Özbudun Hocanın siyasi olarak liberal demokrat ve daha önemlisi akademisyen olarak eleştirel müdahaleleri, özellikle 1924 Anayasası değerlendirmesi bağlamında her zaman dikkate alınması zorunlu bilgi ve uyarılar barındırmaktadır.
Ergun Özbudun anısına
Daha önceki Tarih Tersleri’nde önce 1924 Anayasasında yapılan toplam 11 revizyonu ilk yazıda makro düzeyde sergilemiş, sonra da ilk beş revizyonu anayasa maddesi sırasına göre ikinci ve üçüncü yazılarda betimsel (deskriptif) düzeyde özetlemiştim. Bundaki öncelikli amacım anayasa revizyonları tarihi bağlamında bir anayasanın geçirmiş olduğu tüm değişiklikleri bir arada ve kronolojisine uygun olarak bir tablo şeklinde okuyucuya sunmaktı.
Bu noktada, 1928-37 yılları arasında, yani Tek Parti Rejimi/Diktatörlüğü döneminde yapılan bu beş revizyon ile 1945 ve 1952 yıllarında anayasa metninin diliyle ilgili yapılan iki revizyonu anlam ve önemi bağlamında değerlendirmek, yani 1924 Anayasasında yapılan revizyonlarla ilgili genel gözlem ve tespitlerime yer vermek istiyordum bu haftaki Tarih Tersleri’nde.
Ancak bunun öncesinde çok yönlü bir akademisyen ve Anayasa hukukçusu olan ve 1924 Anayasası ile ilgili de müstakil bir çalışması olan Ergün Özbudun’u ölüm yıldönümünde anmak ve bu konudaki görüşlerine yer vermek istiyorum…
*****
Bir süredir üzerinde durmakta olduğum ‘Osmanlı-Türkiye Anayasa Revizyonları Tarihi’ konusunda ve bilhassa 1924 revizyonları hakkında çalışma yaparken dönüp baktığım ilk başvuru kaynakları arasında şüphesiz Ergün Özbudun’un bu alandaki çalışmaları yer alır. Bu alanda çalışan tüm akademisyen ve araştırmacılar için de geçerli bir durumdur bu.
Bu yazı vesilesiyle siyasetbilim ile harmanlanmış anayasa hukuku konusunda ülkenin önde gelen hocalarından Ergun Özbudun’u kaybedişimizin (1 Kasım 2023) birinci yılının dolmasına bir hafta kala, kaleme aldığım bu yazıda anmak ve Hocanın İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından 2012 yılında yayınlanmış olan 1924 Anayasası kitabında “1924 Anayasası’nın Değişiklikleri”ne dair yaptığı değerlendirmeleri burada özetlemek istiyorum.
Kimsenin kendi mutlak doğrular akvaryumundan çıkmaya pek niyetli olmadığı günümüz konjonktüründe, Özbudun Hoca başkanlığında hazırlanan ‘Sivil Anayasa’ çalışması nedeniyle kendisine yapıştırılan ‘yandaşlık’ yaftasının yersizliğini de söz konusu anayasa taslağının devrimci niteliğini de bugün özellikle çoğu kendisini solda tanımlayan kimi modernist ve Kemalist fanatiklerle tartışmak veya konuşmak olanaksız görünmektedir. Söz konusu anayasa taslağındaki eksikleri veya yanlışları eleştirmenin ötesinde, bu konuda fobi seviyesinde tepkiler verilmesi, öncelikle okunup doğru anlaşılmasının engellenmesi ve konunun klişe refleksler üzerinden tartışılması gibi tavır ve tutumlar daha büyük ve akut sorun olarak önümüzde durmaktadır.
Maalesef hala aşılmamış olan söz konusu anayasa taslağı hakkında, hazırlığı ve AKP’ye sunuluş sürecini de kapsayacak şekilde iki bölümden oluşan (söz konusu komisyonun üyesi) M. Emin Zararsız’ın yazısını ve sürecin akıbeti konusunda Yıldıray Oğur’un (her zamanki gibi pek muhkem) analizini okumak herkes için aydınlatıcı olacaktır.
Özbudun Hocanın siyasi olarak liberal demokrat ve daha önemlisi akademisyen olarak eleştirel müdahaleleri, özellikle 1924 Anayasası değerlendirmesi bağlamında her zaman dikkate alınması zorunlu bilgi ve uyarılar barındırmaktadır.
