Tarih: 12.10.2022 11:06

Entelektüel Tavır – 1

Facebook Twitter Linked-in

Entelektüel Tavır serisinin ilk söyleşisinde yazar Atasoy Müftüoğlu’nu konuk ettik. Katılamayan okurlarımıza ulaşabilmesi için söyleşinin yazılı halini sizlerle paylaşıyoruz.


Değerli kardeşlerim, hepiniz hoş geldiniz.

Öncelikle tashih edilmesi gereken bir konuya işaret etmekle başlamak isterim. Her genç hareket, genç olması hasebiyle her şeyden önce bilinç alanında görünmek zorundadır. Gençlik bu demektir. Bilinç alanına çıkmak; düşünce alanına çıkmak, yorumlama alanına çıkmak, içerik üretme yoluna çıkmak, sorgulama alanına çıkmak demek. Bilinç alanına çıkmak risk almayı gerektirir. Bilinç alanına çıkmak bir bedel ödemeyi gerektirir.

Bilinç alanına çıktığımızda bu alana çıkıncaya kadar varlığını fark etmediğimiz çok ağır sorunlarla, çok hayati sorunlarla, varoluşsal sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu hayati sorunlarla, varoluşsal sorunlarla karşılaşmak istemeyenler, yüzleşmek istemeyenler, bu sorunları aşmak istemeyenler, bu sorunların nasıl aşılabileceğine ilişkin çözümlemeler yapmak istemeyenler; onlar konformist bir dünyada kalmaya devam ederler. Yani varoluşumuzu iki alan belirliyor: birisi bilinç alanı, bir diğeri konformist alan.

"Bilinçsiz rahatlık sebebiyle kitleler, hiçbir zaman karşı karşıya bulundukları sorunları fark etmezler. Dolayısıyla genç bir hareket, bu Tavır hareketinden hareketle bunu söyleme ihtiyacı duyuyorum, konformist kültürle hesaplaşmayı göze almak zorundadır. Konformist alanla hesaplaşmak demek kavga etmek demek değil, yeni bir şey söylemek demektir bugün"

Buradaki konformizmden kastım zihinsel konformizmdir. Birinci alan yoğun bir üretkenlik alanıdır. Konformist kültür ise bir hapishane gibidir. Hapishaneden farksızdır. Konformist kültür gerçeklerle yüzleşmek istemez. Konformist kültür; bu iradeye, bu cesarete, bu liyakate sahip değildir. Tarihin hiçbir dönemindenkonformist bir kültürün kendisini yenilemeye ihtiyaç duyduğu görülmemiş ve duyulmamıştır. Konformizm bir hapishanedir ve bu hapishanede esas olan bilinçsiz bir rahatlıktır.

Bugün İslam dünyası toplumları, maalesef İslam’ın şanına halel getirecek ölçüde bilinçsiz bir rahatlığı seçmiş durumdadır. Bilinçsiz rahatlık sebebiyle kitleler, hiçbir zaman karşı karşıya bulundukları sorunları fark etmezler. Dolayısıyla genç bir hareket, bu Tavır hareketinden hareketle bunu söyleme ihtiyacı duyuyorum, konformist kültürle hesaplaşmayı göze almak zorundadır. Konformist alanla hesaplaşmak demek kavga etmek demek değil, yeni bir şey söylemek demektir bugün.

Bu varoluşsal meseleler karşısında bilinçli bir rahatlıktan söz edilemez. Çünkü karşı karşıya olduğumuz yapısal sorunlar, tarihsel sorunlar; bizi çok ciddi bir şekilde rahatsız etmesi gereken sorunlar. İslam dünyası, toplumları ve kültürleri; özellikle son 300 yıldır bu sorunu görmezden geliyor bu sorun karşısında duyarsızlığı seçiyor. Bunları konuşmak zorundayız, bunların sonuçları ne olursa olsun konuşmak zorundayız.

