ERDOĞAN DAVUTOĞLU MÜCADELESİ NEREYE VARIR?

Adelina Sfishta

ERDOĞAN DAVUTOĞLU MÜCADELESİ NEREYE VARIR?

 AKP’nin ikinci genel başkanı unvanına sahip Ahmet Davutoğlu AKP’den ihraç ediliyor.

Eğip bükmeden söylersek, büyük resim “kıyasıya bir çekişme” anlamı taşıyor.

Erdoğan “yönetimde ortak istemiyor”, Davutoğlu “partinin değerlerine dönmesi gerektiğinde” ısrarlı.

AKP’nin; uzun süredir Erdoğan’ın partisi olduğunda neredeyse hiç kimsenin tereddüdü yok.

Davutoğlu’nun tabiri ile; “200 km hızla giden trenden Erdoğan attı hepsini”.

Erdoğan; Ağustos 2014 tarihinde, Davutoğlu’na genel başkanlığı vermiş, Abdullah Gül’ü “onun eliyle” ekarte etmişti. Söz dinleyen bir “başbakan-genel başkan” gerekiyordu. Erdoğan, Abdullah Gül’ü daha iyi tanımış, uyum sağlayamayacağını da görmüştü. Gül ekibi partide güçlüydü, Gül genel başkan olursa, Erdoğan AKP’yi kontrol edemeyeceğini biliyordu. Gül’ü ve ekibini bir daha sökemezdi oradan. Ama Davutoğlu partili değildi ve “kolay lokmaydı” onun için. Davutoğlu’nu tercihinde bu faktör etkili olmuş, Gül’ü de böylece devre dışı bırakabilmişti.

Ancak, Davutoğlu öyle Erdoğan’ın arzuladığı gibi “tam itaatkar” çıkmadı. Partide ve hükümet yönetiminde “Davutoğlu izleri” giderek çoğalmaya başladı. Tabii Erdoğan’ın da rahatsızlıkları artıyordu.  Ve 29 Nisan 2016’da Erdoğan’ın siyasi darbesi gerçekleşti, Davutoğlu’nun hem AKP genel başkanlığı, hem de başbakanlığı, “dramatik bir şekilde” elinden alındı. Bir daha asla unutmayacağı “Pelikan darbesi” ile evine döndü. Tecrit hayatı başladı onun için. 

Erdoğan; söz dinleyen “belediyeden sırdaşı” Binali Yıldırım’ı yerine atadı. Erdoğan aradığı modeli bulmuştu. Sonrası geldi ve hem parti, hem yürütme Erdoğan’a bağlandı, “tek adam yönetimine” böylece ulaşıldı.

Erdoğan, partiyi neden “Erdoğan’ın partisi” haline getirdi? Bu, bir süre daha “muğlak kalacak”.

Kimileri; Erdoğan’ın bunu başlangıçtan itibaren planladığı, süreç içerisinde, en güçlü rakiplerini diskalifiye ederek, “tek güç” haline geldiğini, kimileri ise; Türkiye ve AKP’de gelişen olayların, Erdoğan’ı ister istemez bu yola sevk ettiğini söylüyor.

Erdoğan’ın hırslı kişiliğini dikkate alırsak, birinci “tez” bana daha yakın geliyor. Yani Erdoğan başlangıçtan itibaren “bunu istiyordu, oyununu böyle kurguladı ve öyle de yaptı”.

Erdoğan; “partiyi ben kurdum, seçimleri ben kazandırdım, parti benim” olarak algılıyordu, AKP serüvenini. Erdoğan siyasi varlığını sürdürmede, “parti aygıtını” çok önemsiyor. Parti; “kılcal damarlar” demek, mahalleye kadar hakimiyet demek, başbakan- cumhurbaşkanı demek.

Bu gelişmeler sonucu Erdoğan “kontrol edilemeyen sınırsız güç” oldu.

Erdoğan, hem sınırlanamayacak bir güç elde etmeyi, hem de iktidarda olmayı öngören bir stratejiye sahip. Bu iki stratejisini bozacak hiç bir gelişmeye izin vermez ve kıyasıya mücadele eder. Zaman zaman boşluklar oluşursa, güç yapılanmasını yeniler, cephesini tahkim eder.

Bu cepheden baktığımızda, Davutoğlu’nun söylem ve girişimleri, Erdoğan için siyaseten “yakın tehdit” niteliğinde. Yani Erdoğan’ın oluşturduğu “yenilmez armadada gedik açabilecek” kapasitede. Küçük olsa bile ciddi bir gedik. Üstelik önemli sırlara vakıf biri Davutoğlu.

Davutoğlu ne yapmaya çalışıyor, aşağı yukarı belli. AKP’yi düzeltmeyi ve AKP’de etkili olmayı, olmazsa parti kurmayı düşünüyor. Beyanları bu istikamette.

Davutoğlu, işine yarayabilecek iki önemli özelliğe sahip. Akademik anlamda yetiştirdiği talebelerine siyaseten de tecrübe kazandırdığını ve yeterli “kadrolara” sahip olduğunu biliyoruz. Ayrıca AKP’nin bütün uluslararası operasyonlarının “vekaletini üstlenmiş olan” “ihvan hareketi ve türevleri” üzerinde ağırlığı da mevcut. En azından ben Balkanlara baktığımda bunu böyle görüyorum. Şüphesiz bu unsurları Erdoğan da halen kullanıyor, ama onun ilişkisi başka boyutlarda, “Hocaya” duyulan saygı ve sevgi ve hatta itaat çok başka boyutlarda.

