Hac, Müslümanlar için bir kıyamet provasıdır. Dünyanın dört bir yanından gelen değişik yaş, renk, dil, ırk ve cinsteki insanlar… Her tarafta beyaz örtülerine bürünmüş kafileler… Adeta ölümden sonra diriliş gibi büyük bir fotoğraf çarpar gözlere. Milyonlarca insan beyaz kefenleri içinde birden ayağa kalkarlar ve bir koşuşturma başlar. İhrama bürünen milyonlarca Müslüman Beytullah’ın çevresinde dört dolanmaya başlar. Önce kendilerine bir mekân edinirler. Kimi üç, kimi dört, kimi beş ve kimi de çok yıldızlı konaklara yerleşir.
Kim, hangi mekânda nasıl rahat ediyorsa artık…
Ondan sonra, her Müslüman kendisiyle hesaplaşmaya başlar. Bütün ömrü, bir film şeridi gibi gözlerinin önüne serilir. Yapıp ettiği bütün fiiller detaylı bir şekilde canlanır gözlerinde ve keşkeler gözyaşı eşliğinde dudaklardan dökülmeye başlar.
Önce yedi -dört değil- dolanır O’nun evi etrafında. Af, mağfiret ve bağışlanma dilenir yüce Mevla’dan. Kendisine bir fırsat sunulması istenir.
Sonra Safa ile Merve arasında yedi yürüyüş yapar. Tıpkı Hacer anamız gibi…
Hz. İbrahim eşi Sara’dan çocuğu olmayınca bir cariye olan Hacer ile evlenir. Allah Hz. İbrahim’i sınamak amacıyla, ihtiyarlık yaşında Hacer’den edindiği oğlundan ayrılmasını ister. O da Allah’ın emri üzere yanında Hacer ve oğlu İsmail ile birlikte bulunduğu Filistin bölgesinden Mekke’ye gelir ve o çorak vadiye Hacer ile oğlu İsmail’i bırakıp döner. Kısa sürede azığı tükenen Hacer, su bulmak niyetiyle Safa ile Merve tepeleri arasında dönüp durur. Bu koşuşturma yedi defa tekrarlanır. Ve Hacer, Merve’ye son gelişinde; oğlu İsmail’in zemzem suyu ile buluştuğunu görür. İşte Safa ile Merve arasında bu bilinçle yedi yürüyüş yapmalısın aziz hüccac. İsmail ile birlikte Hacer’in misyonunu üstlenmeye çalışır. Bu bilinçle Yüce Mevla’dan bir İsmail, bir Hacer olma dileğinde bulunur. Akabinde Mina’da İbrahim olur, ona yalvarır. Geceyi orada geçirir, Arafat’a çıkar. Güneş’in kavurucu sıcaklığı altında yalvardıkça yalvarır, gözyaşı döker. Tekrar kendisine fırsat sunulmasını ister.
Perişan haldedir, dağılmıştır. Hiçbir dünyalık şeyi düşünecek hali yoktur. O’na tam bir teslimiyetle teslim olmaya çalışır. Müzdelife’de taş toplar ve şeytanlara hücuma yönelir. Tekrar imtihan amacıyla kurban edilmesi istenen İsmail rolünü üstlenir ve babasının kurban etme talebini Allah’ın emri olması hasebiyle gönülden kabul eder. Şeytanın vesvesesine karşı koyar ve oracıkta şeytanını taşlar. Aynı şekilde bir İbrahim ve Hacer olup şeytanın İsmail’i kurban etmekten vazgeçirme taarruzuna karşı koyar ve onu taşlayarak def eder.
Böylece yüklendiği İbrahim, Hacer, İsmail üçlü misyonu ile kendi içindeki şeytanları ve çağdaş şeytanları taşlamış olur. Aslında her Müslüman burada aynı rolü icra etmektedir. İbrahim, Hacer, İsmail rolünü kendi sahne şartlarında icra etmeye çalışmaktadır.
Kefenine bürünmüş her hacı adayının kendi sahne dekoru yanında, ortak mekân ve dekorlar da vardır. Kendine özel mekân iki, üç, beş ve çok yıldızlı otellerdir. Hilton, Zemzem Tower, Ecyad, Merve, Şişe, Aziziye, Mesfele… gibi birçok yıldızlı mekan ve otellerde rolünü icra edenlerin yanı sıra; Beytullah’ın hemen yanı başında açık alanda, köprü altlarında, caddede, sokakta yorganı ihram, yastığı terlik olarak kullanan, ama gözlerini göğe diktikleri zaman çok yıldız gören “çok yıldızlı” mekânlarda özel sahne alanı oluşturanlar da aynı rolü oynamaktadırlar. En çok da bu çok yıldızlı, çoğu Endonezya, Malezya, Afrika… kökenli hüccacı kıskandım bu oyun boyunca. En çok onların o zor fiziki şartlara rağmen ortaya koydukları oyunu ve gösterdikleri olağan üstü çabaya gıpta ettim. Atom karıncalar gibi Kâbe’yi tavaflarına hayran kaldım. O kadar sıcak, o kadar samimi o kadar içten insanlar ki…
Herhalde bu ilahi buluşma “gönüller arasında mesafeyi ancak bu kadar kısaltıyor” hayretinden başka bir şey düşünemiyorum. Bir kez daha, dünya Müslümanlarının toplu fotoğrafını çekmiş oldum bu mahşer meydanında. Bir kez daha tanıklık ettim bu yüce sahneye.
