Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

ENİS NAKKAŞ: KONFEDERASYON PROJESİNDEN İLK KÜRTLER YARARLANACAK

Gazete Duvar’dan Ortadoğu uzmanı İslam Özkan’ın Enis Nakkaş ile gerçekleştirmiş olduğu röportaj…

ENİS NAKKAŞ: KONFEDERASYON PROJESİNDEN İLK KÜRTLER YARARLANACAK

Doğu Konfederasyonu, geçmişte el Fetih içerisinde gerilla deneyimi yaşamış olan Nakkaş’a göre, başta Türkiye olmak üzere birçok Ortadoğu ülkesi arasındaki bölgesel sorunlara son vereceği gibi ülkelerin kendi içindeki demokratikleşme, ekonomik kalkınma, zenginliklerin doğru yatırımlara dönüştürülmesi vs. gibi sorunlara da çözüm üretecek.

***

Enis Nakkaş, askeri ve stratejik konular üzerine kafa yoran, teorik ve pratik deneyimi oldukça yetkin, mücadele içinden gelen bir isim. Nakkaş, bölgenin Suriye krizi öncesindeki iş birliği ve dayanışma atmosferine geri dönmesi hatta bu birlikteliği daha da ilerletmesi gerektiği düşüncesinde. Doğu Konfederasyonu kitabı Arap ülkelerinde 2015’te yayınlandığından beri yoğun bir şekilde tartışıldı. Kendisiyle son bölgesel gelişmeler çerçevesinde bölge ülkeleri arasındaki iş birliği ve dayanışmanın önündeki engelleri ve buna ivme kazandıracak unsurları konuştuk.

Enis Nakkaş

‘ABD, HAYATİ BİR İHTİYACI KALMAMASI NEDENİYLE ORTADOĞU’DAN ÇEKİLİYOR’

Kitabınızın ve aynı zamanda projenizin adı Doğu Konfederasyonu (Konfederatiyyetu’l Maşrikiyye).* Projenin ana umdelerini anlatır mısınız? Bir diğer konu bunu daha büyük bir birlikteliğin ilk adımı olarak mı görüyorsunuz yoksa mevcut ülkelerle sınırlı bir birliktelik mi?

İran, Türkiye, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan ve doğal olarak Filistin’i (Filistin davası, bölgesel barış ve istikrarın kendisine dayandığı ana davamızdır) içeren Doğu Asya bölgesi, şu an büyük bir karışıklık içinde olup git-geller yaşamaktadır. Bu sarsıntıların ilk nedeni, küresel ve bölgesel güç dengelerinin değişmesidir. ABD’nin nüfuzunun gerilemesi ve bölgeden çekilmeye başlamasının bir nedeni de Irak savaşındaki başarısızlığı, diğer nedeni ise kaya petrolünü keşfetmiş olması nedeniyle artık petrole hayati bir ihtiyacının kalmamasıdır. Bu durum bölgenin değişime açık hale gelmesine yol açmıştır. ABD, bölgeden henüz ayrılmış değil, ayrılırken çıkarlarını korumak için bölge ülkeleri arasında güç dengesi kendi çıkarına olacak şekilde yeniden düzenlemek istiyor. İran, Amerikan rolünün zayıflatılmasında ana aktör. İran ve Suriye, Irak’ta işgal karşıtı direnişi destekleme noktasında belirleyici rol oynadı. Bu nedenle Amerikan varlığını zayıflatıp onu ülkeden çıkmaya zorladılar.

Arap ülkeleri, ABD’nin bölgeden çıkmasından endişe ediyor. Bu korkunun nedeni, insanların fakir ve aç olduğu, Arapların zenginliklerinin birkaç kral ve emirliğin elinde toplandığı ve bölgenin diğer ülkelerinin kalkınma hakkının göz ardı edildiği bir ortamda kendi kaderiyle baş başa kalma düşüncesidir. Dolayısıyla Körfez ülkeleri, ABD’nin yardımı ve korumasına muhtaçlar. Plan, zayıf rejimlerin işbaşına getirilerek bu Körfez emirliklerine tabi kılınmasıdır. Bu dengeler içerisinde birbiriyle bağlantılı birçok konu, kontrolden çıktı. Bunlardan biri de sahte devrimlerken bir diğeri sunî mezhep çatışmalarıdır.

