Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cenevre’de düzenlediği basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erodğan’a sorulan sorular ve yanıtlar özetle şöyle:
BM’de, mülteci meselesi hakkında konuşma yaptınız. Türkiye dört milyona yakın mülteciye ev sahipliği yapıyor. Köklü çözüm için de bir planı var. Küresel Mülteci Forumu’nda ‘Güvenli Bölge’ planına destek nasıldı?
Güvenli Bölge konusundaki çağrımıza henüz dünyanın en güçlü, ekonomik olarak en saygın olduğunu zannettiğimiz ülkelerden bile “Biz de varız” diyen çıkmadı. Biz hala ses bekliyoruz, ama bir şey yok. Bizim şu ana kadar 40 milyar doları aşkın bir yatırımımız var. Daha önce de söylediğim gibi, Tel Abyad-Resulayn arasındaki 120 kilometre uzunluk ve 32 kilometre derinlikteki alan üzerinde inşallah böyle bir adımı atabiliriz. Tabi ki bu bölgede güvenliği de biz sağlayacağız. Yani böyle bir adımı attıktan sonra bunu biriyle paylaşmamızın da anlamı yok zaten. Bu konuda gerek Amerikalılarla gerekse salı günü sayın Putin ile de görüştük. Hepsi “dayanışma içerisinde çalışmalarımızı sürdürelim” diyorlar. Bunu başarırsak, tarihe bir örnek olarak geçecek. “Böyle bir mülteciler şehrini veya şehirlerini Türkiye kurdu” diyecekler. Bu da bizim için çok önemli. Projemiz gayet güzel. Belki bu adımı attıktan sonra “Biz de burada olalım” diyenler çıkabilir. Biz yine de onlara çağrımızı devam ettireceğiz.
‘PUTİN İLE MUTABIK KALDIK’
Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefonda görüştünüz. Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme planı da gündeme geldi mi? Görüşmenizin içeriğine ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Biz bir görevlendirme yaptık. Bu görevlendirme kapsamında, dışişleri bakan yardımcısı, savunma bakan yardımcısı ile istihbarattan ve ulusal güvenlikten oluşan bir heyetle, kısa bir zaman içerisinde arkadaşlarımız Moskova ziyareti yapacaklar. Muhatapları ile bölgesel konuları etraflıca ele alacaklar. Bizler yapıcı ve kısa sürede netice alıcı bir görüşme olmasını sayın Putin’den istedik ve kendileri de aynı şekilde talimatları vereceklerini söylediler. Hem Libya hem de Suriye konularını görüşmeleri konusunda mutabık kaldık.
EastMed boru hattı projesine ilişkin İsrailli yetkililerden, “Müzakereye açığız” mesajı geliyor. İlerleyen süreçte İsrail, Lübnan, Mısır gibi kıyıdaş ülkelerle Doğu Akdeniz’de bir işbirliği başlar mı?
İsrail konusu şu ana kadar hiç gündemimize gelmedi. Gündemimize gelmediği için, bu konuyu gündeme getirmemiz anlamsız olur.
Doğu Akdeniz’de en kritik hamle Libya ile varılan mutabakat oldu. MHP Genel Başkanı Sayın Bahçeli, “Bu bir beka meselesidir, gündeme gelirse Libya’ya asker gönderilmesini destekleriz” dedi ama CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise “Neden asker gönderiyoruz, ne işimiz var Libya’da?” dedi. İki farklı bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘SEVR’İ TERS KÖŞE ETTİK’
Sayın Bahçeli’nin ifadesi bizim Cumhur İttifakımızın bir sesi. Onun için kendisine çok teşekkür ediyorum. Tabi ana muhalefetin zaten huyu, sınırlarımızın dışına çıkmaya bizi mecbur eden herhangi bir olay olduğu zaman, “Orada ne işimiz var” demek. Suriye meselesinde de oradan füzeler, havan topları atılsın, biz şehitler verelim, ne olursa olsun, “Bizim orada ne işimiz var?” diyorlardı. Bunlar zaten içeride teröristler cirit attığı zaman da aynı şeyi söylüyorlardı. Sonra onların arkasında oldukları yapı ile beraber Ankara-İstanbul seyahati yaptılar, omuz omuza dirsek temasında yürüdüler. Zaten burada birbirinden hoşnut olan bir yapı, bir anlayış var. Ama bizim olayımız beka meselesi, ondan da öte bir tarih meselesi. Biz şu anda öyle adımlar attık ki bu adımlar Sevr’in ters köşe edilmesidir. Bu kadar önemli.
Yunanistan Başbakanı olsun, Dışişleri Bakanı olsun, onlar Libya Mutabakatının hukuka aykırı olduğunu söylüyorlar. Biz de tam aksine, “Bu uluslararası deniz hukukuna uygundur” diyoruz. Attığımız adımın bütün hesabını, çalışmasını yaptık. Bu süreç de yeni başlamadı. Bu olayın aslında tarihi geçmişi var ve o geçmişinde, işin haritası çok daha farklıydı. Ne zaman? Kaddafi döneminde -2009’da-. O süreçte bu adım atıldı ama tabi (Kaddafi’nin) ömrü vefa etmedi. Dolayısıyla çalışmalarımız şu anda bizim arşivlerimizde.
