Akılsız ve düşüncesiz umutlar, bağlılıklar, sadakatlar ve duygusal ütopyacılıkların oluşturduğu bilinç körlüğü sebebiyle, Müslümanlar olarak içerisinde yaşadığımız dünyanın/tarihin ve toplumun gerçeklerini bütün boyutlarıyla göremiyor, romantik ve nostaljik fantezilerle oyalanıyoruz. Yeni gerçekler, eski çerçevelere, yerli-milli çerçevelere sığmıyor, sığdırılamıyor. Müslümanlar olarak, bütün bayağı/ucuz, dışlayıcı/ötekileştirici propaganda ve hizip klişelerinden/etiketlerinden uzaklaşarak evrensel insanlığı kuşatan-içeren bir ahlak/dil ve bilinç oluşturuncaya kadar, taşralılıktan ve barbarlıktan kurtulamayacağız.
Anlam yoğunluklarının ve ortak değerlerin-erdemlerin yerini, hizip klişelerinin aldığı günümüzde, İslami çevrelerde, özellikle de, düşünce-kültür-edebiyat dünyasında, etkili-güçlü bir eleştirel bilinç sesi çıkmıyor. Bugün, düşünce-kültür-edebiyat-ilahiyat hayatı, devlet merkezli yorumun sınırları dışına çıkmayı düşünmüyor. Devlet merkezli yorum hiçbir şekilde farklı/eleştirel açılıma hayat hakkı tanımıyor. İslami çevreler entelektüel bağımsızlığın nasıl bir şey olduğunu bilmedikleri için, devlet merkezli yorum’la ilgili eleştirel bir mesafeye ihtiyaç duymuyor, entelektüel şüphe’yi tecrübe etmiyor.
Müslüman halkların düşünme-sorgulama yeteneklerini felce uğratan, akılsız ve düşüncesiz bağlılıklar ve sadakatler, mutlak bir kölelikle sonuçlanıyor. Mutlak kölelik geleneksel itaat yaklaşımıyla meşrulaştırılabiliyor. Bu kölelik sebebiyle, Müslüman aydınlar, kamusal tanıklıklar yapamıyor, kamusal alanda etkili olabilecek, yankısı olabilecek, ortak topluma ait olma bilinci-düşüncesi ve söylemi üretemiyor. İnsanlığımızı kaybetme pahasına sürdürdüğümüz çıkar ve iktidar mücadeleleri sebebiyle, her alanda, ancak konjonktürel/pragmatik tercihler yapabiliyoruz. Konjonktürel/pragmatik tercihler, ilkesel tercihlere ve ilkesel kurallara geçit vermediği için, istisna hali, olağanüstü hal normalleşiyor. İslami ilkeselliklerin, her şartta, aşınmayan, eskimeyen, tükenmeyen adanmışlıklarla sürdürülebileceğini bilmek/hatırlamak gerekiyor. Bugünün dünyasında, finans piyasalarının otorite ve iktidarı, sermayenin mutlakıyetçi aklı, ahlaka ve vicdana ihtiyaç duymuyor. Popülizmler yükseldikçe, haksızlıklar ve adaletsizlikler de yükseliyor. Toplumlarımızda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, ideolojik-seküler karşıtlıklar, popülist-muhafazakar karşıtlıklar, bencillik ve fanatizm gibi ahlaki kötülükleri çoğaltıyor. Akılsız-düşüncesiz bağlılıklar-sadakatler yoluyla kısıtlanan, iradesizleştirilen, kendilerine telkin edilen sloganları-klişeleri ve yalanları, masal ve menkıbeleri tekrarlamak ve alkışlamaktan başka hiçbir şey yapmaları, hiçbir şey olmaları mümkün olmayan kitleler, ahlaki hayata, ahlaki bütünlüğe, ilkesel bütünlüğe bütünüyle yabancılaşıyor. Ahlaki hayata ve ahlaki bütünlüğe yabancılaşanlar, sorumlu varoluşlara, sorumlu farkındalıklara da, digerkamlıklara da yabancılaşıyor. Kendilerini başkalarının yerine koyma bilgeliğine sahip olmayanların kibri ve ahlaksızlığı sıradanlaşıyor, toplumsallaşıyor.
