl kullanılmaya çalışıldığına dair konuştu:
Konu ile ilgilivideonun linki: https://youtu.be/ON3TtCJxvJA
Moskova ile Washington arasında Ukrayna üzerinden NATO’nun genişlemesi pazarlıkları başlarken bir tarafta Biden yönetimi diğer tarafta Putin, Erdoğan’dan kıskaca alınıyor. Erdoğan’ın Rusya’ya karşı ABD’yi, ABD’ye karşı Rusya’yı kullanma stratejisi kendine hareket alanları açsa da nihai olarak iki taraftaki zorlu ilişkiler açısından başarı addedilebilecek sonuçlar üretmedi. Ukrayna’da gerilimi tırmandıran bir yaklaşımla Biden’la el sıkışmayı umuyordu ama olmadı.
Bu, elbette Türkiye’nin Karadeniz’deki pozisyonunun ABD tarafından önemsenmediği anlamına gelmiyor. Şimdi Biden, Putin’le masaya otururken kendi hesabını güçlü kılmak için Doğu Avrupa’daki ortakları ortak tutum etrafında toplamaya çalışırken Türkiye’yi de önemli bir NATO müttefiki olarak kendi oyununda görmek istiyor.
Putin de Erdoğan’a Ukrayna ve Kırım’da makul olmayan pozisyonun Suriye, Libya ve Kafkasya’daki işbirliğine olumsuz yansımaları olacağını hatırlatıyor. Putin’in stratejisi, Türkiye’yi ikili ilişkilerle sınırlayıp Ukrayna etrafındaki gerilimi ABD ve NATO ile iki ayaklı bir pazarlığa çevirmeye yönelikti. Pazarlığın bir ayağında NATO’nun genişlemeyeceğine dair taahhüt, diğer ayağında Donbas sorununun askeri macerayla değil Minsk anlaşmaları çerçevesinde çözülmesi.
Biden de Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edebileceği korkusundan hareket eden bir senaryo geliştiriyor. Ki bu Putin’in stratejisine hizmet eden bir yol. Sonuçta Putin’in işgal senaryosu Biden’ın Donbas’ta askeri çözüme yatırım yapıp yapmayacağı senaryosuna bağlı. Rusya, Rusya vatandaşlığı da edinmiş olan Donbas’taki ayrılıkçılara askeri müdahale olmazsa Biden’ın korktuğu şeyi yapmayacaktır.
Erdoğan’ın Rusya ve ABD arasındaki ikili stratejiyle belli başarılar elde ettiği tespiti göreceli bir duruma işaret eder. İktidarın başarılı olduğu iddiasını, ilan edilmiş hedeflerine ulaşılıp ulaşılmayacağına bakarak değerlendirebiliriz. Suriye ve Libya’da denkleme girmesi göreceli bir başarıdır ki buradaki müdahalenin kalıcı ve mutlak bir başarıdan ziyade ‘oyun bozucu’ bir güç faktörü olarak ele alınması daha doğru olur.
Sonuçta Libya’da denge oluşturmuş ama istediği oyunu kuramamıştır. Mesela imzalanan stratejik anlaşmaların geleceği güvende değil, öyle olsaydı seçimi erteletmek için ağırlığını kullanmazdı. Suriye’de de farklı çözüm senaryolarının önünü tıkayan askeri ve milis varlığıyla kendinden söz ettirebilir; nihai olarak bu müdahalelerle neyi hallettiğine bakmak durumundayız.
Kürtlerle ilgili strateji hakeza sorunu çözmeyip belki coğrafi olarak sınırlardan uzaklaştırma gibi geçici sonuçlar üretmiştir. Ama bu müdahalelerle herhangi bir sorunu çözemediği ABD ile ilişkiler çetrefilli hale gelmiş, Rusya’yla ilişkiler de mahkumiyet zeminine çekilmiştir.
Sudan’da muhalif güçlerin demokratik geçiş baskısı sürüyor. Biraz ezber bozan bir sivil isyan pratiği sergileniyor. Askeri Geçiş Konseyi, geçiş döneminde iktidarı paylaşım anlaşmasının gereklerini yerine getirmeyerek ipe un serince sokaklar hareketlendi.
Değişim güçlerinin temsilen Başbakan Hamduk’un ekimde görevden alınması gösterileri tetiklemiş ve askerler görevi iade etmek durumunda kalmıştı. Hamduk askerin dayatmaları karşısında bu kez kendisi istifa etmek durumunda kaldı. Askerler ekonomik ayrıcalıklarını kaybetmek istemiyor, halk da askerin oyalama stratejisinin farkında ve buna karşı sesini yükseltiyor.