Şimdi bu dönemde atılan adımlar uluslararası hukuka uygundur. Burada yapılmakta olan bazı çalışmalarımız var. Bu çalışmalarımızı da zaman içerisinde uluslararası camiayla da paylaşacağız. Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayez Al Sarraj yakın zamanda geldi ve tekrar bir görüşme yaptık. Yeni ne gibi adım atılabilir, bunları konuştuk. Türkiye-Libya arasındaki süreci daha da hızlandıracağız. İhtiyaçları olursa, onlara her an yardıma hazır olduğumuzu söyledik. Askeri ve güvenlik iş birliğinden tutun da denizlerdeki hukukumuz noktasında atılan, atılacak adımlara varıncaya kadar hazırız.
“Sevr’in ters köşe edilmesi” derken neyi kastediyorsunuz? Biraz daha açabilir misiniz?
Anlaşmayı şöyle bir gözden geçirirseniz, onu bir ters köşe yapınca, ne demek istediğimizi görürsünüz.
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun “İktidar Doğu Akdeniz’de hiçbir şey yapmıyor” açıklaması da olmuştu…
Bundan birkaç ay önceydi, kalktı, ne dedi; “Hükümet, Doğu Akdeniz’de hiçbir şey yapmıyor. Oralarda bulunmuyor, görülmüyor. Fransız orada, şu orada, bu orada.” Oysa sondaj gemilerimiz sismik araştırma gemilerimiz, firkateynlerimiz, helikopterlerimiz, hepsi oradaydı. Gözü var ama görmüyor. Ne yapalım? Bakar kör.
İHA’larımız da bölgede KKTC’de değil mi?
Bunların gerekirse, sayılarını daha da artırma durumumuz söz konusu. İhtiyaca göre her şey, her an değişebilir. Bunun yanında; zaten Libya kendisi de bu tür ihtiyaçlarını karşılıyor. Askeri Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması, aramızdaki dayanışmayı daha da güçlü kılacak. Tabi şu anda Geçitkale’ye inen İHA’ların konumu, işlevi de önemli. Bu süreci de aynı hızla devam ettireceğiz. Herhalde bundan sonra sayın Kılıçdaroğlu, “Doğu Akdeniz’de var mıyız, yok muyuz?” demez umarım. Bu kadar uzun bir kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin oralarda olmaması söz konusu olabilir mi? Ama bunların hayatından, askeri güvenlik, bu tür şeyler, gelmiş geçmiş değil. Onun için de ne yazık ki buna çok uzaklar ama alışacaklar.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun Kürecik ve İncirlik’le ilgili itidal tavsiyesi var. Ancak arşivler, Kılıçdaroğlu’nun “Gerekirse İncirlik kapatılsın” sözünü hatırlatıyor…
O açıklamalar hatırlanırsa demek ki çok isabetli olacak. Çünkü, “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” noktasında. Yalan ne yazık ki bol. Burada neyin itidalinden bahsediyorsun? Bir tarafta yaptırımları gündeme getirenler var. Bu adımı atmazsanız, “Bak, yaptırımdan bahsediyorlar. Neyi bekliyorsunuz?” diye söylemeye başlayacaklar. Kılıçdaroğlu kendine göre bizi ters köşe yapmaya çalışıyor. Her adımını dikkatli şekilde sürdüren bir iktidar var. Gerek İncirlik (üssü), gerek Kürecik (üssü), gerekirse ikisi birden… Eğer bu ülkenin değerlerine saygı duyuyorsanız, “Bu ülkenin geleceği için biz de bir şey katalım” diyorsanız, o zaman atılan bu adımlarda bize itidali nerede tavsiye edeceğinizi iyi düşünün. Buna kalsa bunlar, bize terörle mücadelede de itidal tavsiye edecekler. Hala da ediyorlar. Biz nerede itidalli davranacağımızı, nerede kararlı adımlar atacağımızı gayet iyi biliyoruz.
Doğu Akdeniz’de başka adımlar da söz konusu olur mu?
Bunlar, gelişmelere göre anbean olabilecek adımlardır. Özellikle Libya ile aramızdaki mutabakattan sonra çok daha hareketli ve seri şekilde gidecektir. Bu işin ağırdan alınma durumu söz konusu değildir. Bir tarafta -Libya’da- savaş var. Adam geliyor bir bölgeyi kuşatıyor, ateşe tutuyor. Şu anda Libya ordusu gereğini yapıyor. Mesela Ruslar Wagner’leri vermiş, bu adamlar orada. Şu anda Abu Dabi yönetiminin, Mısır yönetiminin oraya verdiği bir destek var. Kime? Hafter’e. Hafter’in uluslararası tanınırlığı var mı? Yok. Kimse kabul etmiyor, Berlin Süreci bile Hafter’i kabul etmiyor aslında.
