Evet, sıra kimde?

Ahmet Taşgetiren'in Karar'daki yazısı;

Evet, sıra kimde?

Türkiye muhalefeti henüz Gazze’den başlayıp Lübnan’a Hizbullah’a uzanan İsrail saldırılarının Türkiye ile ilişkisi üzerine bir şey söylemiş değil.

Netanyahu’nun “Tevrat kaynaklı” hedefleri seslendiren sözlerinin Türkiye ile ilişkisi üzerine ya da bölge ile ilişkisi üzerine de bir şey duyulmadı mesela ana muhalefet partisinden… Ana muhalefet mesela “Niil’den Fırat’a” stratejisinin hiçbir anlam taşımadığı düşüncesinde midir?

Oysa iktidar adına en yukarıdan mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “Türkiye’nin savunmasının Gazze’den başladığı” , “İsrail adına Netanyahu politikalarının Türkiye için de tehdit teşkil ettiği” değerlendirmeleri geldi. Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli, “İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdit niteliği” hakkında Erdoğan’a benzer konuştu.

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Hürriyet’ten Fatih Çekirge’ye çok daha açık ifade etmiş: “Şunu artık görmek lazım. Siyonizm’in paranoyak bir dini argümanla beslediği; Nil’den Fırat’a kadar bu bölgeyi hâkimiyet altına alma siyaseti son aşamasına geldi. Türkiye de bu siyasetin nihai hedeflerinden biridir.”

Ben Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın TRT Haber’de söylediklerini çok daha ilginç buldum. Fidan “İsrail durdurulmazsa savaşı başka yerlere taşıyacağını daha önce birçok defa ifade ettik. Bir sene önce ne söylediysek maalesef onlar yaşanıyor” dedikten sonra bizim yazının başlığına aldığımız sorunun benzerini seslendiriyor. Şöyle ki: “İsrail gelecek sene bu operasyonu nereye taşıyacak?”

Aslında belli ki Dışişleri Bakanı’nın zihninde bu sorunun bir cevabı var, ya da olmalı. Nitekim şöyle sürdürüyor konuşmasını: “İsrail Lübnan’dan sonra nereye gider? Hangi hedefler üzerinde çalışır? Birtakım öngörülerimiz var, şimdilik o öngörüler bizde kalsın.”

Sayın Fidan’ın “Bizde kalsın” dediği “öngörüler” Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli veya Numan Kurtulmuş tarafından seslendirilmiş olmasın.

Fidan’ın Amerika – Siyonizm ilişkisine dair sözleri ise bir Dışişleri Bakanı’na göre gereğinden fazla açık. Şöyle demiş sayın Bakan:

“ABD sistemi bir çaresizlik içinde. Amerikan siyasetinde siyonizm kök salmış durumda. Bunun üzerinden kariyerler ve networkler yapılıyor. Lobinin etkisiyle İsrail aklına hizmet eden kabul edilmiş bir gerçek var. Bazı Amerikalılar bu durumdan rahatsızlık duyuyor.

ABD’nin bütün gücünün İsrail’in emrinde olması rahatsızlık verici. Netanyahu’nun stratejilerine baktığımızda hem kendi ülkesini hem müttefiklerini büyük bir ateşin içine çekiyor.”

Belli ki sayın bakan, bu sözlerle bir “kuvvet değerlendirmesi” de yapmış oluyor.

Benzeri değerlendirmelerin Beştepe’de, ya da daha geniş anlamda “Devlet katı”nda yapılmadığını düşünmek akla ziyan.

Acaba İsrail’in Gazze’de durdurulamayışı, ardından korkunç – pervasız bombardımanlarla Hizbullah’ın Nasrallah dahil nerede ise bütün komuta kademesini yok edişi ve durdurulamayışı, Hizbullah’ın arkasındaki güç olarak kabul edilen İran’ın yas ilanından ve söylemsel tepkiden öte gidemeyişi….

Ve tabii bizim “İsrail’in Türkiye’ye yönelik tehdit olduğu” tespitini dünya kamuoyu ile paylaştıktan sonra, hatta “İsrail gelecek sene bu operasyonu nereye taşıyacak?” diye sorduktan sonra, ne yapacağımız konusu…

Numan Kurtulmuş’un şu sözlerle yaptığı kuvvet değerlendirmesi acaba devlet katında yapılan değerlendirmeyi mi yansıtıyor?

“İsrail’in en büyük gücü ne Amerika’dır ne askeri teknolojisidir ne uluslararası medyadaki hâkimiyetidir ne uluslararası finans çevrelerindeki hâkimiyetidir. Bunlar İsrail’e bir güç veriyor ama, İsrail’in en büyük gücü, bölge ülkelerinin, İslam ülkelerinin dağılmışlığı, parçalanmışlığı ve çaresizliğidir. Orta Doğu halkları eğer köleleştirilmeye rıza göstermiyorlarsa birleşmeye, bütünleşmeye doğru yönelmelidir.”

Netanyahu da böyle bir değerlendirme yapmıştır mutlaka ve şu anda kendisini durduracak bir “İslâm dünyası”nı görmediği için bodoslama ilerlemektedir.

Bilmem Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından Türkiye’deki bazı, hem de İslam’a referans veren köşelerde “Sevinsek mi üzülsek mi?” tartışmaları yapılırken, İran’ın Türkiye’ye İsrail’den daha fazla tehlike teşkil ettiği yazılırken – söylenirken, İslâm dünyasını azalta azalta ortada elinden tutulacak kimse bırakılmazken…

Ve sanki herkes bir gün Netanyahu’nun bombaları ile karşılaşmak için sırasını beklerken…

KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Amerika’nın İngiltere’nin Güney Kıbrıs’a yaptıkları askeri yığınağa bakıp “Coğrafi konumuna baktığımızda, Kıbrıs’ın da bir hedef hâline gelme ihtimali şu anda gündemdedir” derken…

Belki de Cumhurbaşkanı Erdoğan, ana muhalefet lideri başta olmak üzere siyasi parti liderlerini Beştepe’de bir araya getirmeli ve “Tehlikenin hangi boyutta olduğuna ve Türkiye’nin buna karşılık nasıl bir hazırlık yaptığı”na dair bilgilendirmeli, istişare etmeli.

ELİF ÇAKIR’A YAPILAN TERBİYESİZLİK

Bursa polisi, başka bir Elif Çakır dosyasını düğün vesilesiyle Bursa’da bulunan Karar’ın Elif Çakır’ına karşı devreye sokuyor, Emniyet’e davet ediyor, sağlık kontrolü için hastaneye götürüyor, doğru kimlik kontrolü yapın, TC’ye bakın vs gibi uyarılara aldırılmıyor vs… Gecesi zehir ediliyor.

“Peki, bakan Yerlikaya arayıp özür diledi mi?” diye soruyorum. Öyle bir şey yok. Her şey bodoslama gidiyor. Bir kadın gazeteciyi gece otelinden alıp Emniyet’e götürmek… Bu mu hukuk devleti?

Geldiğimiz nokta bu… Evet bunu söylüyoruz artık… Vatana millete hayırlı olsun…