*****
Anayasa tartışmaları bağlamında sürekli afaki laflarla tartışılan 1924 Anayasası konusunda Ergun Özbudun’un yazdıklarını bir yana bırakarak, konumuz olan 1924 Anayasası revizyonları özelinde kendisinin söylediklerine baktığımızda, dikkati çeken iki önemli nokta öne çıkmaktadır. Öncelikle Tek Parti dönemi diktatörlüğünün kapıldığı -küresel düzeyde o dönemin hakim anlayışı olan- totalitarizm konusundaki hevesin ve ikinci olarak -dönemin gözde ideolojisi olan- faşizm ile flörtünün bu revizyonlardaki rolünü görmekteyiz.
Özbudun Hoca 1924 Anayasası revizyonlarla ilgili analizine başlarken “anlamı aynı kalmak üzere sadece dil değişikliğini içeren 1945 ve 1952 değişiklikleri”ni dışarıda tutmaktadır. Aşağıda hocanın değerlendirmelerini aktarırken bu yazıda kendisine ait cümleleri italik olarak vereceğim.
Bu arada 1945 ve 1952 revizyonlarının gerçekten anlam değişikliklerine veya kaymalarına neden olup olmadıklarını ayrıca tartışmakta yarar olduğunu ve bunu ileride yapmaya çalışacağımı belirteyim.
Ayrıca, Özbudun’un analizine katmadığı 1960 yılındaki ‘1924 Anayasası tadilatları’ meselesinin de ayrıca ele alınması gerekir ki bunu da sonraki haftalarda yapabilmeyi umuyorum…
*****
Ergün Özbudun’un ilgili çalışmasında 1924 Anayasası revizyonları konusunda yaptığı analizlerine dönecek olursak, Özbudun, 1928’de, 1931’de ve 1934’te birer kez ve 1937 yılı içinde iki kez olmak üzere beş kez gerçekleşen revizyonlardan üçünü “sınırlı ve teknik nitelikte” bulur ve bu revizyonları kısaca şöyle özetler:
1) Bütçenin meclise sunulması gereken son tarihle ilgili 10.12.1931 tarihli revizyon,
2) “5.2.1937 tarihli değişiklikle ihdas edilmiş olan siyasî müsteşarlık (bakan yardımcılığı)” (abç) makamının ilgasını içeren 29.11.1937 tarihli revizyon, ve
3) “kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanı”yan 29.11.1937 tarihli revizyon.
Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan 29.11.1937 tarihli revizyonun, şaşırtıcı bir şekilde Özbudun tarafından “sınırlı ve teknik nitelikte” bulunmasıdır. Bununla ilgili açıklamasında, Hocanın dönem tarihiyle ilgili birikimi ve siyasetbilimci kimliği öne çıkmaktadır: “Bu değişikliğin siyasî anlamı şüphesiz büyük olmakla beraber, Cumhuriyetin modernleşme projesi çerçevesinde beklenen bir değişiklik olduğu söylenebilir.”
Dikkat çekmek istediğim ikinci nokta ise siyasi müsteşarlığın kaldırılması ile ilgili 29.11.1937 tarihli revizyonu “sınırlı ve teknik nitelikte” bulan Özbudun’un, bu makamın ihdasını içeren 05.02.1937 tarihli revizyonu bu şekilde değerlendirmemesidir. Üstelik, aşağıda görüleceği üzere, bu revizyonu “siyasal anlam ve kapsamları itibariyle çok daha önemli ve radikal” bulduğu iki revizyondan biri olarak kabul etmektedir. Bunun nedeni, şimdi ele alacağım bu revizyonun içeriğindeki diğer konulardır.
Özbudun’un 5 Şubat 1937 revizyonu için yaptığı şu tespit, bunu neden (1928 revizyonu ile birlikte) “siyasal anlam ve kapsamları itibariyle çok daha önemli ve radikal” bulduğunu çok iyi açıklamaktadır:
[Bu revizyon] “rejimin otoriter karakterinin daha da belirginleştiğinin bir göstergesi olması açısından anlamlıdır. (…) [Bu] değişikliğin özü, tek-parti konumundaki CHP’nin program ilkelerinin anayasa ilkeleri haline getirilmiş olmasıdır. Böylece, parti-devlet kaynaşması bir adım daha ileri götürülmüştür.
