Uluslararası ilişkilerde büyük politika değişiklikleri her ne amaçla yapılırsa yapılsın uzun süre alışılmış ve bir rutin hatta konfor tesis etmiş ilişkileri bozduğu için bir rahatsızlık yaratmaması mümkün değildir. Hele ardında hala kanamakta olan yaraları olan, kuyruk acıları ve evlat acıları hala taze olan Suriye meselesinde Türkiye’nin yeni bir siyaset için yaptığı girişimin öncelikle bütün taraflarda bir şaşkınlıkla karşılanmaması mümkün değil. Ancak 12 yıldır devam etmekte olan ve yakın gelecekte bu minvalde devam ettiğinde hiç kimsenin yararına bir değişim ufku görünmeyen bir meselede konuşmayı ve başka bir yol denemeyi teklif etmek, bütün şaşırtıcılığıyla birlikte, kabul edelim ki, cesaret de isteyen bir girişim.
Bu girişimde bulunanın Türkiye olduğunu, Suriye’den yana, Rusya, İran ve ABD’den yana durumu değiştirmeye yönelik hiçbir niyetin bulunmadığını gidişattan net bir biçimde takip edebiliyoruz. Hatta ABD’nin Türkiye’nin bu girişiminden rahatsızlık bildiren açıklamaları da gecikmedi.
Moskova’da Türkiye ve Suriye arasındaki ilk görüşmeleri değerlendiren ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Price, “Söyleyebileceğim tek şey politikamız değişmedi. Acımasız diktatör Beşar Esad’ı eski durumuna döndürmek için ilişkilerini iyileştiren veya destek veren ülkeleri desteklemiyoruz. Devletleri, Suriye halkına zulüm etmeye devam eden Esad rejiminin son 12 yıldaki korkunç insan hakları sicilini ve yıllardır acı çeken Suriye halkının insani yardıma erişimi engellemeye devam etmesini dikkate alma çağrısında bulunuyoruz” diyerek ABD’nin sadece bu görüşmelere yönelik tavrını değil, bu yolla şimdiye kadar takip ettiği Suriye siyasetindeki ikiyüzlülüğü de ortaya koymuş oldu.
Her fırsatta “acımasız diktatör, 12 yıllık korkun insan hakları sicilini ve acı çeken Suriye halkını” öne süren ABD Suriye’de durumu gerçek anlamda değiştirmek için hiçbir şey yapmadı. 12 yıldır Suriye’de bu acımasız diktatörün bütün insan hakları sicilini kabartmasına daha fazla alan açmaktan başka yaptığı bir şey daha oldu, kendisi de bu sicile ortak oldu. Desteklediği terör örgütleriyle işi içinden çok daha fazla çıkılmaz hale getirdi. Hem durumu değiştirmek için hiçbir şey yapma, hem durumu daha da içinden çıkılmaz hale getir hem de bu durumu değiştirecek girişimlere karşı dur: işte şimdiye kadar Suriye sorununun devamının en önemli sebebi.
Yanlış anlaşılmasın, çözümün önünde duran sadece ABD değil, Rusya, İran ve bizzat Suriye rejiminin kendisi de herhangi bir çözüme yanaşmadılar. Mevcut durumun bu şekilde devamının, yani krizin devamının bu tarafları rahatsız ettiği düşünülmesin. Suriye bağlamında boşuna “yaratıcı, üretken, kârlı kaos” gibi kavramlar üretilmedi. Gerçi bu kavramların kaynağı ABD stratejik düşünce merkezleri ve ABD’ye siyasi model önermek üzere üretilmiştir ama bu tarafların hepsinin gerçekliğine fazlasıyla uyuyor.
Sözkonusu aktörlerin hepsi için mevcut durum daha fazla politik kâr üretmektedir. Hepsi de durumun bu şekilde devam etmesinden bir fayda ummaktadır. Durumun herhangi bir çözüm istikametinde seyretmesi hepsinin konforunu bozuyor.
