Arkadaşları aracılığı ile tanıştırıldılar.
Genç kız güzel, endamlı, akıllı, delikanlı zeki ve yakışıklı idi. Konuştular. Konu konuyu açtı, sohbeti ilerletmekte güçlük çekmediler. Sanki kırk yıldır tanışıyormuş gibi. Sanki en son dün buluşmuşlar gibi.
Teknolojinin insana yaptığı fenalıklardan da konuştular, felsefenin bahçesine dalıp, mevsimlerin insanlara yaptığı fenalıklardan da, şiirin bahçesinden meyve aşırıp.
Genç kızın “Günümüzün erkekleri çok sorumsuz”, delikanlının “Bugünün genç kızları çok boş kafa” diye başlayan ön yargıları yoktu.
İkisi de kendilerinden yola çıkarak topluma, toplumdan yola çıkarak kendilerine bakan nadir gençlerdendi.
“İlk buluşma nasıl geçti?” diye merakla soran aracılara, ikisi de “İyi” dedi sadece. Ses tonlarından, iyinin ne kadar iyi olduğunu anladı arkadaşları.
İkinci buluşmaya ikisi de buruk geldi. Gidişat belliydi, zorlamanın anlamı yoktu.
Kütüphanenin bahçesinde buluştular. Kız yanında kurabiye getirmişti, ama masaya nasıl çıkaracağını bilemedi.
Delikanlı “İkimiz için kahve getirdim” dedi, kendi çektiği kahve ile yapmış olduğu filtre kahveleri masaya koyarken.
O zaman kız da çantasından kurabiyeleri çıkarttı sanki anlaşmışlar gibi sanki sen kahve getir ben de kurabiye getiririm demiş gibi. Masanın üzerindeki kurabiyelere ve kahvelere bakarken ikisi de aynı anda tebessüm etti.
Onların tebessümünü son çiçeklerini muhafaza eden leylak hissetti, ilerde renkli daireler gibi sıralanmış hercai menekşeler hissetti. Kahvenin ve kurabiyenin kokusu müthiş bir aroma ile yayıldı atmosfere.
“Kurabiye esmer un ve hurma ile yapıldı. Şekersiz.” İçindekiler kısmını niye söylemişti ki... Genç kızın yüzü alev alev yandı mahcubiyetten.
“Ben okula da evden yiyecek götürüyorum, daha sağlıklı ve daha ekonomik.” dedi, yüzündeki pembeliği örtmek ister gibi.
Delikanlı güldü. “Ben de kahvemi... Böylece alacağım kitaplardan daha az fedakarlık edecek bir bütçe oluşturmuş oluyorum.”
Birlikte güldüler. Hep güldüler.
Sohbetin sonuna doğru gülüşleri acılaştı. Üçüncü görüşmenin olmaması gerekiyordu. Yorgana göre uzatılacak ayak bahsi.
İlk buluşma mimoza mevsimindeydi, ikinci buluşma leylak mevsiminde. İki buluşma arasında sadece birkaç ay geçmiş, ama Türkiye’de her şey hızla ve çok çabuk değişmişti. Ev tutmaları, tuttukları evin kirasını ödemeleri, evi aydınlatmaları ve ısıtmaları artık mümkün değildi.
Genç kız “Eskiden insanların neden yanlarına gelin aldığını bu iki ay içinde anlamış oldum” dedi. Halasının hikâyesini anlattı. Sonradan düşündüğünde, neden bu hikâyeyi bir daha görmeyeceği, ama unutmakta güçlük çekeceği genç adama anlattığını soracaktı kendine.
“Büyük halam kayınvalide yanına gitmiş. Büyük halamın çektiği sıkıntıları gören küçük halam, ben illa ayrı ev açan birisiyle evleneceğim, demiş. O zamanlar ayrı ev açmak bizim çevrelerde pek nadir rastlanan bir şeymiş.”
“Bulmuş mu?” diyor genç adam.
“Evet, dul bir adamla evlenmiş, ayrı ev açacak diye...”
“Aradığını bulmuş mu?” diye yeniden soruyor genç adam.
Genç adam daha sonra bu görüşmeyi günlerce, haftalarca zihninde gezdirecek, kendi hâlini, “Aradığını bulmuş mu?” sorusunun peşine neden düştüğünü tekrar tekrar düşünecekti.
“Küçük halam o adamdan boşandığına göre demek ki bulamamış. Adam ayrı ev açmış, ama evlerine sadece uyumak için gelmişler. Halamın kocası her sabah işe giderken karısını annesinin evine bırakıyor, halam kayınvalidesine ve evdeki bekar çocuklara kahvaltı hazırlıyor, evi temizliyor, kömür ve su taşıyor, akşam için on beş kişilik yemek hazırlıyormuş...”
Delikanlı “Hay Allah!” diyor.
“Bitmedi... Kayınvalide, gelinin performansından memnun olmuyor ki oğluna ikinci eş almak, halamın üstüne kuma getirmek için haftada iki defa görücü gidiyormuş.”
“Yıl kaç?” diye soruyor delikanlı heyecanla.
“Yetmişlerin sonu olmalı” diyor genç kız.
Geçmiş, hiç geçmemiş gibi ânı zapturapt altına alıyor. Mekandaki her şeyi delip geçen sükut, biraz önce gülümseyerek kahve içip kurabiye yiyen gençleri de ele geçiriyor.
Üçüncü görüşme olmuyor.
“Allah’ın hakkı üçtür” diyen arkadaşlarına, gururlarının arkasına sığınıp tek kelime etmiyor ikisi de.
Genç kıza arkadaşı “Gün doğmadan neler doğar” diyor.
Genç kız “Gün batmadan neler batıyor” diyor, gözünden düşen iri bir gözyaşı damlasına engel olamadan.
Meraklısı için notlar
1- Yukarıda okumuş olduğunuz satırlar bir tanışma hikâyesi. Bireyin hikâyesinin toplumsal ekonomik gerçekler altında ezilmesinin hikâyesi. “Evlenselermiş işte, yuva kuranın Allah yardımcısı” diyenleriniz olacaktır muhakkak. İki doktora öğrencisi, “sürdürülebilir olmayan şartlar” altında evlenip birbirlerini tüketmektense “sürdürülebilir bir hayata kavuşuncaya kadar” ailelerinin yanında kalmanın daha doğru olduğunu karar verdi.
2- Evlenme- evlenememe hikâyelerini, tanık oldukça yazmaya devam edeceğim.
Anlatmak isterseniz, sosyal medya üzerinden hikayenizi ulaştırabilirsiniz.