AK Parti’nin Şanlıurfa milletvekili Ahmet Eşref Fakıbaba’nın partisinden ve milletvekilliğinden istifası büyük yankı uyandırdı. Günlerden beri konu tartışılıyor. Tartışmayı heyecanlı kılan, seçime gidilirken iktidar partisinden başka istifaların da gelebileceği beklentisi. Muhalif medya muhtelif isimleri telaffuz etmeye başladı bile.
Fakıbaba’nın istifası elbette önemli.
Meclis’te temsil ettiği ilde daha önce belediye başkanlığı yapmış bir isim o. Yeniden aday gösterilmeyince bağımsız katıldığı seçimde ayrıldığı partisinin oylarını geride bırakıp başkanlıkta bir dönem daha kalmayı başarmıştı. Tarım bakanı olarak hükümette de bulunmuştu.
Uzun yıllar başhekimlik yapmış, mesleği doktorluk olan bir siyasetçi Fakıbaba.
Ayrıldıktan sonra kendisine mikrofon uzatan kanallara ve ulaşan habercilere istifasına sebep olan rahatsızlıklarını anlatmasından, verdiği kararın bir anlık bir tepkiye dayanmadığı, bir birikimin sonucu olduğu anlaşılıyor. Yerelden genele bir dizi rahatsızlık onu bu karara sürüklemiş.
İstifasını açıklamasının hemen ardından bir başka partiye -İYİ Parti’ye- geçmesi de kararının anlık bir tepkiden öte anlamı olduğunu düşündürüyor zaten.
Şimdi merak edilen, Ahmet Eşref Fakıbaba’nın açtığı yoldan başka AK Partililerin de geçip geçmeyeceği…
Aynı yolu izleyebilecekleri düşünülerek anılan isimler bir-ikiyi geçmiyor. Onların da rahatsızlıklarını istifaya kadar götürecekleri kuşkulu.
Önce şunun bilinmesinde yarar var: Milletvekillerinin partilerinden ayrılması göründüğü kadar kolay bir iş değildir. İktidar partilerinden ayrılmak daha da zordur. Özellikle de AK Parti’den ayrılmayı zorlaştıran farklı sebepler de var.
AK Parti iktidarda bulunduğu 20 yıl içerisinde her seçimde Meclis kadrosunun yarıya yakınını değiştirerek bugünlere geldi; ancak yarı yolda bıraktıklarının küskün hale gelmelerini önleyecek tedbirleri almayı da ihmal etmeden. Bugün devletin çeşitli kademelerinde ‘eski AK Parti milletvekili’ etiketi bulunan insanlar görev yapmakta.
Cumhurbaşkanlığında danışman, bakanlıklarda bakan yardımcısı, üniversitelerde rektör ve dekan olanlar yanında, dışişleri bakanlığının diplomat olmadığı halde çeşitli ülkelere büyükelçi olarak gönderdiği isimlerin neredeyse tamamı da eski AK Parti milletvekili.
İş hayatından AK Parti’de siyaset yapan, milletvekili seçilen kişiler, zaten tam terk etmedikleri eski uğraş alanlarına döndüklerinde, siyasette kazandıkları deneyimlerini ve çevrelerini değerlendirme imkanını fazlasıyla bulabiliyorlar.
Eski AK Parti milletvekillerinden pek azı başka partilerde siyasi hayatlarını sürdürüyor.
AK Parti’de vaktiyle önemli bakanlıklarda bulunmuş Ali Babacan ve başbakanlık yapmış Ahmet Davutoğlu’nun siyasi hayatta yollarını kurdukları yeni partilerde devam ettirdikleri bir gerçek; ancak bir gerçek daha var: Onların eski partilerine yönelttikleri eleştiriler şimdi birlikte hareket ettikleri muhalif çevrelerin medyadaki destekçileri tarafından takdir görmüyor.
Unutmadığım, galiba zamanında burada ele alma ihtiyacı da duyduğum bir olayı yeniden hatırlatayım:
Şimdilerde İYİ Parti saflarında siyasete devam edeceğini ilan etmiş eski bir AK Parti milletvekili, epey bir süredir, muhalif kanallarda, konumu gereği çok yakından tanıdığı iktidar mensuplarına ve eski partisine bayağı yüksek dozda eleştiriler yöneltiyor. O eski AK Partili, ekranlarda yer almaya başladıktan hayli zaman sonra, uzaktan katıldığı ve iktidara en sert eleştirileri birbiri ardına sıraladığı bir programda, programın gazeteci konuklarından birinin şu sorusuna muhatap edildi: “Peki de, nasıl oldu da böyle bir partiye kurucu olmayı kabul edebildi?”
Davutoğlu ve Babacan da, vaktiyle AK Parti içerisinde bulundukları için, muhalif medyaya kendilerini beğendiremiyorlar.
Millet İttifakı içerisinde yer almalarına rağmen…
Gidişatı beğenmedikleri, bulundukları yerde rahatsızlık duydukları halde, AK Partilileri partileriyle ilişkilerini koparmaya kadar vardırmayı düşündürtmeyecek kadar toksit bir siyasi ortam var muhalif cephede.
En son, ‘başörtüsü yasası’ çıkışını yaptığında bir kez daha gördük; Kemal Kılıçdaroğlu’nun lideri olduğu CHP’yi daha geniş kitlelere beğendirme çabası olarak başlattığı ‘helalleşme’ girişimini bile içselleştirememiş, çıkışını ‘davaya ihanet’ olarak gören tipler var CHP kademelerinde ve CHP’li medyada.
Bu apaçık gerçeği gören AK Partililerin, kendi çevrelerinden yiyecekleri ‘davaya ihanet’ damgasını göze alabilseler dahi, öyle bir girişimde bulunduklarında kendilerini kabul ettiremeyeceklerini bile bile, AK Parti’ye muhalif bir tavrı benimsemeleri, istifa yoluna gitmeleri nasıl beklenebilir?
Mevcut toksit hava, liderinin bütün gayretine rağmen, CHP’nin oylarındaki tıkanıklığı ortadan kaldırmaya da engel oluyor.
Aynı toksit hava, AK Parti içerisinde rahatsızlık duydukları tahmin edilen şahsiyetlerin safları terk etmelerini de elbette engelleyecektir.
Sözün kısası, “Fakıbaba’yı kimler takip eder?” sorusu eşliğinde çetele tutanlar hayal kırıklığına kendilerini hazırlamalılar.
CHP’li medya AK Parti’nin eskilerinden tövbe üstüne tövbe bekliyor ya, AK Parti’den onların bulunduğu cepheye bakanlar da, onların vaktiyle üstlendikleri ülkeye çok şeyler kaybettirmiş bağnaz tavırlarından zerre miktar nedamet duymadıklarını görüp bulundukları yeri terk etmeye yanaşmıyorlar.
Muhalefet cephesinin böyle bir açmazı var.
Kamuoyu yoklamalarına bakıp orada AK Parti oylarının azalmaya yüz tuttuğunu ve ‘kararsızlar’ kitlesinin kalabalıklaştığını görmek, muhalefet cephesinde yer alanlar ile destekçileri olan medyanın heveslerini körüklüyor; ancak o kitlenin neden ‘kararsız’ kaldığını anlama çabasına girdikleri görülmüyor.
İktidar ise onların neden ‘kararsız’ kaldığının farkında ve kendince tedbirler alma gayretinde.
Hangi tarafın başarılı olma şansı daha fazla dersiniz?
Muhalefetin bu sorununu çözmeden beklenen başarıya ulaşması -imkansız diyemem ama- hayli zor…