Yine de ortak mekânlarda; Arafat’da, Şeytan taşlamada, tavafta, sayda… eşitleniyordu fiziksel koşullar. Her şeye rağmen oynadıkları İbrahim rolünü hayatlarından bir parça haline getiren, çok yıldızlı mekânın oyuncularının olağanüstü performansına hayran kaldım. En çok yeri yatak, göğü yorgan yapan o kutlu misafirleri kıskandım bu hac seferi boyunca. Onlardan bir değil, bin parça gördüm kendimde.
Tam anlamıyla bir kıyamet provasına şahitlik ettik bu kutlu seferde. İnsanı hem bedenen, hem de ruhen yenileyen ve zinde tutan bir temrin… Olağanüstü bir tatbikat…
Ölmeden önce ölümün ve öldükten sonra yeniden dirilişin sahnesinde koşuşturuyorduk. Müslümanlar bu 21. yüzyılda bir kez daha Kıyamet Provasında bulunarak bütün dünya Müslümanlarına mesajlar vermeye çalışıyorlardı. Aslında en büyük mesaj da kendilerineydi. O ilahi mesajı ilkin yüreklerine, akabinde bütün dünyaya nakşetmeye çalışıyorlardı. Hac bir diriliş, bir çağrı olarak nesiller boyunca süregeliyordu böylece. Ve bütün dinlerin ortak ibadeti olarak geçiyordu kayıtlara.
“Hac, bir yön belirleme, bir hedef seçme eylemidir. Nefsani/şeytani vehim ve vesveselerin şaşırttığı, amacını yok ettiği, yönünü kaybettirdiği, hedefinden saptırdığı insanı; tekrar özüyle/fıtratıyla buluşturma, yitirdiği hakikati ona tekrar kazandırma yoludur. Daha da ilerisi; “Allah’tan gelenin yine Allah’a –iradi olarak dönme” çabasıdır veya bir başka deyişle; “ölmeden önce ölmenin” bir yeryüzü provasıdır.” (1)
Ey Hacı Bize Ne Getirdin?
Ey hüccac, şimdi nereye dönüyorsun? Ve dönüşte heybende neler var? Hangi hediyelerle sevenlerine dönüyorsun? Seni gözyaşı içinde uğurlayanlara neler vereceksin dönüşte? Çin ve Japon yapımı hediyeler midir bavuluna doldurdukların! Yoksa… Pakistanlı büyük şair ve düşünür Muhammed İkbal’in ifadesiyle; “O kutlu beldeden Hz. Ebubekir’in sadakati ve cömertliği, Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Osman’ın ahlakı, Hz. Ali’nin ilim ve cesareti” midir beraberinde getirdiklerin! Bir düşün!…
Merhum Ali Şeraiti’nin o işten seslenişiyle; “Ey hacı! Nereye gidiyorsun şimdi? Hayatına ve dünyana mı dönüyorsun? Geldiğin aynı yola mı giriyorsun hacdan sonra? Asla! Asla! Bu sembolik gösteride İbrahim’in rolünü oynadın! İyi bir aktör, kişiliği, rolünü oynadığı şahsın karakterinden tamamıyla etkilenen insandır. Eğer bunu iyi becerirse, gösteri bitecek, fakat eseri sürecektir. Oynadıkları rolü sürdüremeyip, unutulup giden pek çok aktör vardır!
İbrahim’in rolünü oynadın, yalnızca oynamış olmak için değil, ibadet etmek ve sevmek için. İbrahim’in rolünü oynadıktan sonra yeniden kendi rolünü oynamaya dönme, İnsanların Evi’ni bırakma. Kendini bir köşeye çekme. İhramını önceki elbiselerinle değiştirme.” (2)
Bir düşün!…
Muhteşem bir feyiz ile artık yerimize yurdumuza dönüyoruz. Öğrendiklerimizi, tekrarladıklarımızı, söz verdiklerimizi yerine getirme safhasına geçiyoruz böylece.
Duam odur ki; Yüce Rabbim bizi şaşırtmaz ve O’na uyanlardan kılar. O’nun yardım ve mağfireti olmazsa, biz fani kulların yapabileceği hiçbir şey yoktur.
Teslimiyet O’nadır.
NOT: Bu yazı 2011 yılında gerçekleştirdiğim Hac farizası akabinde Çıra Yayınlarında basılan HAC POSTASI kitabından faydalanılarak yazılmıştır.
Kaynak: ysuftosun.com