Türkiye’nin Suudi Arabistan için jeopolitik bir önemi yok. İhvan bitmiş durumda Orta Doğu’da. Daha önemli müttefikler var; bunlardan biri İsrail, hakeza Mısır. Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye uzun vadeli, 2000’li yıllarda verdiği gibi bir destek gelmez. Muhammed Bin Salman için daha önemli ilişkiler var. Bir numarada Amerika, sonra Rusya var, Çin var. Eli daha da güçlendi.
Türkiye’nin en inişli-çıkışlı ilişkiler yaşadığı ülkelerden biri Suudi Arabistan. Son olarak Veliaht Prens Muhammed Bin Salman’ın Türkiye’ye yaptığı ziyaret geride birçok soru bıraktı.
Ancak en önemli sorular; Suudi Arabistan nasıl bir ülke, Bin Salman kim, ne yapmaya çalışıyor, Vahhabizm bu gidişatın neresinde, Türkiye-Suudi Arabistan dostluğu mümkün mü?
Elbette bu soruların cevaplarına dair yorumlar yapmak için Suudi Arabistan’a yakından bakmak ve ülke içindeki ilişkiler labirentinde kaybolmadan girmek gerekiyor.
Suudi Arabistan’ı ve Bin Salman’ı körfez ülkeleri uzmanı olan Middle East Institute bünyesinde çalışmalarına devam eden siyaset bilimci Dr. Birol Başkan ile konuştuk.
Dr. Birol Başkan
Suudi Arabistan’ın Türkiye’deki imajı nasıl? Bu imaj doğru mudur?
Türkiye’de genel olarak Arap dünyasına dair yaygın anlayışlar var. Suudi Arabistan da farklı değil.
Genelde çadır devleti şeklinde görülüyor.
Evet, çadır devleti, kabile devleti. Bir dönem İslamcılar için çok pozitif bir imajı vardı Suudi Arabistan’ın. En önemli sebebi doğal olarak bu bölge insanlarının dindar olmaları. Eminim şimdi (Veliaht Prens) Muhammed Bin Salman namaz, oruç vs konularında ona şeytan diyen insanlardan daha dikkatlidir. Körfezlileri bilirsiniz, en sekülerleri bile dindardır. İslamcılar o ülkelere gittikleri ve o insanları gördükleri zaman kendilerinden zannediyorlar. Sekülerliğin, seküler yaşamın çok fazla yaygın olmadığı toplumlar bunlar. Devlet politikası olarak böyle olmuş; zaten Suudi Arabistan dünyanın en dini devleti.
Ama İhvanla (Suudi Arabistan’ın Müslüman Kardeşlerle) olan çatışmadan sonra (Türkiye’deki) İslamcıların Suudi Arabistan’a olan bakışı radikal bir şekilde değişti. Tabi bunun (Suudi Arabistan-Müslüman Kardeşler çatışmasının) neden olduğunu anlamadıklarını düşünüyorum.
(Türkiye’deki İslamcıların) Suudi Arabistan ile İhvan arasında hep var olan çatışmayı çok derinden analiz ettiklerini düşünmüyorum.
Belki klasik İslamcı okumasını esas alıyorlar, bilmiyorum. Yani, “ortada bir sorun yok ama Muhammed Bin Salman şeytani bir adam. Bundan dolayı bir sorun var yoksa İslamcılıkla oradaki dindarlık arasında bir sıkıntı yok” gibi… Halbuki, sıkıntı çok uzun zamandan beri yaşanıyor.
Hatta (Müslüman Kardeşler örgütünün kurucusu) Hasan El Benna her yıl hacca gider. O ziyaretlerden birinde Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdulaziz Bin Abdulrahman El Suud ile görüşür ve kraldan Müslüman Kardeşler’in Suudi Arabistan’da bir kolunun açılması için izin ister. Kral da, “buna gerek yok, hepimiz Müslümanız kardeşleriz. Ayriyeten bir örgütlenmeye, harekete ne gerek var?” der.
Gerçekten de Suudi Arabistan körfez ülkeleri içinde (Müslüman Kardeşler örgütünün) bir örgüt, organizasyon, vakıf olarak temsil edilmediği tek ülke. Bir de Uman var. Katar’da vardı sonra kendiliğinden kapandı.
