Türkiye siyasetinin yakın tarihine kalıcı bir şekilde damgasını vurdu. İster yanında, ister karşısında olsun herkes ona göre pozisyon almak, kendisini ona göre konumlandırmak zorunda hissetti. Sıra dışıydı. Bıkkınlığın zirve yaptığı bir ortamda önce bir şeylerin değişebileceğine inandı. Sonra daha da zor olanı yaptı, yani insanları inandırdı. Çok üstün meziyetleri vardı. Yola çıktığında ezilen insanlar sanki ununu elemiş, eleğini asmıştı. Yok dedi. Yılmak bize yakışmaz, daha yeni başlıyoruz. Burun kıvırmalara, yok sayılmalara hiç aldırmadı. Dağılanı toparladı. Yola çıkmak istemeyenleri silkeledi, uyandırdı, yola düşmeye ikna etti. Hiçbir zaman vazgeçmedi. En önemli vasfı davasına adanmışlığı idi. Kendi renginden hiç taviz vermedi ama herkesle konuşabildi, uzlaşabildi, yol yürüdü, koalisyon kurdu, seçim işbirlikleri yaptı. Derdi ülkesi, milleti ve bütün dünya mazlumlarıydı.
O, Siyonizm dediğinde kimileri bıyık altında gülüyordu. Komplo bunlar diyorlardı. O ise ısrarla, inatla dur durak demeden anlattı. Hep yakın-uzak tehlikelerden haber verdi. Hep bu milletin önüne kurulan tuzakları gösterdi. Kendisine yapılan kötülüklere hiçbir zaman aynı şekilde cevap vermedi. Meşru mücadele yollarından hiç ayrılmadı. Günü kurtarma derdiyle hareket etmedi. Daima kendisi oldu. Daima özeldi. Yaklaşımlarında daima özen vardı. Nezaketi, saygısı, sevgisi öne çıkan karakteriydi. Kızgınlığı ise merhametinin yansımasıydı. Arkadan itti, önden çekti. Kervanı hep yolda tuttu. Farklılıkları hiçbir zaman düşmanlık sebebi saymadı. Ayrıştırmadı. Ötekileştirmedi. Kamplaştırmadı. Hiçbir zaman sızlanmadı. Dert yanmadı. En zor zamanda bile sükûnetini korumasını bildi. Hep geleceğe odaklandı. Başkasının senaryolarında başrol olmayı asla kabul etmedi. Kendi senaryosunu hayata geçirme gayretinden bir an olsun geri durmadı.
Peki, Erbakan Hoca reel politik denilen güç odaklarına neden teslim olmadı?
Veya şöyle soralım, Erbakan Hoca onların maddi güçlerinin farkında değil miydi?
Hayır! Aksine farkındaydı. Geliniz vefatından 3-4 yıl önce İstanbul’da bir iftar programındaki konuşması üzerinden ne demek istediğimi ifade etmeye çalışayım. Yaklaşık ikibin beşyüz katılımcının olduğu salonda, konuşmasının bir yerinde Refah Partisi zamanındaki bir hadiseyi açıkladı. O zamanlarda Pentagon’un Meclis’te grubu bulunan bütün partilerden milletvekillerini, Akdeniz’de bulunan bir uçak gemisine davet ettiğini anlattı. RP grubundan da görevlendirme yaptığını ve o davete, yani uçak gemisine gönderdiğini söyledi. Ziyaret sonrası ise kendilerini çağırdığını, gördüklerini anlatmalarını istediğini belirtti. Hocamız, “Hepsinin gözleri gördükleri karşısında şaşkınlıkla büyümüştü” diye devam etti. Milletvekillerinin, “Hocam bizi öylesine yüksek teknoloji ile donatılmış bölümlere aldılar ki, işte biz dünyayı bu tür merkezlerden idare ediyoruz” dediklerini aktardı. Amerikalılar sonra da okyanusta bir füze atış denemesi yapacaklarını söyleyip, başarıyla hedefi vurduklarını orada bulunan milletvekillerine izletmişler. Tabi ben bunları dinlerken endişelenmeye başlamıştım. Salonda belki böyle bir davete ilk defa gelenler dâhil bu güç gösterisinin anlatılması karşısında, “Bu kadar güçlülerse, biz bunlarla nasıl mücadele edeceğiz?” deme potansiyeli taşıyan insanlar da vardı. Bu arada bendeniz de, “Hocam, bu konuşma öyle bir bitmeli ki, buradaki insanlar en azından moral ve motivasyon kaybına uğramadan buradan ayrılmalılar” diye haddimi de aşacak şekilde içimden kendi kendime söyleniyordum. Sonra Erbakan Hoca bana da cevap veriyor gibi sözlerini: “İbrahim Suresi 46. ayet. Onların dağları yerinden oynatacak güçleri olsa dahi kuvvet ve kudret sahibi yalnız Cenabı-ı Hak’tır” diyerek bitirdi. Salondaki herkesin başları sanki yüksekliği 7-8 metreyi bulan salonun tavanına vurmuştu. Herkes hareketlenmiş ve salonu coşku dolu bir heyecan dalgası sarmıştı.
İşte sadece bu örnek bile Erbakan Hoca’nın reel politiğe neden teslim olmadığını net olarak gösteriyordu. Çünkü o dünyadaki bütün güç odaklarının şifrelerini çözmüş ama onların güçleri karşısında gözleri kamaşmamıştı. Dünyayı tanımıyor, güç dengelerini bilmiyor diyenlere, aksine ben hepsinin ruhunu biliyorum ama onlara asla boyun eğmeyeceğim mesajını veriyordu.
O asıl güç sahibine güveniyor, ona sığınıyor, ondan yardım talep ediyordu.
O hep kendi reel politik gerçekleri üzerine hayal kurdu. Hayal kurmakla kalmadı, gerçeğe dönüştürdü. Her fani gibi kendisine verilen sayılı günleri tamamladı ve bu dünyadan ayrıldı. Şimdi ise onun hedeflerini parmağının ucuna değil, parmağının gösterdiği yere odaklananlar gerçekleştirebilecek. Vefatının 9. sene-i devriyesinde Erbakan Hocamızı rahmet, minnet, saygı ve şükranla anıyorum. Makamı âli olsun.