KÖLN – Demokrasi popülizme karşı koruma sağlayan bir sistem olmaktan iyice uzaklaştı. Uzun zamandır çoğunluğun seçimi, popülist liderlerin çıkarına uygun bir manipülasyon aracına dönüşmüş durumda.
Birçok ülkede var olan politik-ekonomik durum, güçlü bir liderin otoriter yönetim geleneklerine başvurarak iktidarını tekelleştirmesine yarıyor. Genellikle de güç arzulu adamlar seçilerek iktidara geliyorlar. Bu liderler demokratik olarak verilen ya da elde ettikleri güçlerini hukukun üstünlüğünü tanımamakta kullanıyorlar. Sistemi sisteme bağlı olarak değiştiriyorlar. Sonra da eski güçlü günlerin peşinde koşuyorlar. Vladimir Putin’in çarlığın, Recep Tayyip Erdoğan’ın saltanatın, Boris Johnson’ın Britanya İmparatorluğu’nun, Donald Trump büyük Amerika’nın peşine düşmüş olması gibi.
İçinden geçtiğimiz süreç maalesef bu lider tipolojisinin daha uzun süre iktidarda olmasının temellerini daha da güçlendiriyor. Neredeyse eşit ve adil gelir dağılımından, sosyal adaletten bahseden bir lider yok. İklim krizi, mülteci konusu gibi ağır küresel sorunlara az da olsa mantıklı bir çözüm ortaya koyabilen aklı başında bir devlet başkanı, devlet yok.
Che Guevera 1964’te BM zirvesinde tarihi bir konuşma yapmış, BM’nin tüm üye ülkelerin bağımsızlıklarını ve çıkarlarını gözetecek şekilde hareket etmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bu Meclis’in kendisini rehavetten kurtardığını ve ileriye doğru gittiğini görmek isteriz. Komitelerin çalışmalarına başladığını ve ilk sorunda durmadığını görmek isteriz. Emperyalizm dünyanın sorunlarını çözmekten çok bu toplantıyı anlamsız bir hitabet yarışmasına çevirmek istiyor. Bunu yapmalarına engel olmalıyız” demişti. O günden bugüne Che haklı çıktı. BM dünyanın sorunlarını çözmekten uzak bir panayıra dönüştü. Che, o gün BM’nin öncelikli olarak farklı ekonomik ve sosyal sistemlere sahip ülkelerin barışçıl bir arada yaşamını mümkün kılmakla görevli olduğunu söylemişti.
BM ne yazık ki Che’nin dilediği ve talep ettiği bir organizasyon asla olamadı ve her geçen gün var olan ağırlığını da yitiriyor. Amacının tam tersine insanları gözünün içine baka baka kendilerine sadık halkları tarafından seçilen, yalnız güç sevici popülist liderlerin ülkelerin nasıl yağma edileceğinin planlarının anlatıldığı bir yer haline geldi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmasında -geçen haftaki yazıda da belirtildiği gibi- Suriye’de kurmak istediği güvenli bölgeye ilişkin detayları anlattı. Erdoğan, “Niyetimiz ilk etapta 30 kilometre derinliğinde ve 480 kilometre uzunluğunda bir barış koridoru tesis ederek uluslararası toplumun desteğiyle burada 2 milyon Suriyeli’nin iskanını sağlamaktır” dedi. Türkiye’nin Suriye’de göçmenler için kurmayı düşündüğü güvenli bölgede nüfus çoğunlukla Kürt ancak Türkiye’de yaşayan Suriyeli göçmenlerin çoğu Arap. Yani Türkiye’nin zorunlu olarak göndereceği göçmenler Araplar olduğundan bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeye çalıştığını düşünmek yanlış olmayacaktır. Bu plana destek vermeye hazır Avrupalı ülkeler olduğunu da biliyoruz. Bunların başında geçen hafta Almanya gazetesi Die Welt’e açıklamalar yapan Çekya Başbakanı Andrej Babis geliyor. Çekya Başbakanı insanların evlerinde kalmaları için onlara ülkelerinde yardımda bulunmak gerektiğine söyleyerek, “Hedef sığınmacıların evine dönmesi olması lazım. Sadece Türkiye’de bulunanlar değil, Avrupa’da olanlar da. Bunu başarmak için her şeyden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşmamız lazım. Onun mültecilere nasıl yardım edilebileceği konusunda somut planı var” dedi. Bu somut planın taşıdığı riskler ne onlar konuşulmuyor tabii. Daha Erdoğan’ın BM konuşması öncesi bu planın olumlu reklamı yapılmaya başlanmış oldu. Çekya dışında Orbán başkanlığında Macaristan’ın da destek vermesi sürpriz olmayacaktır.
Türkiye’nin bir Ağustos ayından bu yana mültecilerin Yunanistan’a geçişine izin vermesinin, Yunanistan üzerinde baskıyı arttırmasının asıl amacı altındaki paradan çok Almanya başta olmak üzere diğer güçlü AB ülkelerini bu plana destek vermelerini sağlamak. Avrupa’ya doğru küçük bir göç hareketi Avrupa ülkelerinde paniği arttıracak hızlıca bu desteğin gelmesini sağlayacak bir yol olabilirdi. Plan da işliyor gibi görünüyor.
24 Eylül’de BM toplantılarında tartışmalı mülteci anlaşmasının mimarları Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Almanya Başbakanı Angela Merkel bir araya geldi. İki liderin görüşmesinin detayları paylaşılmadı ama muhtemelen Suriye’nin İdlib şehrinde yaşanan süreci ve mülteci anlaşmasını görüştüler. Tabii ki Ankara’nın Suriye’de kurmak istediği yeni güvenli bölge hakkında da konuşulmuştur. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurul’unda sunduğu planların gerçekleşmesine Avrupalı güvenlik uzmanları kuşkuyla yaklaşıyor olsa da bu Almanya’nın veya Fransa’nın bu planı hemen reddedecekleri anlamına gelmeyecektir.
Bildiğimiz tek net olan şey henüz ABD’nin Türkiye’nin kurmayı planladığı bölgeyi ve buna ait planları kabul etmediği.