Seksenli yılların başında 12 Eylül günlerinde idik, hadisatın bunalttığı bir gün derinden bir of çekmişim, yanımda da anam oturuyordu, okur yazar olmayan anam şu dörtlüğü okuyuverdi:
Of dedin oydun beni
Kemikten soydun beni
Dümensiz gemi gibi
Deryada koydun beni
?Derdin ne yavrum, niye of çekiyorsun? diye sordu ve biraz konuştuk.
Şu dörtlük de şimdi aklıma geliverdi:
Aşamadım şu dağları kurdu var
Arkasında sevgilimin yurdu var
Herkesin de gûnâ gûnâ derdi var
Benim derdim hiçbirine benzemez
Benim sevgili Erdoğan´dan hiçbir menfaatim ve beklentim yok. Benim aklımın erdiği ve yönümün belli olduğu günden beri bir davam var: İslâm insanlığın kurtuluş reçetesidir, hazık bir doktor maharetiyle insanlığa sunulması her sorumlu Müslümanın vazifesidir, bu vazifenin en etkili ve en geniş çerçevede yapılabilmesi için uygun şartlara ihtiyaç vardır, şartlar kötüleştikçe vazife zorlaşır, etkisi ve kapsamı azalır. Müslüman en zor şartlarda da vazifesini yapmaya çalışmalıdır, ama şartların iyileşmesi ile de meşgul olması makuldür.
1950 yılında on altı yaşımda idim, o yıldan beri davamın seyri bakımından Türkiye ve dünyanın şartlarını elimden geldiğince izliyorum.
?Ya hep ya hiç? ilkesi benim ilkem değil; dinim de en azından imanı olan kimseyi eksikleriyle beraber mümin sayıyor, sonunda ona cenneti vadediyor, dinin iman, ibadet, hayat tarzı, ahlâk, edep? bütün kısımlarını taşımayan kimseyi kaldırıp atmıyor, hepsi yoksa hiçbiri yok demiyor.
Ben de Demokrat Parti´den itibaren partilere baktım, hangisi benim davamın amacına ulaşması bakımından daha müsait ise -en azından oy vererek- onu destekledim. Hiçbir zaman partili (üye) ve partici olmadım. Siyasi partilerin cazip tekliflerini de geri çevirdim. Bir kısmı için ?Gölge etmesin yeter?, bir kısmı için de ?Ha gayret? tavrı içinde oldum.
Recep Tayyip Erdoğan içimizden biridir. Kaza-kader ona önemli vazifeler yükledi, sonunda oldukça yetkili Cumhurbaşkanımız oldu. Seksen milyon haylice örselenmiş bir halkı, milyonlarca eleman ile yönetmek durumundadır. ?İnsan kavun değil ki koklayasın? derler. Ne yapacak, soruyor, soruşturuyor, inandığı kimseleri dinliyor ve insanlara görev veriyor. Çürük çıkanların vebali tavsiye edenlerin boynundadır, ona düşen ise çürüklük sabit olunca gözünün yaşına bakmadan temizlemektir. Temizlemenin, ?gözyaşına bakma? dışında da engelleri olabilir, ama eninde sonunda bu engelleri de aşmak ve zamanı geldiğinde temizlemek şarttır.
Diyelim temizledi, yerine gelecek temizi bulmak bu cemiyette, bu ahlâk ortamında ne kadar mümkün?
Bu soru da bence anlamlıdır, lakin bu noktada da ?ya hep ya hiç? değil, ?olabildiğince, bulunabildiğince? kuralı geçerli olacaktır.
Bazı dostlar bana ahlâk dersi veriyorlar, Allah razı olsun, küfredenler var, beddua edenler var, bir de ahlâk dersi verenler var; bu sonunculara teşekkür edilmez mi?
Ben bakarım, eğer haklı iseler, bende bu kusurlar varsa onları düzeltmeye çalışırım, yoksa Allah´a şükrederim, istikâmetimi korumaya çalışırım.
Evet, dostlarım, ben asla rüşvete, faize, yolsuzluğa, zulme, kul hakkı yemeye, vazifeyi kötüye kullanmaya, haksız mal ve mülk edinmeye? caiz demem, bunları yapanlara ?fâsık, günahkâr, makbul olmayan kişiler? derim. Elimden geldiğince bildiklerimi ıslah etmeye çalışırım, fâsıkların kamu hizmetinde kullanılmamasını ısrarla tavsiye ederim (İyisini bulabilirseniz, bulabildiğiniz kadar).
Ama ben iman ve davaya öncelik veririm.
İmana öncelik verdiğim için fâsık da olsa mümin olanı, en büyük kusur olan imansızlık dışında iyi tarafları da olsa inanmayana ve özelikle de davama karşı olana tercih ederim. İmanın bir gün o fâsıkı ıslah edeceğini umarım. Bu tutum bana mahsus da değildir, bu bir din kuralıdır.
Davama öncelik verdiğim için de, kusurlu da olsa bizimkilerin iktidardan düşmeleri halinde davamın başına nelerin gelebileceğini düşünürüm.
Şimdi önümüzde bir İstanbul seçimi var. Bu seçimde Tayyip Bey´in adamı kazanamazsa kimler sevinecek buna bakarım.
Ben sayayım:
* PKK´nın sözde liderleri sevinecek.
* ABD başkanı,
* Netanyahu,
* Suud Kral naibi,
* Sisi,
* Zâyid,
* Esed,
* Bazı Avrupa ülke başkanları,
* Bilcümle İslâm düşmanları,
* Dünyayı soyup soğana çeviren sermaye baronları,
* Kemalistler-Batıcılar? evet bunlar ve benzerleri sevinecekler.
Şimdi soruyorum:
Bunların derdi ahlâk mı, insan hakları mı, düşünce özgürlüğü mü, Türkiye´nin darboğazlardan çıkıp gerçek mânâda güçlü ve bağımsız olması mı, söyleyin, Allah aşkına, bunların derdi nedir? Niçin Erdoğan´ı harcamak istiyorlar?
?Oooof of?!
?Benim derdim hiçbirine benzemez?!