Birleşik Amerikalı aktivist Rachel Corrie’nin 16 Mart 2003’te Gazze Şeridi’nde İsrail Savunma Gücü’ne (IDF) ait bir askeri buldozer ile henüz 23 yaşındayken feci şekilde öldürülmesi hâlâ hafızalardadır. O gün İsrail ordusu Refah’ta Filistinlilerin evlerini yıkarken Rachel Corrie bir ekskavatör ile askeri buldozerin arasında kalmış, yaralı olarak hastaneye kaldırılsa da hayatını kaybetmişti. Aslında Rachel, İsrail tarafının iddia ettiği gibi, Samir Nasrallah adlı bir eczane sahibinin evinin yıkılmasına engel olmuyordu (ev zaten bir önceki gün yıkılmıştı), sadece İsrail güçlerinin saldırılarını protesto ediyordu.
Bu hadiseden birkaç ay önce de Iain Hook (1948-22 Kasım 2002) isimli bir İngiltere vatandaşı yine IDF güçlerinden bir keskin nişancı tarafından vurularak öldürülmüştü. Hook, Birleşmiş Milletlere bağlı Ortadoğu’da Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na (UNRWA) bağlı olarak Batı Şeria’daki Cenin Mülteci Kampı’nın yeniden inşa projesinin başındaydı.
O gün İsrail güçleri ile Filistinliler arasındaki çatışmalar sürerken güya elindeki cep telefonunu silah zanneden bir keskin nişancı tarafından öldürülmüştü. Rachel Corrie’nin katledilmesinden iki ay sonra bu sefer Gallerli bir film yönetmeni James Miller (1968-2 Mayıs 2003) yine Gazze Şeridi’nde bir belgesel çekimi sırasında IDF güçleri tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybetmişti. Uluslararası film festivallerinden pek çok ödül almış Miller’in ölümü de diğerleri gibi ortada herhangi bir tehdit olmadığı halde İsrail askerlerince hedef gözetilmeksizin açılan ateş sonucu gerçekleşmişti.
Geçtiğimiz Çarşamba (11 Mayıs) sabahı önce uluslararası haber ajanslarına sonra da yerli haber bültenlerine düşen bir haberde yine Filistin’de bu sefer Filistinli bir gazetecinin IDF keskin nişancılarından birisinin açtığı ateş sonucu başından vurularak öldürüldüğünü öğrendik. Şirin Ebu Akile (3 Ocak 1971-11 Mayıs 2022) Kudüs’te aslen Beytüllahimli Hıristiyan bir ailede dünyaya gelmişti.
Eğitimine Ürdün’de mimarlık üzerine başlasa da daha sonra fikir değiştirerek gazetecilik bölümünden mezun olmuştu. Radyo Monte Carlo ve Filistin’in Sesi gibi kanallarda çalıştıktan sonra 1997 yılından itibaren Al Jazeera kuruluşunda gazeteci olarak çalışmaktaydı.
Yani, hayatını Doğu Kudüs’te IDF’in öldürdüğü insanları, onların dramlarını, İsrail’in haksız istila ve işgalini, daha doğrusu İsrail zulmünü tüm dünyaya avazı çıktığı kadar haykırarak anlatmaya çalışarak geçiyordu.
Hikâyelerini anlattığı diğer masum insanlar gibi 11 Mayıs günü üstelik televizyon haberlerinde alışkın olduğumuz mavi renkli ve üzerinde kocaman PRESS (BASIN) yazan bir çelik yelek ve başında kurşungeçirmez bir kask olduğu halde İsrail kıyımından kaçamayacağını nereden bilebilirdi? 51 yaşındaki Ebu Akile yine yerli halkı rahatsız eden rutin İsrail uygulamasını bu sefer Cenin Kampı’ndan televizyon kanalına haber olarak geçerken başında kurşungeçirmez kaskı olduğu halde dikkatle nişan alan bir keskin nişancının kulağının arkasından vurarak ölümüne sebep olmuştur.
