Erdoğan’a destek artıyor ama "şimdilik"

T24'ten Mehmet Y. Yılmaz'ınYazısı;

Erdoğan’a destek artıyor ama

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "görev onayı" uzun bir süre sonra ilk kez yüzde 50’nin üzerine çıktı. Diğer ülke liderleriyle kıyaslandığında henüz yolun başında sayılır. Örnekler gösteriyor ki asıl önemli olan çoğunluğun salgın bittikten sonra kendilerini "nasıl" hissedecekleri

Metropoll Araştırma’nın mart ayında yaptığı araştırma, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın "görev onayının" yükseldiğini gösteriyor.

Şubat ayında yüzde 41,1 olan görev onayı, mart ayındaki araştırmada 55.8’e yükseldi.

Hayır, bu "göbeğini kaşıyan adam" sayısının artması ya da tek sesli medyanın halkın gerçek algısını çarpıtması ile ilgili bir sonuç değil.

Kriz ortamlarında "normal" olarak okunması gereken bir sonuç ve sadece Türkiye için geçerli bir durum da değil.

New York Times’ta önceki gün yayımlanan Steven Erlanger’in haberi, tesadüf bu ya tam da bu konuyla ilgiliydi.

Salgını başından beri ciddiye almayıp, önlemleri ihmal etmekle eleştirilen Trump’ın görev onayı bile yüzde 45’e yaklaşmış bulunuyor.

Salgında en kötü deneyimi yaşayan İtalya’da Başbakan Giuseppe Conte’nin görev onayı 27 puan artışla yüzde 71’e ulaşmış durumda.

İtalya’da neredeyse bir nesil yok oldu ve Conte’nin popülaritesi, Erdoğan’a fark atmış bulunuyor.

Devam edelim:

Avusturya’da, Şansölye Sebastian Kurz’un görev onayı 33 puan artarak yüzde 77’ye yükseldi.

Hollanda Başbakanı Mark Rutte, 30 puan artışla yüzde 75 destek aldı.

Hayatın normal akışına aylar sürecek bir süre içinde dönebileceğini açıkça söyleyen Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen’in desteği 40 puan artarak yüzde 79’a çıktı.

Almanya’da salgın öncesi "topal ördek" muamelesi gören Şansölye Angela Merkel’e destek 11 puan artarak yüzde 79 oldu.

Fransa’da yasakların uzatılacağını duyuran Macron’a destek Mart’tan Nisan’a 59’dan 43’e düştü ancak unutmamak gerekir ki bu iş başladığında Macron’a destek yüzde 25 idi.

Hürriyet’in maiyet yazarlarından biri Metropoll’ün araştırmasına bakarak bunun 2023 seçimleri için "ışık tutacağını" söylemeyi de ihmal etmemiş.

Ancak önce bazı "tarihi gerçekleri" hatırlatayım:

Erlanger’in haberine göre Ekim 1979’da Başkan Jimmy Carter’ın görev onayı yüzde 31’e kadar düşmüştü. ABD’nin Tahran’daki Büyükelçiliği’nin kuşatılmasıyla birlikte görev onayı Ocak 1980'de yüzde 58’e ulaşmıştı.

Kriz anında "bir bayrak etrafında toplanma alışkanlığı" bu sonucu getirmişti ama aynı yılın Kasım ayında Carter, Reagan ile girdiği seçim yarışını kaybetti.

Başkan "Baba" George Bush’un görev onayı, 1991 Ocak ayında yüzde 58’den, Birinci Irak Savaşı sırasında yüzde 87’ye yükselmişti. Bush, bir yıl sonraki Kasım ayında seçimi Bill Clinton’a karşı kaybetti.

Clinton’un "it’s the economy stupid" (ekonomi, aptal) sloganı, Bush’un yüzde 87’ye kadar yükselmiş "görev onayının" neden bu kadar hızla eridiğini de ortaya koyuyordu.

Kriz durumlarında liderlerin elde ettiği bu avantajı koruyup, koruyamayacakları, kriz ortamının düzelmesinden sonraki performanslarıyla ve kriz döneminin insanların kişisel ekonomilerinde yarattığı tahribatlarla ilgili.

Chatham House Direktörü Robin Niblett, "Bundan çıkınca hesaplaşma başlayacak" diyor.