‘ÇATIŞMA VE REKABET MANTIĞINI İŞBİRLİĞİ VE DAYANIŞMAYA DÖNÜŞTÜRMEMİZ GEREKİYOR’

Bütün bunlar bölgenin terör örgütleri üzerinden şiddetin en geniş kapısından içeri girmesine neden olmuştur. Bu gerçeğin karşısında bölge ülkeleri ve bütün yapılarıyla bölge halkları arasında siyasi ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, çatışmadan iş birliğine geçmesi gerekiyor. İşte benim “Doğu Konfederasyonu” dediğim şey bu. Bu düşünce projesi, geleceğe doğru yol almak için tarihi tortuları aşmaya, bölgede siyasi düşünce yöntemini yeniden oluşturmaya çalışıyor. Bu projenin temel ilkeleri şunlardır:

A- Bölge, 14 yüzyıldır imparatorluklar sistemi altında yaşıyor. Bölgenin taksimatı ve ülkelerin coğrafi yapısının belirlenmesi, I. ve II. Dünya Savaşları sonucunda oldu. Birçok durumda bölge halklarının kendi ülkelerinin sınırlarını çizme hakkı olmadı, bu ülkeler yeniden birleşmeyi de düşünmediler.

B- Bölge birçok dînî, mezhebî ve ulusal oluşumu içinde barındırıyor. Dinî, mezhebî ya da ulusal kimlikler üzerine odaklanılması, bölge ülkeleri ve halkları arasında çatışmadan başka bir şeyle sonuçlanmıyor. Ayrıca, bölgede çatışmalara, bölünmelere yol açan olumsuz değerler yerine bu çeşitliliğin olumlu bir değere dönüşmesi için daha üstün yöntemler geliştirmeye çalışmalıyız.

C- Bölge, kaynaklarını ve tabii zenginliklerini ortak bir şekilde yönetmenin yanı sıra ticareti karşılıklı geliştirmek için hem ulaşım ağını hem de iletişim ağını inşa etmeye ihtiyaç duymakta. Ayrıca bilim ve sanayi alanında iş birliği için ortak planlara ihtiyaç var. Biz, çatışma ya da rekabet mantığını, iş birliği ve dayanışma mantığına dönüştürmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bu dayanışma ve iş birliği bizim temel görevimizdir. Ancak bu şekilde bölgedeki toplumsal ve siyasi güvenliği güvence altına alabilir, kalkınma ve gelişme çarkını ancak bu devamlılıkla sağlayabiliriz. Unutmamamız gerekir ki çoğunluğumuz, tek bir toplumun parçalarıyız ve bölgedeki diğer oluşumlarla bizi bir araya getirecek mesajın tamamlayıcısıyız. Her zaman bize sevgi ve barışla, iş birliği ve ortak yaşam içerisinde olmamız öğütlendi. Bu proje ve programı ortaya koymamızın ana neden ve motivasyonları bunlardır.

‘TÜRKİYE, SURİYE KRİZİ ÖNCESİ DÖNEMDE İRAN’I İŞBİRLİĞİ DIŞINDA BIRAKTI’

Kitabınız 2015 yılında yayınlanmış. O dönemden bu yana sahada meydana gelen gelişmelerin tezlerinizi doğruladığını düşünüyor musunuz? Kitabın yeni baskısı yapılsa revize edeceğiniz yerler olur muydu? Bir başka ifadeyle o günden bu yana sizin görüşlerinizde bir değişiklik oldu mu? Örneğin Türkiye, sizce sizin projenize daha yakın bir konumda duruyor diyebilir miyiz?

