Siyaset mi vatandaşı cesaretlendirir yoksa vatandaş mı siyaseti?
Şimdi, Orta Doğu gibi ülkem siyaseti de yeniden harmanlanırken “nereden çıktı bu soru” diyebilirsiniz. Bu soruyu bana sorduran, gelişmeler karşısındaki büyük sessizlik.
Sahaya inip masada ABD-Rusya’yla yaptığımız ve tüm tarafların çok çok memnun olduğu anlaşmalardan elbette bahsetmiyorum.
ABD Başkanı Trump’ın “Bir Delinin Günlüğü” tadında yazdığı mektubu gündeme getirmeye gerek bile yok. Lakin medyamızın ünlü yorumcularından öğrendiğimize göre aslında bu mektubun sızdırılmasının temel hedefi, Trump’ı kendi iç kamuoyu önünde zor duruma düşürmekmiş.
Bir tık ileri gidip bu mektubu aslında Trump kaleme almamış. Uyku ile uyanıklık arasındaki bir hal durumunda aşka gelip karalayıvermiş. Kendine geldiğinde ise mektup Beyaz Saray tarafından çoktan postalanmış ve artık yapacak bir şey yokmuş.
Yoksa can ciğer kuzu sarması Trump, bizi gerçekten çok severmiş, hatta şimdiden ilk görüşmede pişmanlıklarını iletmek için çalışıyormuş. Anlayacağınız Trump, kendini affettirmenin derdine düşmüş. Kırmızı bültenle aranan bir terörist ile yaptığı telefon görüşmesi, zaten bir teferruat.
Trump’ın olmayan sevgisini kendisine havale ederken; asıl derdim giderek içine kapanan ve korku iklimine duçar olan siyaset-vatandaş ikilemi.
Birbirinden cesaret elektriği alması gereken siyaset ile vatandaşın dünyalarının ayrılık rüzgârına teslim olduğuna şahit oluyoruz. Vatandaş, ekonomik krizle, tabii kimine göre öyle bir şey yok, boğuşurken; siyaset ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın baskın politikaları karşısında nefes almaya çalışıyor.
Mağdurun yanında, haksızlığın, adaletsizliğin, hukuksuzluğun karşısında yer alması gereken siyaset, maalesef iktidarın yanında yer almayı kendine vazife edinmiş gibi duruyor.
KHK ile polislikten ihraç edilen ve 16 ay hapis yattıktan sonra vatani görevini yerine getirirken şehit düşen Zekeriya Altunok olayı, siyasetimizin ne kadar gündeminde?
Üstelik bu ne ilk ne de sondu. Bir iki geçiştirmelik açıklama dışında konuyu ele alıp enine boyuna inceleyen oldu mu?
Ya da yeni parti kurma çalışmaları yürüten AK Parti’nin başbakanlarından Ahmet Davutoğlu’nun İstanbul Bahçelievler’de tuttuğu parti ofisinin mühürlenmesine hangi muhalefet partisi tepki gösterdi veya gündeme taşıdı?
Davutoğlu’nun kurucusu olduğu Bilim ve Sanat Vakfı’na bağlı İstanbul Şehir Üniversitesi’nin tüm varlıklarına Halkbank’ın tedbir koymasını duydunuz mu? Hangi muhalefet partisi Meclis Grup Toplantısında gündeme getirdi?
Yaşadık, işledik ve defterin diğer sayfasına geçtik. Yoksa hayat felsefemiz “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mı oldu?
Sanki olayların magazinsel boyutları daha çok ilgimizi çekiyor.
Bir başka yeni parti kurma çalışması yürüten, AK Parti’de bir dönem ekonominin kaptanlığını yapan Ali Babacan’ın bu kadar sessiz kalmasını nasıl yorumlayacağız? Bir röportajı dışında kendisini sahnelerde göremedik. Bu sessizlik yoğun mesaisinden olabilir mi? Peki, konuştuğu vakit, bağımsız ve tarafsız medyamızın sorgulamasından ürküyor olabilir mi?
Sahipsizlik mi yoksa korku iklimi mi?
Madem bu partiler, kurulduğunda bir başarı göstermeyecekse, iktidar partisi ve ortağı öyle düşünüyor, o zaman üstü kapalı yapılan bu baskılamalar neden?
Bu yazdıklarımdan lütfen şu anlaşılmasın: Bu insanlar parti kuracak ve ülkemiz uçuşa geçecek.
Hayır, asla böyle bir beklentim yok. Asıl derdim, ülkenin içinde bulunduğu halin iyi olmadığını öne sürerek yola çıkanların, ülkenin ‘ateşten gömlek’ diyebileceğimiz bir süreçten geçerken olumlu veya olumsuz bir fikir beyan etmeyip sessizliğe gömülmeleri.
Yoksa hep birlikte korku tünelinde seyahat ediyoruz da haberimiz mi yok?
Bu sessizliğin esaretine vatandaş da girmiş durumda. Vergi paketi Meclise sevk ediliyor ses yok, zamlar birbiriyle yarışıyor yine derin bir sessizlik. Yoksa vatandaş da işi suyun akışına mı bırakmış da sandığı mı bekliyor?
Konuşan toplum, suskun toplumdan her zaman iyidir.
Metropoll Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Özer Sencar, yaptıkları son anketi açıkladı. Ankete katılanların “Bugün seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusuna yüzde 33.2’si AK Parti, yüzde 20.3’ü CHP, yüzde 9.9’u HDP, yüzde 8.8’i MHP, yüzde 8.7’si İYİ Parti cevabını verdi.
Ankette kararsızlar, sandığa gitmeyecek olanlar ve cevap vermeyenler dağıtıldığında AK Parti yüzde 40.2, CHP yüzde 24.5, HDP yüzde 12.0, MHP 10.7, İYİ Parti 10.5 olarak belirlendi.
Yazdıklarıma elbette itiraz edenler olabilir. Ancak ne söylediğinizden ziyade nasıl anlaşıldığınız, nasıl algılandığınız önemlidir.
Ülkemizde demokrasi, hukuk, insan hakları, ifade özgürlüğü zirve yapmış diyebilirsiniz, hatta bu yönde siyaset de geliştirebilirsiniz. Fakat insanlar sizin söylemlerinizden çok eylemlerinize bakar. Uygulamada bu söylediklerinizin bir karşılığı yoksa o zaman güvenirliliğinizi de kaybedersiniz.
Ulpianus şöyle diyor: “Hukukun buyrukları şunlardır: Dürüst yaşamak, başkasını zarara uğratmamak, herkesin hakkını vermek.“
Konfiçyus ise “Adalet bir kutup yıldızı gibi yerinde durur. Geri Kalan her şey onun etrafında döner” der.
Gelişmek, ilerlemek ve söz sahibi olmak istiyorsak işe adaletten başlamalıyız.