Batı Şeria’da IDF’in her zamanki “teröristleri etkisiz hale getiriyoruz” bahanesi ile sivil halka karşı saldırgan tutumlar sergilerken çıkan küçük çaplı bir çatışmada gazeteci Ebu Akile öldürülmüştü. Bu ölümle ilgili olarak elbette yine her zaman olduğu gibi İsrail tarafı suçlamaları hemen reddetmiş ve suçu Filistinlilere atmaya çalışmıştır. Olayın hemen ardından İsrail Dışişleri Bakanlığının resmi Twitter hesabından, “Filistinliler, rastgele açtıkları ateş sonucu Al Jazeera için çalışan gazeteci Şirin Ebu Akile’yi vurmuş olabilirler” gibi bir açıklama yayınlamıştı. Tabii burada Ebu Akile’nin aynı zamanda bir Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı da olması onları böyle bir paniğe sevk etmiş olabilir. Zaten Washington Post gazetesi de hadiseyi “Amerikalı gazeteci İsrail güçleri tarafından vuruldu” şeklinde vermişti (11 Mayıs 2022). Öldürülen binlerce masum Filistinli için hiç böyle panik olmayan İsrail devleti bu sefer kendilerini savunmaya geçmişlerdi.
Hele İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’in Twitter hesabından yaptığı, “Gazeteci Şirin Ebu Akile’nin üzüntü veren ölümüyle ilgili olarak Filistinlilere ortak bir patolojik tahlil önerdik. Çatışma alanlarında çalışan gazeteciler korunmalıdır ve hepimizin hakikati öğrenme sorumluluğumuz vardır” açıklaması gerçeğin gizlenmesi yönünde çok da anlamlı olmayan bir teşebbüstür. Zira olayın görgü tanıkları vurulma esnasında bir çatışma olmadığı, hele İsrail tarafının iddia ettiği gibi Filistin tarafından rastgele silah atışı filan olmadığı yönündedir. Yine İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz da yaptığı açıklamada gazetecinin ölümünden üzüntü duyduğunu ama Filistinlilerin Ebu Akile’nin başından çıkarılan mermiyi balistik inceleme için kendilerine vermediğinden şikâyet etmişti. Öte yandan Filistin otoriteleri adli tıp tahlillerinin tarafsız mercilerce yapılmasını talep etmektedir. Kaldı ki cenaze töreninde yaşananlar da İsrail’in samimiyeti(!) ile ilgili gereken bütün verileri dünyanın gözleri önüne sermiştir. Cenazeye katılanlara uygulanan polis şiddeti, tabutun neredeyse yere düşmesine varacak kadar ileri götürülmesi başlı başına bir ibret vesikasıdır.
İsrail Başbakanı Naftali Bennett’in 11 Mayıs tarihli İbranice sıralı Twitter postları da cinayeti inkâr çabalarını açıkça göstermektedir.
Yetmiş yıldan fazla bir zamandır ülkelerini işgal eden ve onlara hemen hiçbir temel insani hakkı layık görmeyen bir rejimden adil bir hukuki karar çıkabilmesi hiç beklenmemektedir.
Yazının en başında örneklerini verdiğimiz diğer cinayetlerde ve yine Mavi Marmara filosunda meydana gelen katliamlar, haksız ve hukuksuz uygulamalarda olduğu gibi sözde incelemeler ve mahkemeler uzun bir sürece yayılarak dünya kamuoyunun tepkisinin üstesinden gelinmeye çalışılacaktır. Fakat sadece Müslümanlar, Araplar ya da Türkler değil, bütün bir insanlık tepkisini gösterip olaylara dur deyinceye kadar bütün bu haksızlıklar ve zulümler devam edecektir. Rachel Corrie’nin sık sık tekrarlanan, “Zulüm bizdense ben bizden değilim” vicdani sesi taraflı-tarafsız tüm zihinlerde yankılanmadan İsrail vahşet ve zulmü bitmeyecektir.
Al Jazeera’yı (Arapça) seyreden herkesin yüzüne ve sesine aşina oldukları, Ebu Akile’nin hele verdiği haberin sonunda başını hafifçe öne eğerek, “Ene Şirin Ebu Akile” diyerek bitirmesi de herhalde izleyicilerin hafızasından uzun süre silinmeyecektir.