Doğu Konfederasyonu projesi, kitabın kaleme alınmasından önce ortaya çıkmış bir proje. Son yıllarda meydana gelen kanlı olaylardan önce ben de bu yönde atılan adımlara destek verenlerdendim. Hepimiz Türkiye, Suriye, Ürdün ve Lübnan arasında serbest ticaret bölgeleri kurulmasını, siyasi ve kültürel iş birliğini, anlaşma üyesi ülkeler arasında vizesiz geçiş hakkını ve ortak kalkınma projeleri öngören anlaşmaların yapıldığını hatırlarız. Türkiye ile İran arasında ortak anlaşmalar hayata geçmiş ve geliştirilmeye çalışılmıştı. O gün Irak, Amerikan işgal güçlerinin boğazına çökmesi nedeniyle eli kolu bağlıydı ve bu anlaşmaya üye değildi.

Şöyle bir gelişme oldu: Türkiye, geleceğe ilişkin değil, geçmişte yaşanan birtakım olayları gerekçe göstererek İran’ın bu anlaşma kapsamından istisna edilmesi için ısrar etti. Örneğin “Biz bölgeye 400 yıl hükmettik, İran’ın bölgede herhangi bir dahli olamaz. İran’la iyi ilişkiler kurmakta bir sakınca yok ama bölgesel işlerin dışında kalmalı” dedi. Bunlar, direniş hareketlerinin desteğiyle bölgede Amerika’yı zayıflatan ve İsrail hakimiyetine bir sınır koyan tarafın İran ve Suriye olduğu gerçeğini göz ardı eden kadim ve eskimiş düşüncelerdi. Başından beri genelde Batı özelde ise ABD ve siyonist işgal rejimiyle mücadelede en ön saflarda olan İran’ın bölgesel iş birliğine girmekten men edilmesi nasıl mümkün olur?

‘ERDOĞAN, İRAN’LA İŞBİRLİĞİ YAPMAKTAN BAŞKA ÇARESİ OLMADIĞINI ANLADI’

Bütün olan bitenlerden sonra Türkiye ve onun lideri Recep Tayyip Erdoğan, İran’la iş birliği olmadan herhangi bir şey yapmanın mümkün olmadığını sonunda anladı. Öte yandan yıllar kaybedildi, milyarlarca dolar heder edildi ve bu gerçeğe ulaşmak için yüz binlerce insanın hayatı feda edildi. Yaşanmaması gerekenler yaşandıktan sonra ben bu projenin herhangi bir zamandan çok daha fazla gerekli olduğunu düşünüyorum, çünkü tahrip edilenlerin yeniden yapılması ve bölge halkları arasında meydana gelen ayrılıkların rehabilite edilmesi, eski zeminde ve eski yöntemlerle gerçekleştirilecek bir şey değil. Aksine bizim ölüyü diriltmemiz, yeni bir bilinç inşa etmemiz lazım. Bölgede bütün tarafların kazançlı çıkması için yeniden imar konusunda iş birliği yapılması gerekiyor. Burada önemli olan bütün tarafların kazanmasıdır, bir tarafın kazanıp diğerinin kaybetmesi değil.

Bu konfederasyon projesi, İran ve Türkiye tarafından benimsenir, bölge halkları ile hükümetlerine teklif olarak götürülürse herkesin bunu kabul edeceğini ve anlayacağını düşünüyorum. Böylelikle etnik temelli ve ayrılıkçı çatışmalar hafifleyecek; mezhebî ve dînî çatışmalar ortadan kalkacaktır. En önemlisi de proje, bölgede meydana gelen yıkımın hızla rehabilite edilmesine yardımcı olacaktır. Üretim dişlilerini ve karşılıklı ticareti harekete geçirecek, gelişmişlik düzeyini yükseltecek, ekonomik bir rönesansın yaşanmasına katkıda bulunacaktır. Çatışma ve rekabet mantığından çıkıp iş birliği ve dayanışma mantığına yönelmek ve savaştan kurtulup hızla barışa yönelmemiz gerekmektedir. Adı “Doğu Konfederasyonu” olan kitabımı Arapça olarak kaleme aldım fakat şu ana kadar hiçbir dile tercüme edilmedi. Kitabın Türkçeye ve Farsçaya tercüme edilmesini temenni ediyorum, zira içeriği Arap kamuoyunda yeterince tartışıldı.