Bütün İslami değerleri/anlamları fütursuzca elinde tutmaya, bu değerler üzerinde tekel oluşturmaya çalışan köylü muhafazakarlığı, adaletsizlik pahasına, çıkar/iktidar mücadelelerini meşrulaştırabiliyor. Batılı seküler dünya görüşü ve hayat tarzını mutlak kesinlikler olarak gören seküler kesimler, sömürgeci değerler tarafından nesneleştirildiklerini ne yazık ki fark etmiyor. Seküler yorum ve algılar, toplumlarımızda, sömürgeci yorumun ideolojik evrenselliğinin himayesi altında temsil ediliyor. İslami anlamda kültürel/felsefi içerik üretemediğimiz için, seküler-kapitalist kültür tarafından dönüştürülüyoruz. Kültürel sömürgeciliğe, evrensel içeriği olan kültürel/felsefi içerik üreterek direnilebilir. Kültürel içerik üteretemeyenler “şanlı tarih”, “ezan-bayrak” gibi hamaset diline sığınarak dünyadan soyutlanma yolunu seçerler.
Tektipliliği esas alan toplumlar-kültürler medeniyet üretemezler. Medeniyet bir çeşitlilik ikliminin adıdır. Tekdüzeliği tekrarlayan ve biriktiren popülist propaganda dili ancak kent varoluşlarına hitap edebilir. Bir belirsizlikler, krizler ve ideolojik kutuplaşmalar çağında yaşıyor olmamıza rağmen, modern seküler dünya merkez olma özelliğini koruyor. Sözünü ettiğimiz merkez olma özelliği, Batılı dünya görüşünün ideolojik anlamda güçlü ve etkili olmasıyla ilgili bir konudur. İslam toplumlarının içerisinde yaşadıkları entelektüel ve siyasal güçsüzlük, ümmet kültürünü işlevsiz kılan yerellikler, Müslüman halkları-kültürleri güçsüz ve etkisiz bir dünya görüşü ile sınırlandırıyor. İslam toplumları bugün, dış dünya ile etkileşime girebilecek ölçüde/çapta/nitelikte kültür üretemiyor. Hangi toplumda olursa olsun otoriter popülizmin yükselişi, ilgili toplumların kültür ve siyasetten uzaklaştıklarını gösterir. Siyasetin itibarını kaybettiği toplumlarda, her tür fanatizm etkili hale gelir. Popülizmlerin ve pragmatizmlerin hiçbir şekilde değerlere, anlamlara ve bilgeliklere hizmet etmediklerini hatırlamak gerekir. Hak ve hakikat’e ihtiyaç duymayan otoriter popülizmler, bugün, ne yazık ki, satılık olmayan bütün değerleri de satışa çıkarmış bulunuyor.
Müslümanlar olarak; ondördüncü yüzyıla kadar etkili ve dönüştürücü olan evrensel İslam düşüncesini-kültürünü ve medeniyetini, bugün, etkisiz kılan içsel nedenleri bulabilmeliyiz. İslam tarihini romantize ederek bu ağır sorumluluktan kaçamayız, kurtulamayız. Bugün, Müslümanlar olarak İslami etkinlik-üretkenlik adına, somut gerçekliğe dönüşmeyen, hayatımızda temsil ve tecrübe etmediğimiz kavram’ların ne anlama geldiğini konuşmaya devam ediyoruz. Akademik hayat, ilahiyat hayatı akademi dünyasının kavramsal dili’nin, ölçütlerinin sınırlarını aşamıyor. Bu çevreler İslamın yerli-milli bir aidiyet biçimine dönüştürülmesi karşısında eleştirel bir tavır alamıyor. Duygusal-romantik ütopyalar sebebiyle yeni imkanlar üzerinde hiçbir çalışma yapılamıyor, yeni başlangıçlar yapılamıyor. Bu nedenlerle de, tarihsel edilgenlikle, bunalım ve kriz’le yüzleşilemiyor, yüzleşme bir yana tarihsel edilgenlik fark edilmiyor.
