Korova dalgası her ülkenin kimyasını bozdu, bundan hemen her alan etkilendi, o yüzden tam fark edilmiyor: Koronanın kimya bozucu etkisine kadar, ‘gelişmiş’ sıfatıyla anılan ülkelerin ekonomilerinde geçerli olan faiz ya sıfırdı ya da sıfıra yakındı.
Bankaya para yatıranın mevduatına oralarda faiz tahakkuk ettirilmezdi. Bazı ülkelerin bazı bankaları mevduat sahiplerinin hesaplarından, paralarını muhafaza ettikleri için, ücret bile alırdı.
Geçmişte iki eli kanda olsa borçlarını son kuruşuna kadar ödemiş olmasına rağmen, Türkiye’ye, her an iflas edip borçlarını ödeyemez hale düşebilecek muamelesi edildiği için yüksek faizle borç verildiğinden, ‘gelişmiş’ sıfatını taşıyan ülkelerin kendi aralarındaki borçlanmaların da faizsiz veya az faizli gerçekleştirildiği gerçeği pek fark edilmez.
Ancak gerçek yazdığım gibidir: Batı ülkeleri arası borç-alacak muameleleri de ‘faiz’ kokusu taşımaz.
Sözün kısası, ekonomisi ‘enflasyon’ hastalığına düçar olmamış ülkelerin faiz diye bir derdi yoktur.
Faizi dünya ekonomisine Korona virüsü geri getirdi.
Halkı rahatlatmak için bol para bocalandı gelişmiş ülkelerde; o uygulama da enflasyonu artırıcı sonuçlar doğurdu.
Şimdi alınan tedbirlerle, ABD ve Almanya gibi ülkeler, Korona etkisiyle uyguladıkları finansal politikalar yüzünden artmış olan enflasyonu yeniden sıfırlayabilmek için çaba gösteriyor. Başardıklarında, onlarda ve benzeri ülkelerde faiz yeniden etkisini yitirecektir.
Reklam
Demem o dur ki, Türkiye’de aşırı yüksek olan faizden rahatsızlık duyan ve ‘faizle mücadele’ etme görevini üstlendiğini her fırsatta ifade eden siyasiler, savlarını kuvvetlendirmek için konuyu din ile irtibatlamaktan vazgeçebilirler.
Faizi sıfırlamak veya asgariye indirmek isteyenin, her şeyden önce, faizden daha fahiş halde bulunan enflasyonu ortadan kaldırmaya çalışması gerekir.
Enflasyon sıfıra yaklaştığında faizin dert haline dönüşmesi de sona erecektir.
Peki ya bankalar?
Ülkemizde mevcut kamuya ait olanlar dışındaki bankaların neredeyse bütünü ya yabancı sermayeye ait ya da yabancı bankalar sermayenin büyük bölümünün sahibi durumdalar.
Yabancı bankaların ve onların sermayedarlarının Türkiye sevgisi nereden geliyor dersiniz?
Bozukluğu herkesin dilinde olan ve bundan toplumun bütün unsurlarının olumsuz etkilendiği bilinen ülkemiz ekonomisinde, bu yıl da dahil, şu son yıllarda en yüksek oranda kâr eden kurumların bankalar olması herhalde bir tesadüf değildir.
Hiç kuşkunuz olmasın, bankacılık ülkemizde bugün en kârlı sektör durumunda.
Reklam
Sebep ne?
Faiz-enflasyon girdabına kapılmış ve yapıları bu sarmal yüzünden bozulmuş ekonomiler bankaları ihya eder. Sebep budur.
Yüksek faiz yüzünden yatırımlar durur, üretkenlik azalır, işsizlik yaygınlaşır, ülke fakirleşir, ancak bankalar bu olumsuzluklardan etkilenmek yerine kârlı bile çıkar.
Türkiye’de enflasyonun kabul edilebilir oranların üstünde seyretmesinin ürünüdür bu durum.
