Seçimde hile olduğu gerekçesiyle ertelenen seçimleri bu sefer daha büyük bir farkla muhalefet partilerinin oluşturduğu Millet İttifakı kazandı.
Kuşkusuz iktidar cephesinin hataları kadar muhalefet cephesinin performansı da sonuçlar üzerinde etkili oldu. Ancak genel kabul özellikle AK Partinin yaptığı hataların seçimin sonucunda daha belirleyici olduğu idi.
Türkiye´de devletçi, milliyetçi, Ulusalcı, Kemalist seküler siyasal retoriğin iktidar olmaya yetecek bir sosyal zemini yok. Millet İttifakının adayı Ekrem İmamoğlu, ısrarla bu dilin dışında durarak kucaklayıcı bir söylem inşa etti. CHP, büyük bir ihtimalle bilinçli olarak özellikle dışarıda durdu. AK Parti ise devletçi, milliyetçi, Kemalist söyleme yaslandı. Sonuç olarak İmamoğlu devletçi, milliyetçi, seküler, Kemalizm´in ötesinde kuşatıcı bir dil kullanarak kazandı. AK Parti ise bu değerlere yaslanarak kaybetti.
Ancak Kemal Kılıçdaroğlu´nun seçim sonrası yaptığı ?Kazanan Mustafa Kemal ve onun arkadaşlarıdır.? şeklindeki değerlendirme, CHP´nin ideolojik bagajlarından kolayca uzaklaşamayacağını gösteriyor. Bu hiç kuşku yok ki, yeni Türkiye derken, eski Türkiye´nin zihniyetine mahkûm olmak anlamına gelir.
Seçimin ertesinde Kürt seçmenin politik tutumu üzerine çok sayıda değerlendirme yapıldı. Kürt seçmen üzerine konuşurken bazı sosyolojik gözlemler yapmak gerekir.
1. Kürt seçmen diye blok bir seçmen kitlesi yoktur.
2. Ağırlıklı olarak HDP´ e oy veren ve vermeyen diye ikiye ayrılabilir.
3. AK Parti´nin oy aldığı kitle HDP dışındaki muhafazakâr eğilimli Kürtlerdir.
4. AK Parti ile HDP arasındaki oy geçişi çok düşüktür.
5.AK Parti kendine oy veren muhafazakâr Kürtlerin bir bölümünün oyunu kaybetmiştir. Ama buradan Kürtler AK Partiye hiç oy vermedi sonucu çıkarılamaz.
6. HDP seçmeninin önemli bir bölümü Kandil ve PKK´ya sempati duymakta ve PKK´yı Kürt ulusal mücadelesinin önderi saymaktadır. HDP´ li olup ta PKK ya karşı çıkan Kürt seçmen çok sınırlıdır.
7. Son 10 yıldır HDP yüzde 10 civarında oy alıyor. Bu seçmen hiçbir şekilde başka bir partiye gitmemektedir.
8. AK Parti´nin Kürt söyleminin etkilediği kitle muhafazakâr Kürtlerdir.
Sosyal olayların iç ve dış faktörleri olur. Bazı yorumcular dış faktörleri bazıları da iç faktörleri esas alır. Müslümanların kaybettiği Uhud Savaşının nedeni konusunda Kur´an, savaşın gidişatını değiştiren hamleyi yapan müşriklerin komutanı olan Halid bin Velid´den hiç söz etmez. Doğrudan iç faktörlere yönelir ve yenilgiyi Müslümanların peygamberlerini dinlememelerine ve ganimet hırsına kapılmalarına bağlar. Diğer yandan Hud ve Habil-Kabil kıssasında belirleyici olan dış faktörlerdir. Hz. Hüseyin ve Ömer Muhtarın yenilgilerini kendilerine bağlamak ne kadar doğru? Demek ki, her tarihsel olayın kendi dinamikleri var. Aziz Kur´an hem insanın çeşitli zorluklarla sınanacağını hem de başına gelen kötülüklerin kendi eliyle kazandıklarının sonucu olduğunu belirtiyor. Galiba haklılığı belirleyen şey sonuçtaki başarıdan çok izlenen yöntem ve samimiyettedir. Çinli bilge Lao Tze´nin dediği gibi, bizim bildiğimiz sadece gördüğümüzdür, hakikat nedir onu bilemeyiz. Son söz Kur´an´ın, sizin şer gördüklerinizde hayır, hayır gördüklerinde şer vardır.
