Her şehrin farklı bir yeri vardır muhayyilemizde. Erzurum benim için sırlarla dolu kapalı bir muamma gibiydi. Birinci Dünya Harbi´nin bütün zorluklarını Erzurum üzerinden anlamaya çalışmak gerekir diye düşünürdüm. Hem soğukla hem Cihan Harbi sırasında zuhur eden Ermeni çeteleriyle mücadele eden bu insanlar gözümde birer kahramandı. Dadaş demek işte bu kahramanlar demekti benim için. Bu sebeple olsa gerek Erzurumlulara karşı ayrı bir sıcaklık duyarım.
Nereden bilebilirdim ki, yıllar sonra kızım bir Erzurumlu ile evlenecek ve ben de sık sık Erzurum´a gitme fırsatı bulacaktım.
Daha önce de gitmiştim aslında Erzurum´a. Dokuz Eylül Üniversitesinde çalışırken rahmetli Prof. Sami Aksoy´la Erzurum´a ve oradan Sarıkamış´a uzanan bir seyahatimiz olmuştu. İşte o seyahatte cihan harbinin tabyalarını görmüş, Abdurrahman Gazi´yi ziyaret etmiş ve Erzurum´un belli başlı tarihi mekânlarını tanımıştım. Çifte Minareli Medrese, Ulu Cami ve Oltu taşı tesbihleriyle hafızamda yer eden ve Taşhan olarak da bilinen Rüstem Paşa Bedesteni bu nezih Anadolu şehrine medeniyetimizin bıraktığı nadide eserlerdendir.
Ahmet Hamdi Tanpınar ?Beş Şehir? adlı kitabında ne güzel anlatır Erzurum´u. Cihan Harbi sonrasının perişan Erzurum´u ile öncesinin mamur Erzurum´unu kıyaslaması ilginçtir.
Erzurum da diğer bütün şehirlerimiz gibi çirkin, plansız ve kimliksiz şehirleşmenin kurbanı olmuş durumda. Bir tarafta Tanpınar´ın anlattığı o tarihi yapıların insana verdiği huzur? Çifte Minare´nin, Yakutiye Medresesi´nin, Ulu Caminin, Lala Paşa camisinin yaydığı huzur? Diğer tarafta iç içe girmiş betonarme yapıların birbirlerine tepeden bakan kasvetli hali? Hele de tarihi yapıları kuşatan şahsiyetsiz binalar?
Olsun, Erzurum´da huzur arayan kolayca buluyor.
Geçtiğimiz hafta sonu Erzurum´daydım. Bu sefer sebep, bir acıyı paylaşmaktı.
Kızımın kayınpederi, dünürümüz, Prof. Fevzi Keleş´in ani vefatı sevenlerini Erzurum´da buluşturdu. Daha Ramazan Bayramında Ankara´da beraberdik. Hastalıkla baş etmiş olmanın huzuru içinde görmüştüm onu. Beraber gezmiş, sohbet etmiştik.
İki yıl kadar önce yaş haddinden emekli olmuştu Hoca. Ne kadar düzgün bir hayatı vardı? Her gün oturduğu evden üniversiteye kısa sayılmayacak bir yolu yürüyerek kat ederdi. Gıda teknolojisi hocası olduğu için yediğini içtiğini özenle seçer, neyin faydalı neyin zararlı olduğunu iyi tefrik eder, tabii gıdaların önemini bize de durmadan tekrarlardı.
Fakat hayat acımasız? Abur cubur yiyen pek çok kimseye bir şey olmazken Hoca önce böbrek rahatsızlığına yakalandı. Oradan akciğere sıçrayan bir hastalıkla mücadele etti. Tedavisine dikkat ediyor ve her şey yolunda gözüküyordu.
Baba ocağının bulunduğu Oltu´ya gitmiş. Orada hastalıklarıyla hiç ilgisi olmayan bir durum hâsıl olmuş. Bir kan pıhtısı kalbde rahatsızlığa yol açmış. Oltu hastanesi hemen Erzurum´a nakledilmesini sağlamış. Üniversite hastanesinde doktor olan diğer oğlunun ve yine doktor olan küçük kardeşinin de ihtimam gösterdiği iki günlük bir yoğun bakım dönemi olmuş. Bir türlü kontrol altına alınamayan kan basıncı sanki bir şeylerin habercisi gibiymiş anlaşılan. Yoğun bakımda bir kalb krizi daha ve ardından Fevzi Hoca´ya veda? Allah rahmet eylesin?
