Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti: Bitmiş bir hikâyenin hüznü

Vahap Coşkun Yazdı;

Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti: Bitmiş bir hikâyenin hüznü

Devlet, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti için Diyarbakır’a bütün gücüyle yüklendi. Valilik, sabah demedi akşam demedi Diyarbakırlıları mesaj yağmuruna tuttu. Erdoğan’ın Diyarbakır sevdasından girdi Valilik, âşıkların buluşmasından çıktı. Sabahın köründe, öğlenin mahmurluğunda, gecenin karanlığında telefonlar, hep Valilikten gelen bildirimlerle öttü. 

Şehrin dört bir tarafı Erdoğan’ın posterleri ve AK Parti’nin bayrakları ile donatıldı. Bakanlar, milletvekilleri ve parti yöneticileri günler öncesinden Diyarbakır’a kamp kurdu. Kamu kurumları teyakkuza geçirildi, mitinge katılmaları için kamu personeli lisan-ı münasip ile uyarıldı. Teşkilatlar ve partiye angaje sivil toplum örgütleri sahaya çıkarıldı, çevre il ve ilçelerden partililer Diyarbakır’a taşındı.

Velhasıl eldeki imkânların tamamı seferber edildi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin bütün araç-gereçleri emrine amade kılınan Erdoğan geldi ve genel başkanı olduğu partinin propagandasını yapıp gitti.  

Fakat ortaya çıkan sonuç, sanırım, bu kadar çaba sarf edenleri tatmin etmekten uzaktı. Elbette kamusal alanda tersi söylenecek, ziyaretin ne denli başarılı olduğu abartılarak anlatılacak, ama gerçek düşüncelerin ortaya serildiği özel mekânlarda atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmediğine yanılacak. Taşıma suyla değirmenin dönmediği -ister istemez- kabul edilecek. 

Çünkü Erdoğan’ın gelişinin devletin kurumları haricinde kitlede pek bir heyecan uyandırmadığını herkes gibi onlar da gördü. Şehir, Erdoğan’ın gelişiyle dalgalanmadı. Geçmişte “Acaba ne söyleyecek?”  diye dikilen kulaklar, artık pek bir oralı olmadı. Ufukta bir şey gözükmediği için, dönüp bakanların sayısı çok sınırlı kaldı.

Devlet partisi olmanın da böyle bir handikabı var; şehre dokunamıyor sadece bürokrasiyi harekete geçirebiliyorsunuz! 

“Bütün sapkınlıkların baş aktörü”

Erdoğan, aslında Diyarbakır’a bir hafta önce gelecekti. Ancak Bartın’daki maden faciası nedeniyle ziyaretini bu hafta sonuna erteledi.

İki haftadır bürokrasinin fazla mesai harcamasına sebebiyet veren bu ziyaret, hikâyesi bitmiş bir partinin hüznünü yansıtıyor. Diyarbakır’da yaptığı konuşma Erdoğan’ın Kürtlere söyleyecek yeni bir sözünün olmadığının teyidi niteliğindeydi. Söz öylesine tükenmişti ki, Erdoğan birkaç gün önce nüfus üzerinden yaptığı gafı telafi edebilecek birkaç kelime bile kuramadı.    

Erdoğan, anlatacak bir yeni öyküsünün olmamasının eksikliğini, rakiplerine hakaret ederek ve gerilimi yükselterek kapatmaya çalıştı. İnsan hakları savunucularına “şempanze” dedi. 2018 genel seçimlerinde Diyarbakır’da % 65 oy alan HDP’yi “toplumumuzun manevi temellerini hedef alan bütün sapkınlıkların baş aktörü” olarak niteledi.

Demirtaş için “Şu anda Edirne Cezaevi’nde olan zatın Kürtlükle alâkası var mı? Yok. Bu adam Kürt değil. Ama Kürt kardeşlerimi sömürüyor. Bunun hesabını benim Kürt kardeşlerim sormayacak mı? Soracak”; Sancar için de “Yine bir eş başkanları var. Kürt mü? Değil. Ama benim Kürt kardeşlerimi sömürüyor” ifadelerini kullandı.

İnsan, hayret ediyor!

Hakikaten, akıl alır gibi değil! Bir vakitler mağdur olduğunda kendisini de savunan hak savunucularının ve ona oy verenlerin duygularını hiç dikkate almadan, bir partiye en ağır hakaretleri savurmayı, sakin ve rasyonel bir şekilde düşündüğünde, insan bir yere oturtamıyor.

Hele Demirtaş ve Sancar’ın Kürt olmadıkları üzerinden vurulmaya çalışılması ise, tam bir tuhaflık örneği! Evvela kimin Kürt ve kimin Kürt olmadığını belirleme hakkını Erdoğan nereden alıyor? Saniyen, bir taraftan HDP’yi etnik kimlik siyaseti yapmakla itham ederken diğer taraftan HDP’nin eski ve yeni eşgenel başkanlarını etnik kimlik üzerinden hedef almak, etnik kimlikleri üzerinden onları itibarsızlaştırmak da neyin nesi?

Ne murat ediyor acaba Erdoğan bundan?  Mesela insanların Demirtaş’ın Kürt olmadığına inanacaklarını mı bekliyor? Partilerine “sapkın” demekle HDP’lilerin HDP’ye oy vermekten vaz geçeklerini mi umuyor?  Vesile olduğunda kimliğini açık bir şekilde anlatan Sancar’ın Kürt olmadığını söylemekle, kitlelerin birden aydınlanıp kendi partisine koşacağını mı öngörüyor?

Ahlâken kabul edilmezliği bir tarafa, siyaseten de bu dilin daha sert karşıtlıklar üreteceği ve AK Parti ile Kürtler arasında açılan mesafeyi daha da büyüteceği görülemiyor mu? Hangi aklın eseridir bu söylem?

Herkesi kapsayan bir siyasetle büyüyen bir partinin, artık ısrarlı ve daimi bir şekilde bazı kesimleri dışlayan bir siyasete yaslanması karşısında insan gerçekten hayret ediyor!

Son bir not: Erdoğan’ın ziyaretin tek müspet çıktısı, 5 Nolu Cezaevinin müzeye dönüştürüleceği sözünün verilmesiydi. Umarım söz yerine getirilirken, cezaevinin fiziki varlığı tamamen muhafaza edilir, o meşum cezaevinde cehennemi yaşayanların fikirlerine müracaat edilir ve 5 Nolu -dünyadaki benzerleri gibi- gerçek bir utanmaya, hatırlamaya, yüzleşmeye ve uzlaşmaya hizmet edecek bir müze olarak tasarlanır.