Milletçe anlama özrümüz var.
Enes hasta.
Her evde Enes gibi bir genç var.
Her evde olmasa bile çoğu evde bulunmakta.
Enes’in videosunu her seferinde kan ağlayarak izledim.
Ölürken bile annesinin fırınını düşünmesi ne kadar merhametli bir çocuk olduğunu göstermekte.
Yürek dayanacak gibi değil.
Fakat sıkıntıları, konuşması, mimikleri, kendisine bunaltı veren dünyasını darlaştıran etkenler ne kadar tanıdık.
Artık gençler eski gençlik değil.
Öylesine sıkıntılarla kuşatılmışlar.
Mutsuzlar, yüzleri gülmemekte, geleceklerinden emin değiller.
Sosyal medya denen canavar onları robotlaştırdı, ellerinde telefon büyülenmişçesine gözlerini ayıramamakta, dünyadan kopmaktalar.
Efsunlu hayatlar, çalışmadan milyarlar kazanan fenomenler, strese girmeden bu paraları eğlence yerlerinde, tatillerde yiyenlere bakıp, kendi yaşamları ile yüzleştirip mutsuz olan milyonlarca genç var.
Çok zor çalışma koşullarındaki okullarına bakıp da.
Üstelik bu okulları bitirdiklerinde o sorunların tükenmeyip kartopunun çığa dönüşeceği gerçeğini gören gençliğin bunalıma girmemesi mümkün değil.
Çok çalışmaya az ücret, uzun nöbetler, hocaların kaprisi, dostluk ve arkadaşlığın yitip gitmesi, yalnızlık; ruh hastalıklarını artırmakta.
Bir de ailelerin evlatlarının ruh sağlığının bozulduğunu kabullenememesi, geçer düzelir gibi iyimserliğe sığınması.
Gencin bunalımda olduğu bir dönemde ya evliliğe zorlanması ya da iyileşir umudu ile bir din eğitimi kurumuna yollanması.
Rahatsızlığı iyileştirmemekte, daha fazla artırmakta.
Ne evliliği yürümekte.
Ne de hidayet bulabilmekte.
Çocuklarımız hastalandıklarında, onları yuvadan uzaklaştırma yerine hemen yanı başımızda tutup konuşalım, anlayalım, tıbbi yardım alıp bu hastalıktan kurtulmaya çalışalım.
Enes için babası “İçine kapanık biriydi, manevi olarak ahiretine faydası olsun istedim” demiş.
Babanın çırpındığı işte burasıydı, muhtemelen aklına da gelmişti, maneviyatı yok intihara kayar mı diye, zira anlamıştır evladının hastalığını.
Zaten Enes, “3 yıldır Müslüman değilim” diyerek, kafasındaki kıymıkları çıkaramadığını anlatmaktadır.
Oysa Enes’i kimler maneviyatsız bırakıp, onun intiharına sebep olmuştur, bu soru sorulmuyor. Depresyonun inanmamakla buluşunca tutunacak dal kalmadığını, intiharı çabuklaştırdığı sorgulanmıyor.
Nitekim baba da, “Evladımı intihara cemaat değil, ateizm sürükledi” demekte.
Enes baba ocağında, arkadaş evinde de intihar edebilirdi.
Ahali, bir genç niçin canına kıyardan çok, ortama takılı kaldı.
Bağcıyı dövme kararı aldı.
Oysa aynı ahali, o cemaat kendilerinden olsaydı, “Hasta çocuğunu niye bize yolladın” diye babaya hesap soracaktı.
Bir de hepimizin yaptığı en büyük hata, okuyamadığımız zor bölümleri çocuklarımızı okumaları için zorlamaktayız.
Zaten anaokulundan beri rekabet üzerine sınavlara sokulan çocuk sosyalleşememekte, yaşamda düşe kalka yol almakta.
Lakin çocuğun yakasını bırakmayız.
İlle bizim istediğimiz bölümü okuyup bitirecektir.
14 yıllık jinekoloji doktoru bıraktı gitti, İsviçre’de bir kebapçıda soğan soymakta, böyle daha mutluyum demekte.
Enes Kara hakkında bütün bu nedenleri görmezden gelenler, cemaat yurduna takılmakta.
Elbet inanmayan birine zorla namaz kıldırılmaz, dinimizde baskı yok.
Kimsenin elinde sihirli değnek yok, bir çocuğun zorla inanmasını ne aile ne de cemaat sağlayabilir.
Fakat daha anlayışlı arkadaşları, daha kaprissiz hocaları onu yalnız bırakmasaydı, ona ateizmi aşılamasalardı Enes, hayattan kopmayacaktı.