İdeolojik açıdan da İslamcılık politik bir ideoloji. (Suudi Arabistan’ın benimsediği) Vahhabilik ise büyük ölçüde apolitik, hemen hemen her konuyu krala bırakan bir ideoloji.
Müslüman Kardeşler ve Vahhabilik arasında gerginlik hep vardı ancak tansiyon niye son yıllarda yükseldi? Ya da şöyle sorayım; Arap Ayaklanması başladığında Suudi Arabistan bunun desteklenmesi konusunda en heyecanlı ve aktif ülkelerden biriydi. Ta ki, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidara gelinceye kadar. Sonra Suudi Arabistan ayaklanmaya dair politikasında keskin bir U dönüşü yaptı. 2011 başında amacı neydi, sonra neden politika değiştirdi?
Vahhabilik apolitik, Müslüman Kardeşler ise bunun tersi bir anlayış. İkisi arasındaki gerginlik uzun yıllar sümen altı edildi, çatışma noktasına varmadı. Bunun birçok sebebi var.
Birincisi; Suudi Arabistan’a ilk giden İhvancılar 1950’lerde Mısır’dan kaçanlardı. Bunlar Suudi toplumunun parçası olmadıkları ve elleri zayıf olduğu için herhangi bir faaliyet gösteremiyorlardı.
İkincisi; Suudi Arabistan daha sonra Suriye’den, Irak’tan kaçan, o rejimlerden ciddi baskı gören İhvan üyelerine iş veriyordu. Çok iyi işler veriyordu. Bunlar arasında çok çok yükselenler de oldu. Mesela, Riyad’daki kadı yetiştiren okulun müdürü…
Daha sonra Kral Faysal geldi, (Cemal) Abdulnasır’ın pan-Arapçılığına karşı Pan-İslamcı politika izledi. Arap milliyetçiliğini, seküler ideolojiyi bir anlamda dengeleme hedefi güttü.
Burada Suudi Arabistan ile İhvan arasında ‘ortak düşmana karşı bir birleşiklik’ vardı. Ancak İhvan’ın Suudi Arabistan’daki durumu zayıftı çünkü yerel halkta bir tabanı yoktu, zamanla oluştu. Nasıl oluştu? (Müslüman Kardeşler’in önde gelen isimlerinden ve ideoloğu) Seyyid Kutub’un kardeşi Suudi Arabistan’da üniversitede hocaydı. Muhammed Kutub İslamcı ideoloji ile Vahhabiliği sentezleyen bir ideoloji ortaya koyuyor. Bu, Suudi Arabistan’da en azından belirli çevrelerde kabul görüyor. Suudi Arabistan İhvan’a yine formal bir kuruluş olarak izin vermiyor ancak örgüt bireyler arasındaki ilişkiler ağı üzerinden varlığını devam ettiriyor. Bu durum, herhangi bir çatışma olmadan 1990’lara kadar geliyor.
Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından Suudi Arabistan yarım milyon Amerikan askerini topraklarına davet ediyor. El Kaide’nin (Suudi Arabistan’daki) krallığa karşı savaşı da bu yüzden çıkıyor. Hatta iddiaya göre Usame Bin Ladin o dönemin Suudi İstihbarat başkanı Türki bin Faysal ile konuşuyor ve “Irak’a karşı sizi biz savunalım ama Amerika’yı çağırma” diyor. Bin Faysal da gülüyor, “Burası Afganistan değil, orası dağlık bölge burası çöl. Nasıl savunacaksınız?” diyor.
İhvan’ın Suudi Arabistan içindeki ilk itirazı da Amerikan askerleri sebebiyle oluyor. 300-400 kişilik bir grup zaten ve zamanla hareket içindekilerin neredeyse hepsi hapse atılıyor. Daha sonra serbest bırakılıyorlar. Çünkü bu defa El Kaide krallığa karşı aktif hale gelmiş. El Kaide’ye karşı dini argüman geliştirilmesi lazım. El Kaide de krallığın dini meşruiyetini sorguluyor.
Ancak bundan sonra Suudi Arabistan ile İhvan arasında herhangi bir düzelme olmuyor. Bu durum 2010’lara kadar devam ediyor. (İhvan açısından durum) ne tam muhalefet ne de rejimin adamı olma hali…
Arap Baharı taraflar arasındaki bu hassas ilişkiyi bozuyor. Neden? Çünkü Arap Baharı’nı bütün (bölgedeki) İslamcılar çok olumlu karşılıyordu.
