İnsanları ve fikirleri ritüel kutlamalar dönüştürmek, onları dondurmaktır. Bunun yerine entelektüellerimizi ve düşüncelerini yorumlama cehdi içinde olmalıyız. Yaşadığımız sorunlara ışık tutacak biçimde onları konuşmalıyız. Kendi fikir dünyamızı zenginleştirecek açılımlara gebe bırakmalıyız. Aliya’yı da ölüm-doğum yıl dönüm kutlama ritüellerine hapsetmek büyük haksızlık. Onu dondurmak, onu dogmaya çevirmek ve onu bize bir şey söylemeyen ve ilham vermeyen bir hayranlık nesnesine çevirmek… Oysa UNESCO’nun Farabi Yılı ilan ettiği 2020 yılında Aliya’yı Farabi’yle konuşmak ne kadar verimli olur! Farklı çağlarda yaşayan iki farklı düşünürün aslında ne kadarda bir birine yakın olduğunu keşfetmek… Onları yakın kılan hakikat nedir? Biz o hakikatle bugünü nasıl aydınlatabiliriz? Mesele budur.
Farabi, 10. Yüzyıl’da yaşayan bir Müslüman filozof. Türkistan’dan Bağdat’a gelir. Orada derinleşir. Şam, Hicaz, Harran ve Kahire’ye seyahatlerde bulunur. Ne siyasetle ilgilenir ne de çoluk çocuk sahibi olur. Felsefesi büyük ölçüde toplumlar üzerinedir. Bu açıdan bir sosyal teorisyen. En ünlü eserinin adı Faziletli Medine, yani erdemli toplum olması da tesadüfi değil. Ona göre erdemli toplum, “filozof sultan” ile mümkün. Yani iyi toplum, ancak erdemli olan filozof liderle gerçekleşebilir. Farabi’nin ön gördüğü erdemli filozof liderlik, çağdaş İslam dünyasında Aliya İzzet Begoviç ile somutlaşır.
Aliya, daha 15 yaşında Müslüman Gençler Kulübü’nü kurar. Sonra Avrupa’nın ortasında yaşanan büyük savaşlar ve siyasi altüst oluşlar içinde aktif bir aktör haline gelir. II. Dünya Savaşı’nda yardım faaliyetlerinde bulunur. Sosyalist Yugoslavya kurulduğunda Müslümanları İslami bilinç etrafında savunur ve örgütler. Lider, entelektüel ve filozoftur. 10 yıl hapis yatar. İslam Manifestosu metni tüm coğrafyada yankılanır. Hapis onu pişirmiştir. Düşüncesi olgunlaşmıştır. Liderliği kavileşmiştir. Demokrat Eylem Partisi’ni kurarak Müslüman Boşnakların haklarını ve egemenliklerine önderlik yapar.
Bu defa Sovyetler dağılır. Yugoslavya parçalanır. Balkanlar yeniden Balkanlaşır. İmparatorluğumuz çekildiğinden beri kıyımlar yaşayan Müslümanlar, şimdi de Bosna’da en zalim biçimiyle karşılaşıyor. Filozof Aliya, asker elbiselerini üzerine geçirerek ön saflarda savaşa katılır. Milletine savaşta da önderlik yapar. Samimiyeti, feraseti, cesareti ve imanı ile onlara yol gösterir. Avrupa’nın ortasında Boşnak Müslümanlara uygulanan soykırımlar karşısında, Batı’nın demokrasisi sus pustur. Fakat bilge filozofumuz yine de Demokratik Eylem Partisi’yle liderliğini sürdürür. Seçimlerle, siyasi istişarelerle ve katılımlarla toplumunu hem kurar, hem aydınlatır, hem de savunur.
“Doğu Batı Arasında İslam” eserini yazar. Hapiste yeni bir düşünce inşa eder. Soğuk savaşın iki kutuplu ideolojisini ve iki kutuplu medeniyet tasavvurunu aşar. Yeni bir düşünce, yeni bir hakikat ve yeni bir medeniyet düşüncesinin entelektüel bayrağını Balkan semalarında göklere çeker. “Hakikateler onları tanıyıp tanımamamıza bağlı değildir. Vardırlar ve caridirler” der. Hakikati, bölgesine, İslam dünyasına ve Batıya haykırır. Hakikatin varlığına teslim olur. Onu kutuplu birlikte görür. Ruhçuluk ve materyalizm arasında dünya iki kutba ayrılmıştır. Ruhçuluk, saf dinle Hristiyanlık’tır. İçe çekilmeyi, uhrevi olanı ve günahı öne çıkarır. Materyalizm ise dışa dönüktür. Saf dünyadır. ‘Tanrı’yı bile Spinoza örneğinde olduğu gibi maddeyle tanımlar. Yahudilik de materyalisttir. Yahudiler Spinoza’yı boşuna ve mahkum ederek yanıldılar. Çünkü yaptığı tam da Yahudilik’ti. İslam ne saf din (ruhçuluk) ne de saf maddedir. İslam ikisini bir arada tutan “çift kutuplu birlik” tir. Namaz hem temizlik (maddi) hem de Allaha yönelmedir(manevi).
Aliya’ya göre İslam Avrupa’nın paradigmasıyla temsil edilemez. Nitekim namaz, zekat, halife, cemaat ve abdest gibi İslami kavramlar dua, vergi, hükümdar, toplum ve yıkanma ile aynı değiller. Aliya ne kadar hakikat konuşan bir bilge! İslam’ı hem din hem de siyaset olarak erdemle nasıl bir dünya meydana getireceğinin yolunu gösteriyor bize. Kendi bilincimizle kendimiz olabileceğimizi haber veriyor. Farabi’nin ön gördüğü bir 20. Yüzyıl filozof lideri. Erdemli sitenin filozof lideri. Farabi’yi de aşıyor. Onun gibi sitede lideri merkeze alarak siyaseti kurmuyor. Partinin adından ve yaptıklarından da anlaşıldığı gibi ümmeti, cemaati ve cemiyeti merkeze alan bir siyasi otoriteyi öngörüyor. Kitabının girişinde dediği gibi İslam’ı çağımıza tercüme ediyor. Bunu fikriyle ve eylemiyle yapıyor. Hem entelektüel hem de aktör. O, Müslüman bir entelektüel ve Müslüman bir erdemli filozof yöneticinin somut örneği. Yüzyılımızın, çağdaş dünyanın model Müslüman filozof lideri.