Diğer yandan, Türkiye´nin en büyük kentinin belediye başkanı terör örgütünün kendi arasında yaşadığı güç paylaşımından galip çıkan odakça belirleniyor olması daha da vahimdir. HDP seçmeni Öcalan doğrultusunda değil, Kandil doğrultusunda hareket edince İmamoğlu kazanıyor. Eğer Öcalan dinlenseydi AK parti kazanacaktı. CHP ve İP kazandıkları için bunu görmezden geliyor. Eğer Öcalan´ın çağrısı karşılık bulsaydı kuşkusuz AK Parti de aynısını düşünecekti. İstanbul belediye seçiminin kilit rolünü Kandil ve Öcalan ekseninde belirlenmesi ne kadar ilginç değil mi? Taraflar bunu sorun etmiyor. Kazanmak için her yol mubahtır anlayışını rehber ediniyor.
Muhafazakâr dindarlar ve onun siyasal temsilcisi olan AK Parti özelinde ise çok daha derin sorunlar var. Tabiri caiz ise asıl mesele seçimden daha derinde. Müslümanlar modernleşme ile anlamlı bağlantılar kuramadılar. Modernleşmeye alternatif bir ahlaki duruş sergileyecekleri yerde, sürekli kendilerinden taviz vererek dünyevileştiler. Müslümanların dünyaya vereceği erdem ve ahlaktı. Maalesef onu da büyük ölçüde kaybettiler.
Dindar muhafazakârlar başarıyı kendilerine, başarısızlığı dış faktörlere atarak açıklama gayretindedirler. Mesela efsane olarak anlatılan Refahyol deneyimi. Bütün başarılara karşın sürdürülemeyen, buna karşılık toplumdaki güvenliğini de kaybeden bir konuma düştü. Suçlular belli: Amerika, İsrail, bürokrasi ve askerler. Aynı şeyi şimdi AK Partililer yapıyor. Galiba özeleştiri muhafazakâr dindarlardan zor bir sürece işaret ediyor.
Nurettin Topçunun isabetle belirttiği gibi, sosyal olayların asıl sorunlu tarafı menfaatlerin öne çıkarılmasıdır. ?Menfaatler hırslarımızın zehirli yemişleridir. Her biri ayaklarımıza vurulan birer zincirdir. Onlarla Allah´a gidilemez. İnsan için gerçek esirlik her taraftan gelen, her çeşit menfaatlere bağlanmaktır. Hangi endişe ile ve hangi yüksek gayenin hayaliyle bezenmiş olursa olsun, menfaatle dostluk kuran, gece gündüz ibadet de yapsa, Allah´a dost olamaz. Bunda dini yükseltme veya cemaati kurtarma gayesini kalkan olarak kullananlar en büyük riyakarlardır; onlar en büyük günahkârlardır.´´ (Nurettin Topçu; İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf)
AK Parti kaybetti, çünkü ?Kişisel küçük çıkarları için her şeyi mubah görüp, öylesine haysiyetsiz şeyler yaptılar ki, koskoca bir camianın dinine, davasına, inancına, ilkelerine leke sürdüler, zarar verdiler. Asıl öfke duymamız gereken şey budur. İstanbul´u kaybetmek bunun yanında küçük kalır.´´ (Bu satırların yazarı olumlu bir eleştiriye dahi hoşgörü gösterilmeyip yazdığı gazeteden uzaklaştırılan Yeni Şafak eski yazarı Kemal Öztürk´e ait.)
