Endülüs´ün sosyal yapısından bahsettikten sonra biliminsanlarına kısaca değinmiştik. Ancak iki kişiyi özel ve daha geniş olarak ele almanın gerektiğini ifade etmiştik.
Bunlardan ilki İbn Haldun.
İbn Haldun aslında Tunus´ta doğmuş (1332) bir alim. İlmi çalışmalarının başlangıcıKuran´dır, hafızlık yapmıştır. Dedesinin sarayda vezir olmasından dolayı İbn Haldun çokiyi bir eğitim almıştır.
Arapça, Hadis, Fıkıh, Kelam, Mantık, Matematik ve Felsefe ilimlerini çok değerlihocalardan öğrenmiş, ayrıca İbn Sina, İbn Rüşd ve Fahreddin Razi´nin eserleriniokumuştur. (Evet, kronolojik açıdan İbn Rüşd´ü ele almamız gerekirdi ama onu bilimselönemine binaen sonraya bıraktık).
İbn Haldun´un ailesi (Beni Haldun) birkaç nesil boyunca Endülüs´te Carmona ve Sevilla bölgelerinde yaşamıştır. Bizim İbn Haldun´u Endülüs bilim insanlarıkategorisine almamızın sebebi de bu. Çünkü kendisi de bir dönem Endülüs´te bulunmuş, çalışmış ve bilimsel faaliyetler yapmıştır.
İbn Haldun deyince akla ilk gelenler Tarih ve Ümran´dır.
İbn Haldun´un Tarih bilimine katkısını İngiliz tarihçi Toynbee´nin şu sözündenanlayabiliriz: ?Herhangi birzamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihintarafından yaratılmış en büyük tarih felsefesinin sahibi.?
İbn Haldun´un ?Ümran? diye tanımladığı, bugünkü manada anladığımız ?Sosyoloji? bilimidir. Ümran ilmine giden yolun aslında Tarih biliminden geçtiği konusunda biliminsanları ortak fikirdedir.
O´nun ?Ümran´a ulaşmasının zorunlu bir sonuç olduğu bile ifade edilmiştir. Çeşitli AlmanSosyoloji bilim insanları da bu görüştedir. Bizim yakından tanıdığımız Cemil Meriç hocada aynı şekilde düşünerek şunu ifade etmiştir: ?Ümranın keşfi, tarihten tesadüfü kovanbir ihtilaldir. Çünkü o, ?Ümran´ ilmini tesis etmiş, tarihin karanlıklarını aydınlatmaya, maziyi örten yoğun hurafe ve efsane bulutlarını dağıtmaya çalışmıştır.?
İbn Haldun´a göre Ümran, bayındırlıktır yani dünyanın ve insanlığın bayındırlığı.
Ümran dediği şeyin üç özelliği vardır: Tabiidir; insan, toplum içinde yaşayan bir varlıktırve bu tabii bir durumdur. Organiktir; yani insanların oluşturduğu toplumgelişmek zorundadır. Fonksiyoneldir, toplum içinde ihtisaslaşma başlar ve bu gelişir vemeslekler-uzmanlaşma oluşur.
Ümran adı verilen bu yeni bilimde araştırılması gereken konuları da sıralamıştır:
Geçmişte yaşamış olan insanların toplum oluşturmaları, yaşayışları, toplumda oluşandeğişiklikler ve nedenleri, toplumlar ve yönetim, yönetimlerin toplumları idareetme şekilleri, yönetimlerin devlet olmaları, gelişmeleri ve yıkılışları, üretim ve tüketimintoplum üzerinde ve toplumun bunlar üzerindeki etkileri gibi.
İbn Haldun´un Tarih´ten Ümran´a varması, bir bakıma onun ?nedensellik´i kullanarak, geçmiş insan toplulukları ile bugün arasında bağlantılar kurarak? toplum yasaları-toplumsal yasalar? bulmaya çalışması ve bulmasıdır.
O´na göre Ümran, bedevi ve hadari olarak ikiye ayrılır. Bedevi Ümran, bedevilik, çöl vekırsal hayattır.
Hadari Ümran ise yerleşik hayat, yani şehirliliktir.