Hemen konuşulması gereken şey şu: İslami düşünce hayatı, kültür hayatı, edebiyat hayatı. Politik hayatın bunları konuşması beklenemez. Çünkü politik hayat bu sözünü ettiğim bilinçsiz rahatlığı seçen bir alandır. O, orada faaliyetini sürdürmek ister. Bu sözünü ettiğim İslami kültür ve düşünce hayatı; İslami yapının parçalandığı, darmadağın olduğu, iradesini kaybettiği, bütünüyle edilgen hale geldiği geldiği ve artık hiçbir parçanın bir bütün içerisinde buluşturulması mümkün olmayacak bir noktaya geldiği bir dönemde, “İslami yapı nasıl yıkıldı, ne zaman yıkıldı, neden yıkıldı?” sorularını sorarak “bu yapı yeniden nasıl inşa edilebilir?” sorunlarını konuşmak yerine bu yapının kitabesi üzerinde çalışıyor. Bu kitabede ne yazıyor? O yıkılan dünyanın, yıkılan medeniyetin, kültürün kitabesinde ne yazıyor? Evet, durum bundan ibarettir. Bunun dışında bu yapının yeniden nasıl kurulabileceğine ilişkin münferit kimi çözümlerden söz edilebilir ve fakat sistematik bir çalışmadan söz edilemez.

Popülizmin ve hamaseti belirleyici ve tayin edici olduğu toplumlarda, örneğin Türkiye’de; toplumun bilinç yeteneğini bütünüyle yok edildiğini görüyorsunuz. Hamaset yükseldikçe bilincin gerilediğini görüyorsunuz. Popülizm yükseldikçe niteliklerin yok edildiğini görüyorsunuz. İşte bu mücadele bir nitelik mücadelesidir. Sayıları çoğaltarak dünyada bir mücadelenin kazanıldığı görülmemiş, duyulmamıştır. Büyük sayılarla değil, bir mücadele büyük niteliklerle verilmek zorundadır.

"Genç bir hareketin yapacağı ilk iş, geçmişin seçici ve eleştirel bir dikkatle bugüne kazandırılmasını temin eden çalışmalar yapmaya başlamasıdır. Geçmiş bütünüyle kutsal değil. Halbuki geleneğimiz, geçmişi kutsal ulaştırarak dokunulmaz kılarak bugün varlığını sürdürüyor."

Hemen fark edilmesi gerekirken fark etmediğimiz şey, bu toplumların ontolojik ve epistemolojik anlamda bir emperyalizmle derinliğine kuşatılmış olduğunu görmemektir. Ontolojik ve epistemolojik anlamda bir emperyalizmle kuşatılmak ne demek? Ontolojik ve epistemolojik anlamda bir emperyalizmine kuşatılma demek; Avrupa merkezci dilin, bilginin ya da seküler bilginin belirleyici ve tayin edici etkisini kabul etmek demek. Bununla uzlaşmak demek. Bu bilgiyi içselleştirmek demek.

Hayatınızı ne yapıyorsunuz? Bu size emperyalizm tarafından dayatılan ontolojik, epistemolojik bilgiyle düzenliyorsunuz. Bütün toplumsal hayatı, eğitim hayatını, efendim entelektüel hayatı bu bilgi temelinde şekillendirmeye çalışıyorsunuz. Bu, bir toplumun ya da bir kültürün kendisinden vazgeçmesi anlamına geliyor. Kendisinden vazgeçmesi yani büyük bir özgünlük kaybı, bir bağımlılıkla malul olduğumuzu gösterir. Biz bugün hiçbir özgünlüğü temsil etmiyoruz.

Biz bugün birbirimizle konuşmayı başaramıyoruz. Dolayısıyla Müslüman olmak, İslâmi bütünlüğü temsil ettiğinizde başlar. Bir parçayı temsil ettiğinizi değil, İslami bütünü ve bütünlüğü temsil. Bütünlük içinde kimi yorum farklılıkları olabilir. Fakat İslami enginlik vardır. Biz İslami enginliği bizi kuşatan bağnazlar yüzünden kaybettik. İslam’a katıldığınız anda kainat çapında bir enginliğe katılıyorsunuz. Bundan daha büyük bir ödül olabilir mi efendim? Bundan daha büyük bir mazhariyet olabilir mi? Fakat ne oluyor? Sonra bu mazhariyeti yaşayamıyorsunuz. Efendim kimi gün yerli ve milli retoriği tarafından engelleniyor, kimi gün sömürgeci retorik tarafından engelleniyor, kime gün etnik bencillik tarafından. Bütünlüğü temsil onurundan, onurundan alıkoyuyor ve sizi küçük bir parçaya, bir bağnazlık parçasına bir fanatizm parçasına hapsediyor.

