Televizyonun olmadığı, cep telefonu ve internetin hayatımıza girmediği, insanların birbirleriyle yüz yüze konuştuğu, komşuluğun sanal değil gerçek olduğu, o günlerde köy odalarında, kahvelerde, komşu evlerde toplanılır, ağzı laf yapan biri hikâye anlatır diğerleri de sessizce dinlerdi.
Hikâyenin sonunda da herkes kendine bir ders çıkarırdı.
İşte o hikayelerden birine sosyal medyada rastladım.
Hikâye şöyle; Zamanın birinde bir sultanın kafasına üç soru takılmış
Birinci soru; Dünyanın en önemli kişisi kim?
İkinci soru; Yapacak en önemli iş nedir?
Üçüncü soru; Bir şeyin yapılacağı en iyi zaman hangi zamandır?
Sultan, sorularının cevabını bulmaktan ümidini kesmiştir ki, hikmet sahibi bir kişinin ününü duyar. O kişiyle bizzat görüşmek ister ve tebdil-i kıyafet edip muhafızları ile birlikte yola koyulur.
**
Ormanın içinde uzun süren bir yolculuktan sonra ak saçlı bir ihtiyarın tek başına yaşadığı eski küçük eve yaklaşırlar. Sultan, muhafızlarına uzakta kalmalarını emreder, geri kalan yolu kendi başına yürür.
Yanına vardığında ihtiyar adam, elinde bir kürekle bahçesinde toprağı kazmaktadır. Sultan, kendisini fark ettirmek için hafifçe öksürür.
İhtiyar adam misafirini fark eder, gülümseyerek başıyla selamlar ve toprağı kazmaya devam eder.
Sultan konuşmaya başlar; “Kolay gelsin. Uzun süredir cevaplayamadığım üç sorum var. Sorularımın cevaplarını arayıp duruyorum. Dünyanın en önemli kişisi kimdir, yapılması gereken en önemli iş nedir ve her şey yapmanın en iyi zamanı hangi zamandır?”
İhtiyar hiç cevap vermeden çalışmasına devam eder.
“Size yardım edebilir miyim?” der sultan nazik bir ses tonuyla.
İhtiyar adam hiçbir şey demeden küreği sultana uzatır. Sultan bir süre sessizce toprağı kazdıktan sonra sorularını tekrar eder ama yine cevap alamaz.
Sultan, “Sana sorularımın cevapları için gelmiştim. Eğer verecek cevabın yoksa söyle, ben de evime gideyim.” der.
**
Tam bu sırada, bir adamın hızla onlara doğru koştuğunu görürler.
Adam bir elini karnına bastırmıştır ve ellerinin arasından kan sızmaktadır.
Yaralı adam gelir, önlerinde yere düşer.
Sultan ve ihtiyar hemen eğilip adamın yarasını yıkarlar, sonra da güzelce sararlar.
Yarası sürekli kanadığı için sargıları sık sık değiştirmek zorunda kalırlar. Sonunda adam uykuya dalar ve ertesi sabaha kadar uyanmaz.
Sultan da bir köşede uyuyakalır.
Sabah olup uyandıklarında yaralı adam sultana mahcup mahcup bakarak,
“Beni affedin!” der.
“Seni affedecek bir şey yapmadın ki!” diye karşılık verir sultan.
“Ah, hayır, yaptım! Siz benim düşmanımdınız. Sizi öldürerek kardeşimin intikamını almak ve topraklarını tekrar ele geçirmek için yemin etmiştim. Dün buraya geleceğinizi duydum ve sizi yolda öldürmeye karar verdim. Ama saatler boyu dönmeyince saklandığım yerden çıkıp sizi bulmak istedim. Muhafızlarınız beni hemen tanıdılar ve yaraladılar. Onlardan kaçmayı başardım. Ama siz bana bakmasaydınız kan kaybından ölecektim. Ben sizi öldürmek istedim; oysa siz benim hayatımı kurtardınız!”
Sultan, eski bir düşmanıyla barıştığına sevinir.
Hatta muhafızlarını çağırarak adamı sarayına taşımalarını ve saray doktoruna emanet etmelerini emreder.
**
Sultan, ihtiyar adamdan ümitsiz; “Bana müsaade artık!” der.
“Sorularınız çoktan cevaplandı.” der bilge ihtiyar.
“Nasıl yani der Sultan?”
“Nasıl mı? Eğer dün güçsüzlüğüme acıyarak bana yardım etmeyip evinize dönseydiniz bu adam size saldıracak ve belki de sizi öldürecekti.
Dolayısıyla en önemli an benim için bahçemde çiçek ektiğiniz zamandı; en önemli kişi de bendim ve en önemli iş de bana yardım etmenizdi.
Sonra, adam size koşarak geldiğinde en önemli iş onun yaralarını sarmaktı.
Bu işi yapmasaydınız bir insan ölecekti.
O yüzden, en önemli kişi o adamdı.
En doğru zaman da bu işi yaptığınız vakitti.
Görüyorsunuz ki, en önemli zaman içinde bulunduğumuz andır. Çünkü ancak şimdi elimizden bir şeyler gelebilir.
Geçmişe sadece bakabilir ve ‘Keşke şöyle yapsaydım!’ ya da ‘Keşke şöyle yapmasaydım!’ diyebiliriz.
Gelecek ise daha gelmemiştir ve geleceği de kesin değildir.
En önemli kişi, içinde bulunduğunuz anda yanınızda kim varsa o kişidir.
En önemli iş ise ‘ama’sız ve ertelemeden o anda ne gerekiyorsa onu yapmaktır.
Hayırlı pazarlar…