Toplumlar sürekli bir değişim ve çatışma halindedirler. İnsan, toplumsal bir varlıktır vebir arada yaşamaya zorunludur. Bunun sebebi de dayanışmaya ihtiyaçtan kaynaklanır. Doğal zorluklara karşı koyabilmek için insanlar dayanışma içinde olmuşlar ve böylecetoplumlar oluşmaya başlamıştır.
Bedevi ve hadari toplumların özelliklerinden de bahseder.
Bedevi-Göçebe toplumlar savaşçıdırlar, aralarındaki bağ kuvvetlidir. İbn Haldun burada?Asabiye? kelimesini kullanır. Zenginleşen göçebe toplumlar yerleşik hayat kurarlar ya da yerleşik hayatı olanları yenerek onların yerine geçerler. Son zamanlardaki orta sınıfdeğişimini, iktidara yakın olan zümrenin yeni orta sınıfı oluşturmasını da böyle açıklayabiliriz. Bugün savaş sistemi seçimler diye düşünürsek, bu savaşıkazananlar söz sahibi olmakta ve belirleyici güç durumuna yükselmektedirler.
Yerleşik toplumlar zamanla gevşemeye başlarlar, zevk ve yozlaşma hızla artar.
Toplumların gelişimi ve devletin oluşması da O´nun için önemlidir.
İbn Haldun ?Asabiye´den sıkça bahseder.
Asabiye, akrabalık bağı ile başlar. Toplum genişledikçe, akrabalık bağından ziyadekabilesel ve toplumsal bağ daha önemli hale gelir.
Toplumların yerleşik düzene geçmesi ile de ?devlet? dediğimizyapı oluşur. İbn Haldun, burada Asabiye´nin yeterli olmadığını ve ?merkezi baskı ve kontrol aracı?nın önplana çıktığını ifade eder ve bu da devlettir.
Toplum ve devlet farklı şeylerdir: Toplum, insanların birbirlerine yardım etmelerizorunluluğundan doğmuştur. Devlet ise, insanı hemcinslerinin saldırı ve zulmünekarşı koruma gereğinden doğmuştur.
İbn Haldun, devleti elinde bulunduran hükümdarlığın özelliklerinden de bahsetmiştir. Bunları da beş safhada ele almıştır:
Birincisi: Yönetimde olanlar, halk ile birlikte hareket ederler, zafer kazanırlar ve devletoluşturulur ya da elde edilir.
İkincisi: Rakipler ya da rakip olabilecekler ortadan kaldırılır ve iktidar sağlamlaştırılır.
Üçüncüsü: Bolluk dönemidir. Yönetenler ve yönetilenler bolluk içinde yaşarlar.
Dördüncüsü: Daha öncekilerin yolları takip edilerek barış ve bolluk korumaya çalışılır.
Beşincisi: İsrafın yaygınlaştığı, zevk ve rahatlığın şımarıklık boyutlarına ulaştığıdönemdir. Bu dönemde kurumlarda gevşeme artar, ordu zayıflar ve devlet yıkılmanoktasına gelir.
Görüldüğü gibi İbn Haldun, geçmiş toplumları inceleyerek tespitlerde bulunmuş vebunları yasalaştırmaya çalışmıştır. O´nun tutarlı olmasının sebebi, bizim de daha önceifade ettiğimiz gibi, İnsan´ın her zaman aynı insan olmasıdır.
Zamanlar, dönemler, yönetimler değişse de, insan dediğimiz varlık değişmemiştir. İhtiyaçları, zaafları, yönetme ve hükmetme isteği, gelişmeyle beraber başlayan rahatlıkve şımarıklık ve sonrasında yozlaşma.
Günümüzde yozlaşmadan, lümpenleşmeden fazlasıyla bahsedilmekte. Bu, yeni olan birdurum değil, tarih boyunca insanlar aynı süreçlerden geçtiler.
Belki de bu yüzden denmemiş midir: ?Tarih, tekerrürden ibarettir?.
?Tarihin tekerrür etmemesi için hayatın dinamikliğine uyum sağlayarak değişime açıkolmak, samimiyet ve insani öz değerlerden ödün vermemek gerekiyor?diye düşünüyorum.
Sevgi ve Bilgiyle kalın