Liderler, şu andaki güçlerini belirsizlikten alıyorlar. Belirsizlik ortadan kalktığında insanlara ne sunacakları önemli.

* Geçip giden krizin faturası kime çıkacak?

* İnsanlar, krizin faturasını bütün toplumun eşit olarak ödediğine inanacaklar mı, yoksa belli bir zümrenin bu işten de karlı çıktığını mı düşünecekler?

* Krizin etkilerine en çok açık yoksul kesimler, hükümetin kendileri için yapabileceği her şeyi yaptığına inanacaklar mı, yoksa krizin ardından gelen sakin günlerde sorgulamaya başlayacaklar mı?

* İşlerini kaybedenlerin, yeni bir iş bulabilmeleri hangi hızda gerçekleşecek?

* Ekonomik küçülmenin faturasını kim ödeyecek?

* Muhalefet, krizin faturasını daha ağır hissedecek kesimlere nasıl bir çözüm alternatifi sunacak?

Bu soruların yanıtları, 2023 seçimlerinde Erdoğan için de, Erdoğan’a rakip olacak olanlar açısından da önemli olacak.

O gün gelene kadar Saray ahalisi, Reis’in görev onayının yükselmesine bakıp sevinebilir tabii, buna bir engel yok!

* * *

Türkiye, "çocuk istismarcısı cenneti" mi olacak?

AKP iktidarı kendisinden beklememiz gerektiği gibi davranmaya devam ediyor.

Demokratik hakların varlığı konusunda ısrarcı olup, bunu kullanmaya yeltenenler hapiste kalırken, mafya şeflerinden tutun, katillere kadar on binlerce suçluyu salıverdiler.

Ve şimdi sıra geldi çocuk istismarı suçlularını serbest bırakmaya.

Rejimin resmi haber ajansı dün haber geçti: "Erken yaşta evlenen kadın, eşinin cezaevinden çıkacağı günü bekliyor."

"Erken yaşta" diye suçun üzerine örtmeye çabalıyorlar aslında. Çünkü çocuk, 14 yaşındayken evlendirilmiş.

Çocuk demeye utandıkları için lafı kıvırtıyorlar: Erken yaşta!

Artık anası – babası parayla kandırıldı da mı satıldı, yoksa gelenek – görenek dümeniyle mi, orası haberde belli değil.

AKP Grup Başkan Vekili Mehmet Muş, çocuklar ile evlendikleri için hapiste olanları "bir kereye mahsus" dışarı çıkarmak için hazırlıkları olduğunu söylüyor.

HaberTürk’te Muharrem Sarıkaya’ya şöyle açıklamış:

Zorla ırza geçme, cebir, tehdit, hile olmadan, küçük yaşta evlenmiş, evlilikleri devam eden ya da arada 15 yıldan fazla fark bulunmayanların mahkemeleri sonlandırılmak kaydıyla bir defaya mahsus infaz indirimi!

Yani 29 yaşındaki bir istismarcı, 14 yaşındaki bir kız çocuğunun ana – babasını şu ya da bu yola ikna edip, tecavüzü bir düğünün ardından gerçekleştirdiyse hapisten çıkacak!

Dünyanın bütün çocuk istismarcıları eminim bu habere çok üzülmüştür, niye Türkiye’de yaşamıyoruz diye!

13 – 14 yaşında bir kız çocuğunun, kendisini satan ana – babasına direnme ihtimali var mı ki "zorlama, cebir, tehdit" şartı aranıyor?

Bunu gayet normal bir şeymiş gibi Sarıkaya’ya anlatabilen AKP’li Grup Başkan Vekilinin kız çocuğu var mıdır, bilmiyorum ama eğer varsa akşam evine gittiğinde çocuğunun yüzüne nasıl bakıyor, bilemedim.

Onun yoksa bile bu tasarıya parmak kaldıracak milletvekillerinin bir bölümünün mutlaka vardır, onlar bu durumu kızlarına nasıl açıklarlar acaba?

Ve şunu da merak ederim: Kendi kız çocuklarını o yaşta evlendirmeye vicdanları izin verir mi?

Eğer verir diyorlarsa, söyleyecek sözüm yok!

Buna eminim dini bir kılıf da bulurlar. Diyanet bu işlerde gönüllü zaten.

Orasından burasından çekiştirerek, buna da bir kılıf uydurmakta hiç zorlanmayacaklarını da biliyoruz!