Bugün entelektüel hayat, düşünce hayatı, kültür hayatı; bu manada bir hesaplaşma yapma liyakatine sahip değildir. Çünkü bugün düşünce hayatımız, kültür hayatımız, edebiyat hayatımız, sanat hayatımız; Lale Devri’nde yaşıyor gibi yaşamaya devam ediyor. Bu olağanüstü durumun farkında değil, bilincinde değil.

Yeni bir başlangıç, yeni bir bağlama geçmekle başlar. Yeni bir bağlamın ifadesi olmak için konformist kültürle bütün bağlarınızı kesmeniz gerekir. Bu, geçmişle kavga etmek anlamına gelmez.

Genç bir hareketin yapacağı ilk iş, geçmişin seçici ve eleştirel bir dikkatle bugüne kazandırılmasını temin eden çalışmalar yapmaya başlamasıdır. Geçmiş bütünüyle kutsal değil. Halbuki geleneğimiz, geçmişi kutsal ulaştırarak dokunulmaz kılarak bugün varlığını sürdürüyor.

Toplumlar, İslam dünyası toplumları; tarihinin son birkaç birkaç yüz yılını politik popülizm uyuşturucusu olarak, dini popülizm uyuşturucusu olarak geçirdiler. Toplum o kadar uyuşturucuyla bütünleşti ki artık kimse gerçeğe uyanmak istemiyor. Geçmişle hesaplaşmak gerekiyor. Modernite ile hesaplaşmak gerekiyor. Bugün gelenek ve modernite ile hesaplaşma iradesi gösteren hiçbir İslami akımdan söz edemiyoruz.

Genç bir din, gençliğine yakışır bir vizyon temsil etmek durumundaydı. Ne yaptı? Yeni ortaya çıkan bir din, bütün insanlığa hitap ettiği için – arz ettiğim gibi bütün insanlığa hitap etme sorumluluğu kadar onurlu bir sorumluluk yok – temas kurdu. Bugün belki yeniden başlamak demek, bütün insanlığa hitap etme imkanları üzerinde çalışmak demek. Kendinizi etnik asabiyete kaptırırsanız, mezhepçi asabiyete kaptırırsanız, yerel asabiyete kaptırırsanız, yerli ve milli asabiyete kaptırırsanız böyle bir şey mümkün değil. Bu, bütün imkanları yok etmek demek, yeniden bir kabile hayatına dönmek istemek.

Şimdi, genç bir din ne yaptı? Gençliğine yaraşır olanı yaparak bütün insanlıkla konuşmanın imkanları üzerinde çalıştı. Ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir komplekse kapılmadan yeni bir din, evvela dönemin bütün kültürleriyle uygarlıkları ile temas kurmaya cesaret etti. Yani ne yaptı? Çin ile temas kurdu, Hint ile temas kurdu, efendim İran’la temas kurdu, Bizans’la temas kurdu ve bütün bunların tecrübelerinden yararlanma ihtiyacı duydu ve bütün bu medeniyetlerden kendi bünyesine uygun olan ne varsa bunları aldı. Kazandıkları bütün savaşlarda savaş tazminatı yerine ilgili toplumlardan ve kültürlerden kitaplarını istediler. Savaş tazminatı olarak onların kitaplarını istediler. Tabii bu uzun süre devam etmedi.

Tarihte en büyük kırılmayı biz maalesef içeriden maruz kaldık. Herhangi bir sorunla karşı karşıya geldiğimizde bütün sorunların dışarıdan kaynaklandığını söyleyerek sorumluluk almaktan kaçar, sorumluluk almamak için bunlar dışarıdan kaynaklanıyor deriz. Halbuki bugün hesaplaşmamız gerekirken hiç birisiyle hesaplaşmadığımız ve biriktirdiğimiz sorunların kaynağı, kendi zaaflarımızla ilgilidir.