AK Parti Manisa Milletvekili Prof. Dr. Selçuk Özdağ´da sorunun kökenine dikkat çekiyor: ?İstişarenin, eleştirinin olmadığı yerde doğruyu bulamazsınız. Türkiye gibi bir ülke tek akılla yönetilemez, devlet çok aklın kılavuzluğunu isteyen bir mekanizmadır. Onca uyarıya rağmen kimse yapılan haklı, yol gösterici eleştiriyi dikkate almadı. Üstelik her yol gösterici eleştiri düşmanlık olarak kodlandı ve tek merkezden yönetildiği belli olan trollerin saldırısına teslim edildi. Konuşmanın suç olduğu bir yerde duvara toslamak kaçınılmazdır ve kabul etmek gerekir ki tam da bu olmuştur.?
Ayrıca CHP/İP/HDP bloğuna yapılan Kandil desteğini parçalamak için Kürtleri tarafsız kalmaya çağıran Öcalan açıklaması iktidarın aleyhine oldu. Kuşkusuz bunun Kürt siyasetinin geleceğinde Öcalan´ın pozisyonu ve etkinliği ile de ilgisi var.
Millet ve Cumhur ittifakı birbirlerini terörle işbirliği yapmakla suçladılar. Çünkü ikisinin de PKK, Kandil ve Öcalan´ın hükmettiği oyların ne şekilde kullanılacağına ihtiyacı vardı. Buradaki terör tanımı, kime destek olunduğuna göre değişiyor. Yani terör tartışması anlamlı bir sosyolojik soruna değil, pragmatik siyasal tercihlere göre tanımlanıyor. Militanlar ise kendi pozisyonlarını haklı çıkarmaya gayret ediyorlar. Oysa, temelinde çok daha büyük bir sosyolojik sorun alanı var: Kürt sorunu nasıl çözülecek? Bu sorun Öcalan, Kandil ve HDP´nin hükmettiği Kürt oylarının nereye akacağından çok daha önemlidir. Daha temeldeki sorun ise şu: Cumhuriyet modernleşmesiyle kurduğumuz ulus devlet paradigması etnik bir sorunu çözmeye yeterli midir? Yoksa sorunun bizatihi kaynağı mıdır? Tercihimiz ne olacak? Modernleşme ile kurduğumuz paradigmayı sabit kabul edip sosyolojisini mi değiştirmeye çalışacağız, yoksa sosyolojisini veri alarak sistemi mi? Bu soru ?İstanbul´u kim kazandı?? sorusundan çok daha önemli bir beka sorunudur.
Seçimlerin belirleyici faktörünün özellikle HDP´nin olacağı tezi haklı çıktı. İktidarın yüzde elliye odaklandığı bir yerde, kazananı küçük partilerin tavrının belirleyici olması, küçük partilere oy oranıyla orantılı olmayan bir güç kazandırıyor. Bu da AK Parti´nin bu sistemi getirmekle varmak istediği hedefin uzağına düştüğünü gösteriyor. HDP´nin oy oranıyla orantısız bir güç kazanması, bu partinin hükmettiği oy alanında etkili olduğu düşünülen PKK, Kandil, Öcalan gibi aktörleri öne çıkarıyor. Normal olarak onlarda bu pozisyonun avantajlarını kullanmaya çalışıyorlar. Kuşkusuz aynı şey SP için de geçerli.
Getirilen sistem istikrarı sağlayıp koalisyon çekişmelerini önlemeyi hedeflerken koalisyonsuz bir iktidarı imkânsız hale getirdi.
Diğer taraftan Kürt siyasetinin sorun alanları üzerine yeniden düşünmek gerekiyor.
1. İslam/ Şafi/ Nakşibendi toplumsal hafızanın üzerine kurulan, seküler/ ulusalcı/ sol/ Kürt milliyetçiliği arasındaki ilişkilerin ne tür bir sonuç verileceği.
2. Kürt siyasetinin ana aktörleri olan PKK, Kandil/ Öcalan ve sivil siyaset alanını kaplayan HDP arasında uyum mu, yoksa bir hakimiyet çatışması mı var?
3. Öcalan´ın Kürt siyasetindeki ağırlığı nedir, bileşenlerden biri mi yoksa ana aktör mü?