Arap Baharı ile bir şeylerin değişeceği, halkın iktidara geleceği… Burada halkın iktidara gelmesi demek İslamcıların iktidara gelmesi demek. İslamcılığın genelde rejim okumaları çok negatiftir. (Bu okumaya göre) rejimler batılıların piyonudur.
İslamcılar açısından bir çeşit “nihayet bizim devrimiz geldi” heyecanı vardı.
Evet, Arap Baharı’na dair sizin kendi okumanız olabilir ancak ben Suudi Arabistan’ın başından beri rahatsız olduğunu düşünüyorum. Suudi Arabistan içinde de protesto çağrıları vardı. Rejim orada Vahhabi ulemayı harekete geçiriyor, diyor ki, “bu, krala karşı isyandır.” Sünnilerin sokağa çıkmamasını sağladı. Sünnilerin katılımı olmayınca krallık içindeki protestolar bir çeşit ‘İran destekli Şii isyanına’ dönüştü. Bahreyn’deki gösterilere doğrudan müdahale etti. Asker yolladı. Yemen’deki olayları kontrol edebilmek için orada da müdahil oldular.
Suudi Arabistan’ın Arap Baharı’na müdahalesi Arap Baharı’nı kontrol edebilmek içindi. Mısır’ı engelleyemediler, (Mısır eski Cumhurbaşkanı Hüsnü) Mübarek’in gitmesini kesinlikle istemiyorlardı. Mübarek Suudi Arabistan’ın İran’a karşı en önemli müttefiki.
Üstelik Arap Baharı kendi evlerindeki o İslamcıları, Müslüman Kardeşler’i çok ciddi bir şekilde cesaretlendirdi.
Ancak Suriye’deki duruma doğrudan taraf olarak müdahil oldu. Tarihin ironilerinden biri olacak bir şey yaptı. Ayaklanmanın ilk günleriydi, daha Şam’da bir şey yoktu. Suudi Arabistan Suriye’ye demokratikleşme çağrısı yaptı. Önce inanamadım, gerçek mi diye açıklamaların aslına baktım.
Bir tek Suriye’de farklıydı. Suriye Arap dünyası içinde İran ile iyi ilişkileri olan tek ülkeydi. Suudi Arabistan yıllarca hem baba hem oğul Esad’ı İran’dan koparabilmek için çok uğraştılar. Sadece Suudi Arabistan değil, bütün körfez ülkeleri böyleydi. Katar’ın Arap Baharı öncesi (bu amaçla) Suriye’ye 200 milyar dolar civarında yatırım yaptığı söyleniyor. Bunun sebebi Esad’ı kendine çekebilmek.
Burada Esad yönetimlerini İran’ın kuklası olarak görmek yanlış. Jeopolitik ittifaklar var. Suriye açısından İran ile işbirliği kendi açısından da mantıklı olandı. Nitekim öyle olduğu ortaya çıktı. İran, Esad rejimini ne olursa olsun destekledi.
(2011’de) Suudi Arabistan’ın amacı, Suriye’deki durumu İran karşıtı bir kazanıma dönüştürmekti.
Suudi Arabistan’ın İran ile ilgili çok ciddi kaygıları vardı. Bölgesel bir rekabet içindeler. Lübnan’da mesela İran’ın Hizbullah kanalıyla eriştiği etkinliğe ve politik güce Suudi Arabistan erişemedi. Yemen’de Husi problemi var ki 2003’te ortaya çıktı ve daha sonra da büyüdü. Orada da Şiiler 60-70 yıl her şeyden mahrum edilmiş, fakirliğin en yaygın olduğu bir halk.
Yani Suudi Arabistan’ın Arap Ayaklanması’na müdahalesi “geliyor gelmekte olan, en azından kontrol edeyim” politikası mıydı?
Evet. Suriye’de birinci sebep İran. İkinci sebep de Arap Baharı ile yükseldiğine inandığı İhvan. Suriye’deki eksen neydi? Türkiye ve Katar, burada tabii ikisi İhvan olarak görülüyor, Suriye’ye yatırım yapıyorlar. Suriye’de Esad giderse ne olacak? Orada da bir İhvancı rejim kurulur. Suudi Arabistan, “ben de kendi adamlarımı getireyim” dedi.