Ben geçenlerde yazdığım bir yazıda dedim ki biz şu kadar yüzyıldan beri İslam dünyasında “Kuran’ı nasıl anlamalıyız?”I konuşuyoruz ve bir türlü ona cevap bulamıyoruz. Yani mesela “Kuran’ı yirmi birinci yüzyılda nasıl tecrübe etmeliyiz?” diye bir çalışma yok. Muhtemelen, allahualem şöyle olacak, kıyamet saatinde biz hâlâ Kuran’ı nasıl anlamalıyız diye konuşmaya devam ediyor olacağız. Eğer bu genç hareketler, genç başlangıçlar; bilinç alanına çıkarak konformizm ile hesaplaşma ihtiyacı duyan çalışmalar göstermezse biz aynı konuları konuşmaya devam edeceğiz.

Malik bin Nebi’nin, muhtemelen biliyorsunuz bilmiyorsanız Malik bin Nebi’yi de genç arkadaşlara öneriyorum, çözümlemesi şöyle: “Evet, sömürgecilik çok korkunçtu ama ben size sömürgecilikten çok daha korkunç olan bir şeyin adını söyleyeyim: sömürgeleştirilmeye elverişli olmak.” Bugün en an İslam dünyası toplumları ve kültürleri sömürgeleştirilmeye elverişli olmaya devam ediyor. Çünkü yirmi birinci yüzyıl için içerik üretmiyor. Yirmi birinci yüzyılda İslam’ın nasıl temas kuracağını bilmiyor. Bilmiyor, çünkü geçmişe doğru düşünüyor.

Mesela bizde şöyle bir retorik var: şanlı tarih. Şanlı tarih çok açık bir uyuşturucunun adıdır. Yani yerli ve milli retoriği, ezan ve bayrak retoriği, efendim şanlı tarih retoriği; hepsi bir hamaset konusudur ve hamaset ısrarla gerçeklerden kaçmaya yarar.

İslam’ın günümüzde ulus devletler tarafından maruz kaldığı bir şiddet var. İslam, devletlerin çıkarları, beklentileri, ihtiyaçları, ulus devlet realizmi adına araçsallaştırılmıştır. Yani islam’ın kullanılabilir hale, İslam’ı duygu olarak tanımladığımız duyguların kullanılabilir hale gelmesini sağlamak için organize edilmiştir. Dolayısıyla böyle bir çalışma önce İstanbul’dan tanımlanmak zorundadır. İslam daha önce oryantalistler tarafından tanımlanmıştı. Bu defa neoliberal diktatörlük, neoliberal iktidar tarafından tanımlanıyor.

Bu arada bir parantez açarak bu son dönemde çıkan bu konuyla çok yakından ilgili çok önemli bir kitaptan söz etmek isterim: Neoliberalizm ve İslam. Filistinli Hristiyan bir düşünürün bir çalışması bu kitap. Yine bu cümleye devam etmek isterim. Edward Said’den başlayarak bugüne o çizgiyi takip ederek çalışmalar yapan Filistinli Hristiyan akademisyenlerin, düşünürlerin İslami mücadeleye katkıları; Türkiye’de Müslüman aydınların katkılarından daha önemlidir. Bu tanımın, ölçüsüz ve abartılı bir yanı olmadığına dikkatinizi çekmek isterim. Bu çalışmaları takip ettiğinizde bunları görmeniz pekala mümkün olabilir. Özellikle de Neoliberalizm ve İslam kitabı bu konuyla ilgili çok ciddi çözümlemeler yapıyor.

"Biz bu şanlı tarih retoriği yüzünden eleştirel bir tarih bilincine sahip olamıyoruz, eleştirel bir çözümleme yapamıyoruz. Biz bu edilgen din algısını Osmanlı’dan tevarüs ettik. Fakat şanlı tarih Osmanlı’ya ne kazandırıyor, dokunulmazlık kazandırıyor."