Pazartesi akşamı Şansölye Merkel ile görüşmemiz oldu. Berlin sürecinde özellikle bizim de bulunmamızı istedi. Kendisinin Putin’le de görüştüğünü bana anlattı. Ben de Sayın Putin’e, “Merkel’le yaptığınız görüşmede bir konuda herhalde mutabakata vardınız. Şansölye, bana, Berlin Süreci’ne Rusya’nın bugüne kadar olumlu katkılarda bulunduğunu söyledi ama bundan sonraki süreçte de bu katkıların devamını istiyor” dedim. Tabi kendisi de benim de aynı kanaatte olduğum bir konuyu gündeme getirdi. Şansölye Merkel’e de söylemiştim. Dedikleri şu: “Cezayir, Tunus ve Katar’ın da bu oluşumda bulunmaları isabetli olur.” Cezayir şu anda yeni başkanını seçti, Tunus hakeza yeni başkanını seçti. Katar’ın zaten mevcut başkanı var. Bunlar Libya halkının da inandığı güvendiği ülkeler. Dolayısıyla, bu ülkeler süreçte yer alırlarsa, Libya halkı da “Biz buraya inanırız, güveniriz” der. Sayın Putin de aynı kanaatte. Ocak ayı içerisinde yapılacak toplantıya katılacak olanları bir görelim, ona göre bizden kimin katılacağının kararını veririz.
Kanal İstanbul, Türkiye’nin gündeminde fakat daha çok çevre noktasından eleştiriler geliyor. Denizin tuz dengesinin bozulacağı, deprem riskinin artacağı vb. söyleniyor. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Buradan “Gezi” gibi bir çevre istismarı çıkar mı?
Bugüne kadar burayla ilgili bu değerlendirme yapanların ne gibi bir çalışması olmuş önce bunu sormak lazım. Bu iş Nasreddin Hoca hikayesine benzer: Nasreddin Hoca damdan düştüğünde hemen doktor çağırmışlar. O, “Bana damdan düşeni getirin” demiş. Biz damdan düştük. Mesela bazı akademisyen arkadaşlar bana, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığım sırasında, “Haliç temizlenmez. Haliç’in doldurulması lazım” demişlerdi. Ama ben damdan düşenlerle konuştum. Bana “Başkanım, Haliç’i doldurmaya kalkarsak iki dağ adeta bir araya gelir. Bir taraftan Fatih öbür taraftan Beyoğlu o da oraya iner” dediler. Biz ne yaptık? Haliç’in içindeki çamuru, 9,5 kilometre uzaklığa, Alibeyköy’e, taşocağına pompaj sistemiyle aktardık. Adeta tülbent gibi sistemle çamur üzerinde kaldı, su ise ters pompajla Haliç’e geri gönderildi. Orada 650 bin metrekarelik bir alan kazandık.
Kanal İstanbul’a bileşik kaplar usulüyle bakın. Tuzlu su, az tuzlu su… Bunlar bir araya geldiği zaman ortaya ne çıkar? Bunun bir ortalaması çıkar. Karadeniz’in tuz oranı nedir? Marmara’nın tuz oranı nedir? Olaya buradan bakılması lazım. Buradan bakarsanız, ortalamasını yakalarsınız. Kaldı ki bizim burada derdimiz şu: Hatırlayanlarınız varsa, Selimiye’nin önlerinde Independenta tankeri 7-8 ay yandı. Hatta o patlamada hamilelerin erken doğum yaptığı bile yazıldı. Bunun dışında gerek Karadeniz’den gelirken gerek Marmara’dan giderken yalılara çarpan kuru yük gemileri, tankerler oldu. Daha son zamanlarda da bu tür bir kaza yaşandı. Şimdi bu mudur çevre hassasiyeti yoksa bu tehlikelerden arınmış bir kanal mı?
Kaldı ki Boğazlarda, Montrö’de bize tanınan bir hak yok, istedikleri gibi gelip geçiyorlar. Düşünün, sizin Boğazınızı kullanıyorlar ama hiçbir şey elde edemiyorsunuz. Öyle bir durum var. Kanal İstanbul ise böyle değil, Süveyş Kanalı’nda ve diğerlerinde oraların nasıl kendilerine ait hakları varsa biz de bu yatırımı yaptığımız zaman bu tür bir hukukumuz doğacak. Üstelik kaza endişesi de taşımayacaksın. İşin bir de bu güzelliği var.
Bu proje kapsamında çok farklı bir İstanbul’u inşa edeceğiz. Üzerinde 5 tane köprünün olduğu, içme suyu hatlarının deplase edildiği bir modeli hayata geçireceğiz. Bundan inanın bunların haberi yok. Hatta, televizyonlarda da Kanal İstanbul’la ilgili görüntüler var. O görüntüler işin nihai hali değil. Onlar üzerinde de bazı çalışmalar yapılarak çok daha farklı bir noktaya gelinecek. Bize göre bu proje, İstanbul’un güzelliğine çevrecilik açısından güzellik katacak ve Boğaz’daki çevre tehdidini ortadan kaldıracak.