Günümüz dünyası düşünceler-fikirler-felsefeler-ideolojiler’den çok, teknolojiler yoluyla belirleniyor. Dünyayı teknolojiler birleştiriyor. Tekonolojiler iletişim araçları ürettikleri gibi, yıkım araçları da üretiyor. Hiçbir zaman bir anlam üretme yeteneğine sahip olmayan liberal-kapitalist dünya düzeninin derin krizi, tarihin sonunda olmadığımızı gösteriyor. Akılsız ve düşüncesiz alçaltıcı, iradesizleştirici bağlılıklar ve sadakatlerle birörnekleştirilerek tahakküme elverişli hale getirilen halklarla tarih yeniden başlatılamaz. İdeolojik ya da din’i düzlemde gerçekleşirilen akılsız-düşüncesiz bağlılıklar, sadakatler ve tercihler yoluyla İslam toplumlarının kişiliksizleştirildiklerini bilmek-anlamak-görmek gerekir. Kişiliksizleştirilmiş, taşralılaştırılmış, lümpenleştirilmiş toplumlar bağımsız-eleştirel bir irade oluşturamazlar.
Günümüzde, bu toplumlarda, genç kuşaklar güncelin önünde savruluyor ve sürükleniyor. Dijital dünyada kaybolan yaşlı kuşaklar, radikal yabancılıklar yaşıyor. Genç kuşaklarla yaşlı kuşakların dünyaları, ilgileri, hayatları birbirinden çok farklı özellikler taşıyor. Mutlak hakikate yabancılaşanlar, ya göreceliği ya da hiç’liği seçiyor. Hayatlarını tek aklın ve tek hizbin sınırları ve uyku içerisinde geçirmeye mahkûm edilen toplumlar/halklar, hiçbir zaman İslami bilincin bilincine varamıyor, kendi hayatlarını yaşayamıyor. Kültürsüzlük ve bilinçsizlikle malûl bulunan toplumlarda, İslam algısı, hizip fanatizmleri ve bencillikleri tarafından kolayıkla çarptırılıyor, çarptırılabiliyor. Günümüzde toplumlar/halklar, İslami bütünü değil, çarptırılmış parçaları sahipleniyor. Hizip ve iktidar çıkarları, her şeye, bütün anormalliklere, kirliliklere, yolsuzluk ve yozlaşmalara meşruiyet kazandırabiliyor.
Bir yanda gelenek/hamaset bağımlılığı, bir diğer yanda uyuşturucu bağımlılığı, medya bağımlılığı ve dijital bağımlılık tarafından edilgenleştirilen, edilgenleştirildikleri için düşünmeye cesaret edemeyen genç kuşaklar, bu defa tekno oryantalizmin öncülüğünde, siberpunk kültürünün görsel etkisine maruz kalarak nihilist bir alana yöneliyor, yeni bir yabancılaşmayı tecrübe ediyor. İslam toplumlarında kurumsallaştırılan tekdüzelik, monotonlaşmayı ve yavanlaşmayı derinleştiriyor. Bu tür toplumlarda, köylü muhafazakarlığı içerisinde yetiştirilen genç kuşaklar hayatta hiçbir şekilde kendilerini kanıtlayamıyor, hiçbir şekilde, hiçbir gün etkili/anlamlı bir tanıklık iradesi ortaya koyamıyor. Hakikat ve adaleti gözeterek yaşamak değil, çıkar ve iktidarı gözeterek yaşamak, yaşamak değildir. Ölçüsüz/dikkatsiz ve romantik umutlar, insanları-toplumları düşünsel ilgilere-sorumluluklara ve yoğunluklara yabancılaştırdığı gibi, ölçüsüz hayal kırıklıklarına da neden olabiliyor. Bugün, Müslümanlar olarak, derin, çok boyutlu, çok ufuklu düşünsel cesaret ve düşünsel yeteneklere sahip olmadığımız için İslami düşüncelerimizi, fikirlerimizi, değerlerimizi dünyanın, insanlığın ve toplumlarımızın bilincine-dikkatine sunamıyoruz. Teknolojiye, teknolojik alana, gelişmelere yönelik yoğun ilgi, insanı ve insani olan her şeyi değersizleştiriyor. Teknolojik üstünlüğe sahip olan her ülke, bu üstünlüğe sahip olmayan ülkelere yönelik kötülük yapma hakkına sahip olduğunu düşünüyor. Bugünün dünyasında en üstün güce sahip olanlar, en büyük kötülükleri yapıyor.
Modern tarih boyunca, modern iki yüzlü sözcükler-söylemler aracılığıyla, özellikle İslam toplumlarına “uygarlık götürmek” maskesi kullanılarak, bu toplumlara sömürgecilik, işgal-istila-soykırım ve katliam götürüldü. Mutlak kötülük ve mutlak iğrençlik demek olan sömürgecilik, halen Ortadoğu toplumlarına derin acılar ve onur kırıcı hayatlar yaşatıyor. İslami umutları ve ahlaki bütünlüğü paramparça eden bencillikler ve bağnazlıklar, maalesef, İslam toplumlarını politik-ekonomik vesayete ihtiyaç duyan toplumlar haline dönüştürdü. Popülist duygusallıklara dayalı güncelin önünde savrulan ve sürüklenen toplumlar ve kültürler, zaman ve mekânla sınırlandırılamayan ilkesel alanlardan, tefekkür alanlarından bir daha dönmemek üzere hızla uzaklaşıyor. İlkesel alanlardan, tefekkür ve nitelik alanlarından uzaklaşan, İslami bir ontoloji ve epistemolojiye sahip olmayan, bu tür bir ontoloji ve epistemoloji inşa etme liyakati ve iradesine sahip olmayan bir ülkede, pragmatik ve oportünist kadrolar ve iktidarlar, İslam’ı taşralı bir muhafazakarlığa mahkûm ettikleri halde siyasal İslamcı olarak tanımlanabiliyor.
İlkesel varoluşun ve ilkesel bütünlüğün/tutarlılığın, hayati bir sorumluluk olduğunu bilmek ve hiç unutmamak gerekir. İlkesel tutarlığını, ilkesel bütünlüğünü kaybeden topluluklar her tür istismara açık hale gelirler. Sahici varoluşlar, ilkesel varoluşlar ve bütünlükler hiçbir şekilde ve hiçbir güç tarafından araçsallaştırılamaz. İlkesizlik temelinde şekillenen sahte varoluşlar, propaganda yoluyla yönlendirilebilir ve yönetilebilirler. İslam dünyası toplumlarında İslami otorite ve meşruiyetin politik iktidarlar tarafından araçsallaştırılmasıyla birlikte, bu otorite ve meşruiyet üstünlüğünü, saygınlığını ve evrensel misyonunu kaybetti. Çok aziz ve mükerrem İslamın, politik iktidarlara karşı sorumlu tutulabilir hale gelmesiyle birlikte, İslam, bağımsız bir yorumun ve iradenin ifadesi olmaktan çıktı, çıkarıldı.
Bugünün dünyasında, dijital yeniden yapılanma insan emeğini ve kişiliğini bütünüyle değersizleştiriyor, insan ve insanlık, bu defa teknolojiler yoluyla ötekileştiriliyor. İnternet, kapitalist dünya düzenine yeni bir yön kazandırmıştı. Şimdi de dijital teknolojiler bu düzene yeni bir boyut kazandırıyor. Dijitalleşme ve dördüncü sanayi devrimi teknolojileri, yapay zeka, otomasyon, robot bilimi, nano ve biyoteknolojiler, büyük finans şirketleri, büyük ilaç şirketleri, büyük teknoloji şirketlerinin dünyasında, İslamın bağımsız bir iradenin/siyasetin ve yorumun ifadesi olmaktan çıkarılarak, ulus-devlet iktidarlarının hizmetine verilmesi, İslami geleceğin ufkunu bütünüyle karartıyor ve kapatıyor. Dijital sömürgecilik karşısında İslam toplumlarında çok ciddi kimlik aşınmaları ve kırılmaları yaşanıyor. Akılsız ve düşüncesiz umutlar, bağlılıklar ve sadakatler aracılığıyla Müslüman halkların, toplumların ve kültürlerin, özellikle de genç kuşakların entelektüel mahrumiyete mahkûm edilmeleri sağlanıyor. Bu mahrumiyet sebebiyle, genç kuşaklar ya elden düşme modern teknolojilerle ya da elden düşme romantik-mistik-nostaljik duygusallıklarla hayatta kalmaya çalışıyor. Toplumlarımızda yapısal/derin bir sorun haline gelen entelektüel mahrumiyet sebebiyle, kitlesel işssizlik, kitlesel yoksulluk, kitlesel kültürsüzlük ve kitlesel yabancılaşma, kitlesel sorumsuzluklarla ilgili hiçbir ciddi analitik çözümleme iradesi ortaya konulamıyor, daha vahimi bütün bu mahrumiyetler bilinçli bir şekilde fark edilmiyor, idrak edilmiyor. Kitlesel sorumsuzluklar sebebiyle toplumlarımızda, içerisinde yaşadığımız toplumda da kentsel şiddet, gençlik şiddeti yayılıyor. Hayatın her alanında çok yönlü, çok boyutlu yoksullaşmalar yaşanıyor. Sosyal güvencesizlik, derin bir gelecek kaygısı oluşturuyor. Otoriter-politik yapılar, kitlesel rahatsızlıklar ve hoşnutsuzluklarla ilgili, yapısal cevaplar bulmak yerine, bu rahatsızlık ve hoşnutsuzlukları “sabır” retoritiği ile kontrol etmeye çalışıyor.
İslam dünyası toplumlarında, tarih boyunca, İslami işlevlerin-sorumlulukların sınırlarının siyasal otorite tarafından tanımlanıyor olması nedeniyle; siyasal otorite Müslüman kitlelere dünyayı tahkir eden, yoksulluğu tebcil eden, takdir eden sorunlu bir yaklaşımı telkin etti. Dünyayı tahkir eden yaklaşım sebebiyle, Müslüman halklar, dünyanın/tarihin hışmına uğradılar. İslam toplumları, tarihe ve çeşitliliğe açık bir İslami yorumu ve kültürü temsil ettikleri dönemde tarihin merkezinde iken, tekdüzeliği temsil-tercih etmeye başladıktan sonra tarihin taşrasında yaşamaya mahkum oldular.
İslam dünyası toplumları ve kültürleri, İslami anlamda bir düşünce ve bilinç devrimi gerçekleştirinceye; 1798 tarihinden bu yana sistematik bir biçimde sürdürülegelen sömürgeleştirme, modernleştirme ve sekülerleştirme süreçleriyle, entelektüel ve siyasal anlamda nihai bir hesaplaşma gerçekleştirinceye kadar, din’i popülizm ve politik popülizm uyuşturucularına ve bu uyuşturucuların oluşturduğu zihinsel/ruhsal/kültürel/edebi konformizme mahkûmiyetten hiçbir suretle kurtulamayacaklar. Müslüman bireylerin kendi kendilerine düşünmelerine, kendi kendilerine karar vermelerine engel olan akılsız ve düşüncesiz bağlılıkların/sadakatlerin, Müslüman bireyleri ve kitleleri hiçbir zaman İslami bir yetkinliğe ulaştıramayacağını görmek/anlamak gerekir.
Kaynak:bfarklı Bakış