Biz bugün öyle bir topluluk yetiştirmeliyiz ki -niteliksel anlamda entelektüel yetkinlik bağlamında- öyle bir topluluk yetiştirmeliyiz ki hiçbir iktidar İslam üzerinde kendi çıkarlarını tahkim etmek üzere böylesine ucuz ve bayağı popüler isimlere cesaret edemesin. Bunu yapmak gerekiyor. Bugün zaten kültürsüz bir toplumda yapacağınız şeyler son derece sınırlı şeylerdir. Toplum büyük bir kültürsüz ile maluldür. Bu toplum büyük ölçüde maganda, maço toplumuna dönüşmüştür. Her gün kadın cinayetlerinin işlendiği bir toplumda Anadolu irfanı diye bir şeyden söz edilemez. Böyle bir irfan filan yok. Toplum çok ciddi bir şekilde lumpenleştirilmiştir. Bütün bunlar bu organizasyonla çok yakından alakalıdır. Bütün bunlar ucuz kahramanlıklar adına sayıları çoğaltmak adına yapılan şeylerdir. Onun için yapılacak herhangi bir ciddi ve uzun vadeli çözümlemenin dikkate alacağı şey; konuşurken, yazarken, içerik üretirken, etkinlik üretirken bu organize edilmiş, bütünlüğünden kopmuş, asli özgürlüklerinden kopmuş din algısının yerine o İslami bütün ve bütünlüğü temsil edecek bir bilinci, ufku, duyarlılığı koymak olmalıdır.

Ama malesef bugün bir tane kamusal düşünürünüz yok. Partizanlarınız var, trolleriniz var. Bir tane filozofunuz yok, bir tane kamusal düşünürünüz yok.

Biz bu şanlı tarih retoriği yüzünden eleştirel bir tarih bilincine sahip olamıyoruz, eleştirel bir çözümleme yapamıyoruz. Biz bu edilgen din algısını Osmanlı’dan tevarüs ettik. Fakat şanlı tarih Osmanlı’ya ne kazandırıyor, dokunulmazlık kazandırıyor. Eğer Osmanlı’ya eleştirel bir gözle bakıyorsanız ne yapılıyor? Adınız vatan hainliğiyle eşitleniyor. Halbuki genç bir hareket ne yapmak zorunda? Bir eleştirel tarih bilincine sahip olmak zorunda. Çünkü bugün tarih de iktidarlar tarafından araçsallaştırılabiliyor, din de araçsallaştırılabiliyor. Bütün kutsallar politik propaganda aracı haline getirilebiliyor

Yeniden evrensel zihinler yetiştirmek için ne yapmalıyız? Örneğin bu hareket ne yapmalı? Bunu konuşmalıyız. Fakat sürekli olarak dini ve politik popülist uyuşturucu alan bir toplum eğer bu durumu devam ettirirse bir gelecek söz konusu olamaz. Çok yakın bir geçmişte Türkiye, bütün İslam dünyasının ibret alacağı bir tecrübe yaşadı. Toplumun bütün katmanları menkıbe ile ele geçirildi. Bir hareket, menkıbe anlatarak. O yüzden bugün emperyalist sömürgecilikten daha tehlikeli olan şey, duygusal sömürgeciliktir. Bizim maruz kaldığımız bu duygusal sömürgeciliktir. Bu duygusal sömürgecilik sebebiyle gerçeklerle yüzleşemiyoruz. Duygusal sömürgecilik yoluyla insanlar araçsallaştırılabiliyor. Bugün İslam, büyük ölçüde politik propaganda aracı haline getirilmiştir, nesneleştirilmiştir, duygusal sınırlar içerisine hapsedilmiştir. Bilinçsiz bir rahatlık konusu haline getirilmiştir, teskin edici bir şey haline getirilmiştir.

Bizim öteden beri gençlere yönelik bir çağrımız var, onunla bitiriyorum. Gençlere diyoruz ki gençler; bize gelmeyin, kendinize gelin! Teşekkür ediyorum.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —