Amerikan makamlarının her birisi bir ayrı telden çalıyor. ?Hangisinin sözüne bakmak gerekir´ sorusunun cevabı açık: Hepsinin sözüne de..
Çünkü, Amerikan sistemi de elbette ki önce kendi adamlarının sözünü esas alır. Nitekim, onların sadece şu Suriye Buhranı konusunda yıllardır söylediklerini üst üste toplasanız, karşınıza tuhaf bir tablo çıkar.. Ama netice itibariyle görülür ki, onlar kararlarını oluştururken, yüksek sesle düşünmüş oluyorlar ve her birisi bir şey söylüyor ve sonrasında her an değişebilen bir esneklik içinde aldıkları kararlara, her bir makamın görüşü de yansıtılıyor.
Rus makamları da Amerikan makamları kadar dağınık bir görüntü vermese bile, gerekli gördüklerinde resmî sıfatı olan kişilerin gazetelerde yayınlanan beyanlarıyla, yön değiştirmelerin işaretleri verilebiliyor. Sözgelimi, S-400 füzelerinde Türkiye kendi yazılımlarını kullanacaktı. Ama o konuda Putin´in ünlü bir askerî danışmanı, Türkiye´nin bu füzelerin yazılımı ve diğer elektronik aksâmını açmak gibi bir yetkisinin olmayacağını bir Moskova gazetesinde yayımlanan yazısıyla açıklığa kavuşturmuş oldu.
Dahası, ?Bu füzeleri almayacaksın!´ diye Türkiye´ye yapılan Amerikan baskıları netice vermedi ama; Amerika, yarınlarda ?Bu füzeleri Türkiye´ye vermeyeceksin´ diye baskı yapsa, Rusya o andaki kendi konumu açısından geri adım atabilir. Çünkü daha önce de, İran´ın Rusya´dan almak istediği S-300 füzeleri ve nükleer reaktörlerin yapımı konusunda Amerika bastırınca, geri adım atmak ve programlarını durdurmak zorunda kalmıştı.
***
Ancak, diplomatik fırıldakçılık sergilemek konusunda kimse Amerika ile yarışamaz ve dünyanın diğer ülkeleri de kendilerini Amerika´nın muhtemel ve her an başka şekil alabilen adımlarına göre ayarlamak zorunda kalırlar, genelde.. Hele de Trump döneminde.. Çünkü o, geçenlerde katıldığı -İsviçre´deki- Davos Toplantısı´nda, bütün uluslararası temsilcilere hitap ederken, nasıl bir dayatmacı olduğunu göstermek istercesine, ?Benim için Amerika, her şeyden önce gelir´ demişti.
Şimdi, bu duruma bakarak, Türkiye´nin de nasıl bir yol izleyeceğini belirlemenin epeyce çetin olduğu ortaya çıkıyor. Evet, halkın çetin bir mücadeleye hazır olması için gerekli görülerek hamâsi sözler ediliyor, ama neticede, sonunda?
Hatırlayalım ki, eski CIA başkanlarından ve Amerikan Savunma Bakanları´ndan Robert Gates, Türkiye´nin Şubat-2008´de kendilerine haber vermeden Kandil´de PKK´ya karşı yaptığı büyük bir harekâtın, ?Eğer geri çekilmezseniz Amerikan güçleriyle karşı karşıya gelirsiniz..´ denilerek üçüncü ihtardan sonra, durdurulduğunu hâtırâtında yazmıştır. Türkiye ise o harekâtın hedeflerine vardığını ve sona erdiğini açıklamıştı, o zaman..
***
Şimdi Afrin´deki PKK´ya karşı yapılan harekâtta da, her an değişen ve hattâ aynı Amerikalı kişiler tarafından bile dile getirilen görüşler birbirinin 180 derece ters istikamette olabiliyor. Onların sözlerine nasıl güvenilecek? Önceleri, ?Afrin bizim ilgi alanımızın dışında.. Türkiye´nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz´ diyorlardı. Şimdiyse, ?Türkiye´nin Afrin harekâtı, DEAŞ´a karşı verilen mücadeleyi zayıflatıyor ve Amerikan askerlerinin hayatını riske atıyor!´ demeye başladılar.
Biz, ?Hani, o örgüt bitmişti..´ diyebiliriz, ama, Amerikan Dışişleri Sözcüsü, bizim mücadele kararlılığınızı belirtmek göstermek için dillendirdiğimiz hamâsî sözlerin, kendi siyasetlerinin oluşmasında bir etkinin olmadığını müstehzi bir tebessümle söyleyiverir.
Böylesi bir dayatmacı diplomasi karşısında, ?Ya herro- ya merroo..´ demeden, her duruma göre hazırlanmış esnek senaryolar üretemediğimiz zaman tablo daha bir girift hale gelebilir.
***
Hatırlayalım, 1980-88 arasında, Saddam Irakı´nın saldırısıyla başlayıp 8 yıl süren ve her iki taraftan 1 milyonu aşkın insanın hayatına ve her iki ülkenin de yıkımına vesile olan ?İran- Irak Savaşı´ için, ´20 yıl da sürse, zafere kadar savaş!´ diyen İmam Khomeynî, sonunda BM Güvenlik Konseyi´nin ?Ateş-Kes´ kararnamesini kabul etmek zorunda kalmış ve -kendi deyimiyle-, ?zehir kadehi´ni içmişti.