Anadolu insanı hayatta başarılı olmak için bin bir zorluğu yenmek zorunda. Bunun için mücadeleci olmak gerekiyor. Mücadele gücünün kazanılması için aile ve çevre desteğinin hayati bir önemi var. Bizi millet olarak da ayakta tutan en önemli vasfımızdır dayanışma? Fevzi Hoca da bin bir zorluk içinde okuyan bir kimse. Sekiz çocuklu bir ailenin her çocuğuna tahsil imkânı sağlaması öyle kolay bir iş değil. Hoca, amcasının yanında Oltu´da orta okulu, büyük abisinin yanında Erzurum´da liseyi bitiriyor ve bunun kıymetini hiçbir zaman unutmuyor. Daha sonra hem kendisi hem de refikası ailenin diğer fertlerinin tahsil imkânından mahrum kalmaması için elinden gelen her türlü fedakârlığı yapıyor.
Fevzi Hoca eğrisi büğrüsü olmayan düzgün bir insandı. Üniversite hayatı Erzurum´da geçti. Doktora için bir ara altı ay kadar İzmir´de de bulunmuş ama daha sonra ayrılmış. Akademik hayatı Erzurum´da başlamış, orada bitmiş. İşini iyi yapan bir insan olmak için durmadan çalışmış. Almanya´da bulunmuş. Bu çalışkanlık ona pek çok dost kazandırmış.
Üniversitelerdeki çalışma ortamı maalesef her zaman dört dörtlük değildir. Çekememezlikler çoktur. Bunun detayına girmenin sırası değil. İşte Fevzi Hoca bu tür huzursuzluklara yol açmayacak bir insani ilişkiyi tesis eden nadir kimselerden olmuş. Ne kadar sevildiğini cenazeye ve mezara gelenlerin çokluğuna bakarak anlamak hiç de zor değildi. Cumartesi defnettik Hocayı. Ben Pazar günü de oradaydım. Taziye mekânı doldu doldu boşaldı.
Üniversite camiası kadar Erzurum´un her kesiminden insanı tanıma fırsatı buldum ben de.
Vefat eden bir erkek kardeşi dışında Fevzi Hocanın üç erkek kardeşi de hüzünlüydüler elbette. Üçünün de şahsında gerçek Erzurumluları ve Erzurumlu hissiyatını yakalamak mümkündü.
Erzurum´da adet olmuş. Her gelen oturur oturmaz ?merhumun ruhuna Fatiha? diyor, orada bulunanlar da hemen sohbeti kesip bu davete uyuyorlar. Kimi gelenler Kur´an okuyor. Ancak her gelen kalkarken ?el-hükmü lillah? diyerek teselli dağıtıyor ev sahiplerine. Bir şeyi önce anlayamamıştım. Bazıları ?Allah utandırmasın? ve ?Allah kolaylık versin? şeklinde bir temennide bulunuyorlardı. Daha sonra kavradım ki vefat eden için sorgu melekleri karşısında kolaylık dileniyor ve utanacak bir durum hâsıl olmasın diye dua ediliyordu. Önceden hazırlığı yoksa bir insanın, bu dua bir işe yarar mı diye aklımdan geçmedi değil. Ama olsun, insanlar iyi niyetle böyle bir duayı âdet edinmişler.
Başta üniversite camiasından olmak üzere pek çok tanıdığım simayla da karşılaştım Erzurum´daki taziyede. Ne çok Fatiha okundu, ne çok Kur´an okundu, ne çok rahmet dilendi, ne çok hatimler indirildi Fevzi Hoca için..
Galib Dede´nin yakın dostu Esrar Dede´nin vefatı üzerine yazdığı mersiyeyi ben de pek çok dostumun vefatı sonrasında okumayı âdet edindim. İsterseniz siz de okuyun ?Kan ağlasın bu dîde-i dür-barım ağlasın? diye başlayan mersiyeyi.
Fevzi Hoca, Şeyh Galib Dede´nin tabiriyle ?Hakka tamam âşık idi?.
Allah rahmetiyle kuşatsın?
Ocak Medya