Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ‘birbirinizi tanımanız ve tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil )takvaca en ilerde olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haberdar olandır. (1)
Milliyetçiliği kimi doktrin, kimi ilke, kimisi de ideolojik bir hareket olarak görür. Bir söylem olarak değerlendirenler de var.
Milliyetçiliğin tarihsel gelişim sürecinde; millet, etnisite, ırk ve din gibi akraba ya da hısım kavramları da ona yol arkadaşlığı yapmışlardır.
Genel kabul, milliyetçiliğin Fransız Devrimi’yle ortaya çıktığıdır. Milliyetçiliğin doğuşundan itibaren dinle yoğun bir etkileşim içinde olduğu bir gerçek. Ayrıca dinle milliyetçiliğin birbirini beslediğini görüyoruz. Herkesin en rahat giyebildiği elbise olan milliyetçilik, dinden beslenerek tutunabilmekte.
Batı toplumlarında milliyetçilik daha çok milliyet eksenli şekillenirken, Ortadoğu’da dinsel ve mezhepsel aidiyetler ön planda. Din, kadim dönemlerden gelen bir olgu. Dinin insanlara etkisinin çok güçlü olduğu, buna bağlı olarak insanlar ve devletlerin bunu her daim çıkarları için kullandıkları bir gerçek.
Batı toplumunda sekülerleşmeyle birlikte dinin etki alanı azalırken, milliyetçilik toplum üzerinde daha bir etkin hale geliiyor.
Ulus devletlerin sonucu olarak milliyetçilik; din gibi kutsal bir varlık olarak kabul görüyor. Milliyetçilik, öncelikle kayıtsız şartsız bağlılık ister. Ülkenin her şeyi (dağı, taşı, karpuzu, domatesi) en güzel olandır, her karış toprağı cennettir. Cennet vatan nakaratları herkese ezberletilir. Ülkelerini cehenneme dönüştürenler de çoğu kez milliyetçilerdir.
Milliyetçiliğin temelinde kendi kaderini tayin ilkesi olmakla birlikte şövenizm ile eş anlamlı olarak –ki çoğunlukla bu anlamda – kullanılıyor.
Milletleri uyandırılması ve oluşması çoğu kez milliyetçilikle sağlanıyor. Kenneth Minigue “uyuyan güzel” metaforunu kullanır. “Milletler uyuyan prensestir, milliyetçiler de öpücüğü ile prensesi uyandıran prenstir” der.
Ernest Gellner; “milletleri ortaya çıkaran da milliyetçiliktir,” der.
Milliyetçiliğin din ile ilişkisinde genel kabul; dinin güç kaybetmesinin milliyetçiliği güçlendirdiği şeklindedir. 18.yüzyıl milliyetçiliğin doğum çağı olduğu gibi, aynı zamanda dini düşüncenin de günbatımı olarak kabul edilir. Doğu Toplumlarında dinin güç kaybetmesi 20. yüzyıl başlarında gerçekleşti. Türkiye’de Mustafa Kemal, Mısır’da Nasır, İran’da ise Rıza Pehlevi gibi liderlerin önderliğinde milli uyanış hareketi başlatılmış, dinin yerine Türk, Arap ve Fars milliyetçiliği ikame edilimiştir.
Milliyetçiliğin dinden beslendiği örnekler de çoktur. Özellikle ortadoğu toplumlarında sık rastlanan bir olgu bu. Libya’da Senusi, Cezayir’de Ömer Muhtar ve Kafkasya’da Şeyh Şamil örneklerden bir kaçı.
Machiavelli’ ye göre; din, iktidarın bir aracı olarak tali bir role sahip olmak demektir. Din, tarih sahnesine çıktığı ilk günden beri insan yaşamını her alanda etkilemeyi başarmıştır. Dinin bu etkileme gücünü gören iktidarlar, dini kendi çıkarları uğruna hep kullana gelmişlerdir.
Günümüzde dinin, milliyetçilik içinde ideolojileştiğini ve bir dünya görüşü olarak konumlandığını görebiliyoruz. Türkiye özelinde din, şövenist milliyetçiliğin meşruiyet kaynağı haline getirildi. Muhafazakâr dindar kesimde din kırmızıçizgi iken, son yirmi yılda iktidar eksenli olarak milliyetçiliğn daha bir ön aldığını ve kırmızıçizgi haline geldiğini müşahede ediyoruz.
Türkiye’de milliyetçilik bir duygu olmaktan ziyade, toplumun sosyal davranışlarını kendi tekeline alan siyasal bir yapıya dönüşmüş durumda. Artık dinin kutsalları yerine milliyetçiliğin kutsalları referans alınıyor. Cumhuriyetin kuruluşundan beri milliyetçilik, devletin resmi ideolojisi olarak himaye görmüştür.
“Türk milliyetçiliğinin ilham kaynağı Balkan milliyetçiliği idi. Cumhuriyete kadar Türkçü aydınlar iki kısma ayrılır.Türk kanından olmayan Türkçüler ve Rusya’dan gelen aydınlar. Nazım Hikmet’in büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa ilkine, Yusuf Akçura ikincisine örnektir. Türk milliyetçiliği imparatorluk kültürü ile yoğrulmuş bu topraklara yabancıdır. Cumhuriyetin ulus devlet projesi ise bir mecburiyettir. Bu projeyi gerçekleştirmek için seferber edilen milliyetçi tezlerin çoğu abartılı ve uydurmadır. Ergenekon efsanesi ve kurt figürü gibi. Maksat Osmanlıdan uzaklaşarak çok eski ve belirsiz bir tarihi, 5 bin yıl öncesini referans alarak yeni bir ulus devlet tarihi inşa etmekti. Eski Çin almanaklarında yer alan Orta Asya coğrafyasına ait belirsiz bilgiler üzerine Türk damgası vurularak bir şekilde yorumlandı.” (2)
Günümüzde milliyetçilik, millet ve vatan sevgisinden ziyade ‘ öteki’ne düşmanlık üzerine inşa edilmiştir. Dünkü Ötekiler, Ermeniler ve Rumlar iken bugünün ötekileri Kürtler kısmen de Alevilerdir. Türkiye’de milliyetçiliğin fikir babası Hüseyin Nihal Atsız şöyle yazar; “ Türk milletinin başını belaya sokmadan kendileri de yok olmadan çekip gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Barzani’ye gitsinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önüne durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler.” (3) Açıkça Kürtleri düşman olarak gören ve aşağılayan Hüseyin Nihal Atsız’ın isminin, Kürtlerin oyu ile seçilen Ekrem İmamaoğlu’nun başkanı olduğu İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından İYİ Parti’nin arzusu doğrultusunda Maltepe’de bir parka verilmesi ibretlik bir vaka.