Bence Suudi Arabistan’ın ve Katar’ın müdahil olması muhalefetin lehine olmadı. Biri gidip Suudi Arabistan’dan para alıyor, diğeri Katar’dan; bölündüler. Suudi Arabistan ve Katar arasında muhalefet üzerinde kontrol savaşı başladı.
Bütün bunlar olurken sahneye genç bir adam, Bin Salman giriyor. Suudi Arabistan dışardan bakıldığında çok katı bir sistemin, hiyerarşik anlayışın olduğu bir ülke. Ancak Bin Salman, daha koltuğa oturur oturmaz çok sayıda süper milyoneri Ritz otelde toplayıp yerlerde battaniyelere sarılıp yattıkları fotoğrafları servis ettiren biri. Bence PR açısından çok çarpıcıydı. Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin rehin alınması ve Riyad’dan canlı yayında istifa etmesini duyurması var. Kaybolanlar, gönüllü olarak gücünden servetinden vazgeçenler var. Suudi Arabistan gibi bir ülkede, genç bir adam bunları nasıl yapabilir? Ne yapmaya çalışıyor?
Modern devletin inşası sürecinde kaçınılmaz olan yaşanıyor. Aslında Suudi Arabistan bu açıdan (körfez ülkeleri arasında) en geç hareket eden ülke. Bunun sebebi Abdulaziz’in, ülkeyi kuran şahsın 52 oğlu olması. Kesin rakam bilinmiyor, 52 tespit edilen rakam. Bunların her biri en az 3 kere evleniyor ve onların çocuklarına ve torunlarına devletin bütçesinden para harcanıyor. Doğar doğmaz maaş başlanıyor her birine. Şu anda Abdulaziz’in çocuğu ve torunu olan kaç kişiye devlet hazinesinden para ödendiğini kimse bilmiyor. Bu gizli bir bilgi. Bazı Amerikalılar bu rakamın 25 bin civarında olduğunu söylüyor.
Hepsi first class uçuyor, yurt dışına çıkıyor otellerde kalıyor, faturayı elçiliğe kestiriyor.
Muhammed Bin Salman’ın Ritz olayı tamamen aileyi sindirmeye yönelik.
Böyle devlet gitmez, bu kadar yağmayla olmaz! Muhammed Bin Salman’ın Suudiler arasında bu kadar popüler olmasının sebebi de bu.
Muhammed Bin Salman onca prensin arasından nasıl sıyrılıp o koltuğa oturdu? Hem de o kadar genç bir yaşta…
Suudi Arabistan aynı anlayışla devam edemezdi, etseydi tükenirdi ve 30-40 yıldır eğitime yatırım yapılıyor orada, bu durumun farkında olanlar vardı. Çin’den sonra Amerika’ya en fazla öğrenci gönderen ülke. İlk 500 üniversite listesinde Suudi Arabistan’dan 4 üniversite var.
Bu 30-40 yıl içinde ‘devlet böyle gitmez, böyle yönetilmez’ diyen Osmanlı’daki Jön Türkler gibi Genç Suudiler çıkmış.
Muhammed bin Salman şahsında ‘o deliyi’ buluyorlar. ‘Bu adam bir şeyden korkmadan bu aileyi sindirir’ ve gerçekten de öyle oluyor. Bu arada istihbarattan orduya kadar hepsinin Bin Salman’ın arkasında olduğunu düşünüyorum ki, olması gereken de o.
Muhammed Bin Salman kim? Bir kere babası kral. Sudeyri klanından ki, en güçlü klan. Öncelikle savunma bakanı olarak atanıyor. Krallığın ekonomik dönüşümü de onun elinde. Bu çok önemli zira, Suudi Arabistan dahil körfezin en önemli kaygısı “petrol biterse ne olacak?”
Bu amaçla Birleşik Arap Emirlikleri eğitim sistemini modernleştirmeye, Avrupalılaştırmaya 1980’lerde başlıyor. Katar 1990’larda…
Suudi Arabistan da bunu görüyor ancak onun sorunu (hanedan) ailenin büyüklüğü ve yönetici kesimin inanılmaz derecede yaşlı olması.