4. Kürt siyasetinin çoğulculaşması bir imkân mı, yoksa bir zaaf mıdır?
5. Kürt siyaseti kendine özgü bağımsız bir çizgi mi izlemeli yoksa siyasal gelişmeleri izleyerek birliktelik belirli ittifaklar mı kurmalıdır?
6. İstanbul seçimlerindeki tercih farklılığı, Öcalan ile devlet arasında bir anlaşmaya mı işaret ediyor yoksa Kürt siyaseti üzerindeki hakimiyet kavgasına mı?
7. Ortaya çıkan bu durum farklı demokratik siyasetin önünü açan bir imkân mı yoksa Kürt siyasetini parçalayan bir olumsuzluk mu?
8. Kürt siyasetini bir çatı altında toplama hedefi demokratik bir hedef midir?
9. Ortaya çıkan durum HDP/ YPG ve Kandil´in Amerika merkezli siyasetine karşı iddia edildiği gibi Öcalan´ın yerli ve milli siyasetiyle olan çatışmasının yansıması mı?
10. Öcalan sorunun çözümünü bölgenin ana aktörlerinden biri olan Türkiye ile mi yapmak istiyor?
11. Sivil Kürt siyasetinin PKK ile ilişkisi bir imkân mıdır, yoksa demokratik Kürt siyasetinin gelişmesinin önünde bir engel midir?
12. Kürt sorunu etnik, kültürel, devlet sorunu mudur, yoksa insan hakları ve demokrasi sorunu mu?
Asıl gerçeklik şu galiba ?´Kürt sorunu´´ bir şekilde çözülmeden rahat uyku yok kimseye. Bir gerçek de şu ki, Kürt sorunu gündelik seçim bloklaşmalarıyla aşılamaz. Kalıcı, adil ve özellikle Kürtler tarafından kabul görecek bir toplumsal ve siyasal sözleşmeye ihtiyaç var. Bunu en çok zorlayan etken ise terör ve silahla, Kürt sivil siyasetinin büyük pastasının iç içe olması
Kuşku yok ki, tüm eleştiriler iyi niyetli değildir. Kendisinin ne kadar iyi tahmin yaptığını söyleyerek öne çıkanlar, kendini önemsetmek isteyenler, söylediği bir doğrunun içine birçok yanlış katanlar, yol göstermek yerine hakaret edenler olacaktır. Yapılacak olan, eleştirileri dinlemek ve içlerinden yararlı olanları seçip, hatalardan arınarak yeni bir yol ve hedef belirlemektir.
Eleştirilenin gözetmesi gereken hususlar;
1.Eleştiriye kapalı olma hastalığı.
2.Her eleştiriyi düşmanlık, her eleştireni düşman sanma hastalığı
3.Hatayı savunma hastalığı. ( Mustafa İslamoğlu, Ne Yapmalı, s: 128-129)
AK Parti kendini yenileyip dönüştüremez ise yeni parti kaçınılmaz görünüyor. Muhafazakâr dindar AK Parti küskünlerinin yeni adresinin SP olamayacağı da kesinleşti gibi. Çünkü bir önceki seçime ilişkin yaşanan kayıp Saadet Partisine yönelmedi. Öyle görülüyor ki, AK Partiden ayrılan seçmen Saadet´i tercih etmiyor. Hem AK Parti hem de Saadet Partisinin üzerinde düşünmesi gereken gerçeklerden biri de bu.
Küstürülen yığınlar, milliyetçi ve devletçi dil, Kürtlere yönelik dışlayıcı retorik, seçimin iptalinin haksız olduğu inancı sonuçlarda etkili oldu. Görünen o ki, Erdoğan ve AK Partinin milliyetçi, devletçi ve ötekileştirici dili sorun oluşturuyor. Bu dilde ısrar etmek yeni bir oluşuma kapı aralar. Diğer yandan SP, mevcut dili ve yaklaşımıyla AK Parti´nin oluşturacağı boşluğu doldurması zor görünüyor.
Kaynak: Özgün İrade Dergisi