(…)
1937 Anayasa değişikliğinin özü, şüphesiz, CHP’nin altı ilkesinin anayasa ilkeleri haline getirilmiş olmasıdır. Meclis görüşmelerinde ileri sürülen yukarıdaki görüşlerin açıkça kanıtladığı gibi, bu dönemde CHP’nin tek-parti ideolojisi, daha otoriter, katı ve dışlayıcı nitelik almış; liberal devlet anlayışı sadece uygulamada değil, fikir planında da reddedilmiş; tek-parti sistemi gelip geçici bir zaruret değil, ideal ve kalıcı bir model olarak takdim edilmiş; Türklük ve Türk milliyetçiliği, sadece kültürel değil, etnik çağrışımlara da yer verecek şekilde kuvvetle vurgulanmıştır.” (abç)
Revizyonun arkasındaki ideolojiyi açıkça sergilemek için Özbudun’un kaynak olarak kullandığı Teşkilât-ı Esasiye Encümeni mazbatası ve TBMM görüşmelerinden aktarılmış pasajlar, bu argümanlar için çok iyi seçilmiş sağlam dayanaklardır. Yer darlığından burada aktaramayacağım (konuyla ilgili diğer çalışmalarda da karşımıza çıkan) bu pasajları, kendi değerlendirmelerimi içerecek ilgili yazıda özgün kaynağından aktarmaya çalışacağım.
Özbudun, bu kapsamlı revizyonla gelen çok önemli iki değişiklikle ilgili açıklamaya ilginç bir şekilde bir dipnotta yer vermektedir:
“1937 Anayasa değişikliğinin, 2’nci madde değişikliği ve çeşitli maddelere siyasî müsteşarların eklenmesi dışında getirdiği yeniliklerden biri, 74’üncü maddede yapılan değişiklikle, çiftçiyi toprak sahibi kılmak ve ormanları devletleştirmek için yapılacak kamulaştırmalarda, malın değer pahasının peşin olarak ödenmesi ilkesine istisna getirilerek, bu tür kamulaştırmalarda kamulaştırma bedelinin ve bunun ödenme şeklinin kanunla belirleneceğinin kabul edilmesidir. İkinci bir değişiklik, din ve vicdan hürriyetine ilişkin 75’inci maddeden “tarikat” kelimesinin çıkarılmasıdır.” (abç)
Aynı şekilde, “siyasal anlam ve kapsamları itibariyle çok daha önemli ve radikal” bulduğu revizyonlardan biri olan “Anayasa’nın ilk metnindeki tüm İslâmî referanslar[ı] kaldır”an (abç) 14 Nisan 1928 tarihli revizyon sırasında hazırlanmış Teşkilât-ı Esasiye Encümeni mazbatasında yer alan gerekçelendirmeyi, revizyonun arka planındaki zihniyeti göstermek için olduğu gibi aktaran Özbudun, hemen arkasından eklemektedir: “Bu radikal değişikliğin, Meclis Genel Kurulu’nda üzerinde hiçbir tartışma yapılmaksızın kabul edilmiş olması, ilginçtir.” Bu ilginçliğin aslında dönem konjonktürü dikkate alındığında ‘normal’ olduğunu da kendisi dolaylı olarak belirtmektedir:
“Ancak, Üçüncü Dönem TBMM’nin, 1927 yılında, muhafazakâr muhalefetin tümüyle bastırılmasından sonra seçilmiş, rejime tamamen sâdık milletvekillerinden oluştuğu düşünülürse, buna hayret etmemek gerekir. 1928 değişikliği, Anayasa metninde “lâik” kelimesinin kullanılmış olmamasına rağmen, lâik bir devlet düzenini kesin olarak tesis etmiştir. Zaten yukarıda görüldüğü gibi, lâiklik deyimi, değişiklik teklifinin gerekçesinde geçmektedir. 1928 değişikliği, Cumhuriyetin modernleşme projesinin tabiî ve zorunlu bir adımıdır. 1926 yılında Medenî Kanun ve Ceza Kanunu’nun kabulü ile, zaten şer’i hukukun herhangi bir uygulanma alanı kalmamıştır.”
Bu arada “rejimin lâikleşme yönündeki evriminin temel taşı” olarak değerlendirilen 1928 revizyonu kapsamında anayasanın dört maddesinde yapılan değişiklikleri Özbudun olukça kısa bir şekilde özetlemektedir:
[Yapılan değişikliler] “2 ’nci maddedeki “Türkiye Devletinin dini, Din-i İslâmdır” ve Meclis’in yetkilerine ilişkin 26’ıncı maddedeki “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” hükümleri ile 16 ve 38’inci maddelerde milletvekili ve Cumhurbaşkanı yeminlerindeki “vallahi” kelimeleridir.”
*****
Ergün Özbudun gibi çok yönlü bir Anayasa hukukçusunun 1924 Anayasası konusunda yaptığı mühim değerlendirmeleri burada sonlandırırken, Özbudun’un analizine katmadığı 1960 yılının ikinci yarısında gerçekleştirilmiş dört revizyonu daha sonra ele almak üzere başka bir zamana bırakarak, darbe öncesindeki yedi revizyonla ilgili kendi gözlem ve tespitlerimi gelecek haftaki Tarih Tersleri’nde aktaracağım…