Durumun bu şekilde devam etmesini istemeyen, bundan zarar gören başta Suriye halkının yanısıra bir tek Türkiye var. Çünkü Suriye ile 900 km sınırı olan ve oradaki bütün sorunların kendisine mülteci dalgası gönderdiği, istikrarsızlıktan terör tehdidi alan bir taraftır Türkiye. O yüzden çözüm için bütün evlat ve kuyruk acılarına rağmen yeni bir siyaset için, tıkanmış durumu açmak için bir girişimde bulunma cesaretini de Türkiye göstermiş oluyor.
Ancak bu girişimi daha ilk anda Türkiye’nin Suriye politikasında adeta bir teslimiyet, bütün siyasetinden vazgeçiş ve dönüş olarak göstermeye çalışanların aklına şaşmamak mümkün değil. Türkiye 12 yıldır devam eden bu sorunda baştan beri durumun gerektirdiği ahlaki ve reel pozisyonları takındı. Film geriye sarıldığında başka türlü davranması mümkün görülemeyecek gelişmeler yaşandı.
Bugün ise bu yakınlaşmadan beklentilere gereğinden fazla anlam yüklemenin anlamı yok.
Mesela Türkiye’nin bu girişimiyle Suriye rejimiyle PKK-PYD terörüne karşı bir işbirliği yapacağını düşünmek akla ziyandır. Zira PYD-PKK Suriye rejiminin kontrolünde olan bir yapı değil. Bu konuda Suriye rejiminin muhtemel bir yakınlaşma sonucunda Türkiye’nin talebiyle bu terör gruplarına karşı etkili bir mücadele yapması veya Türkiye ile işbirliği yapması beklenemez. Rejimin PYD’ye karşı mücadele edecek kapasitesi olsaydı Suriye’de durum zaten çok daha farklı olurdu. Halihazırda Suriye toprakları ABD tarafından işgal edilmiş durumda ve bu işgal edilmiş topraklarda Suriye rejiminin bir operasyon yapma kapasitesi hiç yok. Türkiye’ye yönelik terör tehlikesine karşı herhangi bir müzakerenin tarafı o yüzden Suriye rejimi değil, ABD ve belki Rusya olabilir.
Bu arada Türkiye Suriye’ye uzun vadede toprak bütünlüğü garantisi verebilecek tek taraftır. Toprak bütünlüğüne karşı hassasiyet ifade eden Suriye rejiminin Türkiye’ye gelinceye kadar ülkesindeki ABD ve PYD işgalini tasa etmesi çok daha yerinde olur.
Suriye ile doğrudan görüşmelerin bir konusu olarak sığınmacıların geri dönüşü konusunda da yakın vadede bir çözüm beklemek gereksiz. Suriyeli sığınmacıların 12 yıldır muhaliflere yönelik tek tutumu ölçüsüzce bir kıyım olan Esad’a güvenip ülkelerine dönmesini, Esad’dan ne tür garantiler verilirse verilsin, Türkiye de istemez, kimse de isteyemez.
Dönmek isteyenlere katillerine karşı verilecek garanti konusunda da ne Rusya ne de İran güven veremez. Zaten kıyımın diğer aktörleri, katliamı yapanların sadece hamileri değil ortakları. Katliamda suç ortağı olan birinin diğerine bir daha aynı şeyi yapmayacağına dair vereceği bir garantinin ne değeri olabilir?
Ancak bir geri dönüş için yapılabilecek bir işbirliği konusunda güven verecek tek taraf Türkiye olabilir ve Türkiye’nin Suriye içindeki himaye ve kontrol bölgelerinin artırılması ve tanınmasıyla sağlanacak bir güvenli bölge Suriyelileri gönüllüce geri dönmek için motive edici bile olabilir. Mesela aljazeera.net’te yazan Muhtar el-Şankıti’nin dediği gibi, Suriye içinde Türkiye’nin kontrolündeki güvenli bölgenin kriz nihayete erinceye kadar Haleb’i de içine alacak şekilde genişletilmesi çok iyi bir çözüm olabilir. Türkiye’deki sığınmacıların en büyük kaynaklarından birinin Halep olduğu gözönünde bulundurulduğunda bu, müzakerelerdeki en önemli ve bütün tarafların ve çözümün yararına olmak üzere, en makul konu olabilir.