Nedense gelmiş-geçmiş iktidarlar enflasyonla mücadeleyi bir türlü başaramadılar.
Bugün yaşananlara bu gerçekler ışığında baktığımızda nasıl bir tablo görüyoruz:
Mücadele enflasyona karşı yapılmak yerine faize karşı yapıldığı için beklenenin tam tersi sonuç veriyor: Faiz düşürüldükçe ülkenin yerli parasının -TL’nin- yabancı paralar karşısındaki değeri düşüyor ve bunun ilk etkisi hayatın pahalanmasıyla hissediliyor.
Enflasyon oranı derhal yükseliyor.
Suni yöntemlerle enflasyon oranını düşük göstermeye kalkışmak da faydasız; çarşı-pazar-market fiyatları insanların cebini yakınca, alınan tedbirlerin olumsuz etkisi daha da katmerleniyor.
Kendi parasından kaçıyor insanlar ve bozulan ekonominin olumsuz etkisinden korunmak için tasarruflarını yabancı paralara yatırıyorlar.
Burada nefes almak için biraz durup bir anekdot aktarayım:
Birkaç yıl önce yolum bir zamanların en kötücül komünizm uygulamalarına tanıklık etmiş Pol Pot’un ülkesi Kamboçya’ya düştüğünde, gördüğüm manzara beni müthiş şaşırtmıştı. Kamboçya kendi parası Riel’in yanında Dolar’a da kendi parasıymış muamelesi yapmaktaydı. Marketlerde, manavlarda, dükkanlarda satışa sunulan malların -biri Riel diğeri de Dolar olarak- iki etiketi bulunuyordu.
‘Dolarizasyon’ denilen olguyu benimsemiş bir ülkeye dönüşmüştü bir zamanların komünist rüyasını gerçekleştirdiği sanılan Kamboçya. O rüya gerçekleşecek diye, Kızıl Kmerler hareketi lideri Pol Pot, ülke nüfusunun yaklaşık dörtte birini – onlar içerisinde de en fazla okumuş-yazmışlar takımını- infaz edebilmişti.
Bugün o ülke ekonomisinde Dolar ile iş görülüyor.
[Bir zamanlar gittiğimizde parasının pula dönmesi yüzünden üzüldüğümüz ‘kardeş ülke’ Azerbaycan’ın yerel para birimi Manat ile iki paralı ekonomiye sahip Kamboçya’nın Riel’i karşısında TL ne durumdadır diye merak ettim. Bugün itibariyle durum şu: 1 Manat yaklaşık 8 TL, 1 Riel ise 0,0033 TL. Azerbaycan parası bizimkinden değerli hale gelmiş, Kamboçya parası ise sıfıra yakın değerde. Değersizleşen para birimi ülkeleri acayip uygulamalara zorluyor; Kamboçya bu yüzden Dolara kendi parasıymış muamelesi yapıyor. En hazin durumda olan ülke Venezuela iki ay önce 14 sıfırlı parasından 6 sıfırı attı; bu 2008’den bu yana yapılan üçüncü sıfır atma operasyonu. O sayede şimdilerde 1 milyon Bolivar ABD para birimine göre 25 cent eder hale geldi. Yani, 4 milyon Bolivar 1 Dolar ediyor.]
“Tane tane anlatmak” diye bir deyimimiz var ya, ben şimdi ona başvuracağım: Faizle doğrudan uğraşılacağına, onu ekonomiden dışlamak isteyen politikacılara düşen, enflasyona düşman muamelesi yapmaktır. Enflasyonu sıfıra yaklaştırsınlar faiz kendiliğinden sorun olmaktan çıkar.
Tezimin doğruluğunu sınamak için, Korona-öncesi Batı’nın gelişmiş ülkelerinin ekonomilerine ve aynı ülkelerin Korona etkisiyle yükselmiş enflasyonla mücadelesine bakılması yeter.
Faizle uğraşmanın maliyeti yüksek. Bunu yaparken dini argümanlar kullanmak ise dine de zarar veriyor.