Ve aynı zamanda bütün kurumsal yapıyı Vahhabizm gibi çok katı bir anlayış üzerine inşa etmiş olmaları. Bu ideolojiyi birden kaldıramazlar, ortada devlet filan kalmaz. Bunun yerine sistemi küçük gedikler aça aça dönüştürecek biri lazım. Suudi Arabistan’ın eğitim, çölde tarım, metaverse dünyası, yapay zeka; akla gelebilecek her alanda çok büyük yatırımları var. Bin Salman Suudi Arabistan’ı bölgede nasıl bir konuma getirmeye çalışıyor? Dış politikası ne? Mesela, İsrail’e hava sahasını açıyor ama doğrudan ilişkiler konusunda acele de etmiyor. Ne yapmaya çalışıyor?
Bu adamlar tüccar adamlar, müzakereyi de pazarlığı da çok iyi bilen adamlar.
Suudi Arabistan’da ve körfezdeki diğer ülkelerin birincil önceliği rejimin devamını sağlamak. Petrolün nereye gideceği, paranın nasıl harcanacağı da buna göre belirlenir.
Rejim derken hanedanın gücü elinde tutmasının, monarşinin devamının sağlanması mı?
Evet.
Peki, sokak ağzıyla sorayım; Bin Salman bu hızla giderse 5-10 yıl sonra bugünkünden tamamen farklı, dışarıya açık, benim bir kadın olarak tatile gidebileceğim bir ülke mi olacak? Monarşi devam ederken Vahhabizm mi dönüştürülecek?
Yani “Suudi Arabistan sekülerleşir mi?” sorusu….
Hayır, ben o kadar iyimser değilim.
Suudi Arabistan’da Vahhabilik baskısı altında yaşamış bir gençlik var. Kadın hakları da bunun bir parçası.
Kadın hakları meselesini sadece kadın hakları olarak okumuyorum. Vahhabizm gibi sistemde kadınların araba kullanması, kadın-erkek karışık konserler o ideolojide gedikler açan radikal çıkışlar. Yanlış mı okuyorum?
Hayır, bunlar radikal çıkışlar. Belki dünya için küçük ancak Suudi Arabistan için büyük adımlar.
Burada Vahhabilik nedir? Şunu unutmamak lazım, Vahhabilik ilk çıktığı zaman bütün Müslümanlara müşrik diyen bir hareket. 1930’larda Abdulaziz telgrafı getirdiği zaman ona itiraz eden bir ideoloji. Ondan sonra müfredata coğrafya dersi konulduğu zaman, “burada Kuran ile çelişen şeyler var” diye itiraz eden bir ideoloji.
Hatta çok komik bir olay vardır. Eski büyük müftü Abdulaziz Bin Baz Kuran’daki ayetlere dair yorumu sebebiyle dünyanın yuvarlak olduğuna inanmıyor.
Suudi prenslerden biri 1980’lerde NASA ile uzaya giden ilk Arap Müslüman oluyor. Dünyaya döner dönmez Abdulaziz Bin Baz hemen bu prensi davet ediyor. Bütün ulemayı da davet ediyor. Bu prensi yanına oturtup “söyle, dünya gerçekten dedikleri gibi yuvarlak mı?” diye soruyor. Prens de evet diyor. Abdulaziz Bin Baz, “tamam, o zaman şimdi inandım” diyor.
Vahhabizm çok katı başlamış hala da çok katı bir anlayış ancak değişmez değil. Burada değişimin itici gücü de krallığın değişime olan ihtiyacı. Vahhabi ulema El Suud ailesi gibi krallığın sahibi, krallığı birlikte kurmuşlar ve kendilerini de krallığın sahibi olarak görüyorlar. Mesela, kadınlarla ilgili fetvayı hemen verdiler.
Bin Salman ziyareti Türkiye’ye ne sağlayacak?
Cumhurbaşkanı Erdoğan oraya gidince onun ziyaretine bir karşılık vermek icap etti. Yoksa şu anda Türkiye’nin Suudi Arabistan için jeopolitik bir önemi yok. İhvan bitmiş durumda Orta Doğu’da. Daha önemli müttefikler var; bunlardan biri İsrail, hakeza Mısır.
Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye uzun vadeli, 2000’li yıllarda verdiği gibi bir destek gelmez.
Muhammed Bin Salman için daha önemli ilişkiler var. Bir numarada Amerika, sonra Rusya var, Çin var. Eli daha da güçlendi. Böyle bir durumda Türkiye’ye ihtiyacı var mı?
Kaynak: Farklı Bakış