Bu iki önemli özellik, Davutoğlu’nu uzun soluklu bir mücadeleye ve kadro hareketine avantajlı olarak başlatacaktır. Ayrıca Davutoğlu’na yakın birçok bürokratın halen Erdoğan’la da çalışmakta olduğunu unutmamak gerek. Aralarına “kara kedi” girip girmediğini bilmiyorum.

Davutoğlu, hem danışmanlığı döneminde, hem dışişleri bakanlığı döneminde, hem de kısa süren AKP genel başkanlığı ve başbakanlığı döneminde; Türkiye’nin ve AKP’nin en kritik olayları yaşandı. Fehmi Koru’nun dediği gibi “Davutoğlu’nu çıkartarak yakın dönem okunamaz”. 

Davutoğlu’nun “Konuşursam sokağa çıkamazlar” çıkışından sonra, kendisinin “kastım MHP idi” açıklaması olsa da, Erdoğan ve AKP tarafından “alarma neden olan” bir işaret fişeği olarak algılandığı da kesin. Ne konuşursa, kim sokağa çıkamaz acaba?

Ve Erdoğan mesajı aldı ve Davutoğlu ve onu destekleyenlerin AKP’den ilişiği kesilmesi sürecini başlattı. “Kesin İhraç” istemi ile olduğuna göre, akıbet belli.

Partisine genel başkanlık yapmış birisi, partisinin başbakanı olan birisi, bir çırpıda, yaptığı birçok iyi-faydalı çalışmalara rağmen, sırların paylaşıldığı en kritik ikinci adam olarak yönetimlerde rol almış olmasına rağmen, “ilişiği kesiliverdi”.

Vefasızlık mı? Vefasız kim, Davutoğlu mu, Erdoğan mı?

Erdoğan, niye bu kadar ürktü veya endişelendi ki, Davutoğlu’ndan?

Hani bir söz var “biz beş kişiyiz, birbirimizi biliriz”. Erdoğan ve Davutoğlu birbirlerinin ne yapabileceğinden haberdar mıydı yoksa?

Erdoğan; Davutoğlu’nun “sırları mezara kadar götürmeyeceğinden mi endişeliydi?” Ya da; yaklaşan “Suriye fırtınası”, “kurban mı isteyecekti?”. Bu kurbanın Davutoğlu mu olması gerekiyordu? Sorumsuz “şef”, sorumlu “iki numara” hesabı.

Davutoğlu; gelen fırtınayı mı “kesmeye çalışıyordu?”. Yoksa niyeti sadece AKP’yi, AK P günlerine çevirmek için “masumane ve vatanperverane bir çaba mıydı yapmaya çalıştığı?”

Benim kanaatim, Davutoğlu’nun; “kendisine yönelebilecek fırtınayı” durdurmaya çalıştığı yönünde. Sonuçta Davutoğlu, AK P’nin yaptığı, “dış politika eksenli” bütün işlerin “fikir babası”. Erdoğan gibi bir “liderle çalışmış olması nedeniyle” elbette “karar verici değil”, “teklif edici-ikna edici” rolü ağırlıklı. Ancak yasal statüye de bakmak lazım, sorumluluk kimde diye. Gerek Mısır, gerek Suriye, gerekse Balkanlar’da atılan adımlar var. 

Kavganın bu boyutu nereye varır, kestirmek zor. Suriye’de barış olursa o zaman kıyamet kopar.

Erdoğan; güç kaybeden her kumandanın yapacağı gibi, bir iç kale oluşturmaya çabalıyor. Daha güvenli, daha kolay savunulabilir. Daha az güvenilir elemana ihtiyaç duyacak bir iç kale. Bu taktik adım Erdoğan’ı rahatlatır mı? Şüphesiz rahatlatır. Kalenin içinde düzen sağlanmış, aykırı sesler kale dışına atılmış olur. Ancak Erdoğan’ın problemi sadece kalenin içi değil ki. Bütün ülkeyi yönetmek sorumluluğu onun, kaledeki itaat dışarıdakilerde olmayabilir. Davutoğlu’nun “mağdur” olması da dışarıdakiler üzerindeki etkisini çoğaltır.

Davutoğlu’nun da “karşı hamleleri” olmalı. Az buz değil. Davutoğlu “bütün sırlara-olaylara” vakıf, iki numara. Durdurmak “zor” olabilir.

Davutoğlu siyaseten zayıf görünüyor, ama sizi aldatmasın. “Konuşacakları” farklı bir “çarpan etkisi” oluşturabilir. Ayrıca Davutoğlu’nun “her bir darbesi”, muhalefetin de işine yarayacak, Erdoğan’ın “iktidarı kaybetmesinde”, Davutoğlu “küçük de olsa”, “ciddi bir faktör” olabilecektir. Mücadelesi küçük görülmemeli.

Yani olacaklara Davutoğlu “kaybetti” gözü ile bakmamak lazım. Davutoğlu bir “yarışa” değil, bir “mücadeleye” girişiyor. Bu da kendi deyimiyle “bir süreç”. Süreçler; taktik zaferlere veya yenilgilere değil, “nihai hedeflere” kilitlenir, stratejilere dayanır.

Bu noktadan baktığınızda, “Davutoğlu kaybeden olmaz”, ama “yıpranan” Erdoğan olur.