‘NATO ÖLÜM DÖŞEĞİNDE, TÜRKİYE’NİN YENİ BİR YAPIYA İHTİYACI VAR’

Kitabınızda bu ülkelere Türkiye’nin de katılmasını öngörüyorsunuz, ancak Türkiye ile bu ülkeler arasında toplumsal ve kültürel anlamda, siyasi kültür olarak da belirli farklar var, bu projenin hayata geçmesine engel oluşturmaz mı sizce? Ayrıca Türkiye NATO üyesi. Siz Türkiye’nin NATO üyeliğinden vazgeçip böyle bir birlikteliğe katılacağını düşünüyor musunuz?

Türkiye I. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın savaştaki ortağı idi. II. Dünya Savaşı’ndaysa tarafsız kaldı ama Almanya’nın zafer kazanmasını arzu ediyordu. Fakat müttefiklerin zaferini ilan etmesinden iki ay önce Türkiye, galiplerin yanında savaşa girdiğini ilan etti. Onun müttefikler safında savaşa girmesi, NATO’ya girmesine ve dolayısıyla hiçbir çıkarı olmadığı halde Kore Savaşı’na katılmasına neden oldu. Ardından Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan bir araç ve bir set vazifesi gördü.

Komünizmin çökmesi, NATO’nun zayıflamasının -nitekim geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Macron, NATO’nun ölüm döşeğinde olduğunu söyledi- ardından Şangay, bir yardımlaşma ve güvenlik örgütü olarak ortaya çıktı. Bu örgüt, şu an dünyanın gelecekteki en büyük ekonomik gücü tarafından desteklenmektedir. Tabii burada gelecekteki güçten kasıt yakın gelecektir. Bugün Türkiye, çökmekte olan NATO yerine Şanghay Örgütü’nün ortağı olabilir. Batı ile Doğu arasındaki transit geçiş bölgesinin ilk ülkesi ve İpek Yolu projesinin bir parçası olabilir. Nitekim Türkiye coğrafyası buna izin vermekte, ekonomisi buna uygun düşmektedir. Ayrıca Türkiye’nin NATO siyasetlerinden uzaklaşması, NATO’nun bölgede hegemonya siyaseti takip etmesi ve İsrail’i desteklemesi nedeniyle oldukça sıkıntılı durumlara düşen bölge ülkeleriyle olan anlaşmazlıklarını da çözecektir. Türkiye’nin ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin NATO’nun bölgede hegemonya kurmak ve Siyonistlerin bölgede hâkim olmasını isteyeceklerini zannetmiyorum. Aynı şekilde Türkiye’nin çıkarına öncelik veren ve komşularla iyi ilişkiler ve iş birliği isteyen vatansever Türkiye muhalefetinin de bunu isteyeceğini düşünmüyorum. Her halükârda dış politikasını takip ettiğimde Irak’ın işgalinden bu yana, Suriye’de işlenen yanlışlar hariç, Türkiye’nin bölgede NATO politikaları uyguladığına şahit olmadım. Şu anda Türkiye, ordusunun çıkarı için silahlanma alanında mücadele veriyor. Türkiye, şu anda silah kaynaklarını çeşitlendirme ve bu silahları üretme hakkına sahip olmaya çalışıyor. NATO buna izin verir mi, hiç zannetmiyorum.

Bölgemizdeki kültürel çeşitlilik, yarı konfederal bir yapı içerisinde siyasi ve iktisadi olarak birleşik bir yapı inşa etmiş olan Avrupa ülkelerindeki etnisite ve dil çeşitliliğinden daha fazla değildir. Biz onlardan daha ileri bir kültürel uyumluluk içerisindeyiz, tek bir imparatorluk çatısı altında yüzlerce yıl yaşamamıza rağmen bölge haklarından hiçbir unsuru yok saymadık.

Enis Nakkaş'ın Arapça olarak yayımlanmış eseri...

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER