2019’un son günlerinde, mesajlarımızla 2020 için umut depolamaya çalışırken, yeni yılın daha ilk bir haftası dolmadan kara bulutlar üzerimizde dolaşmaya başladı.
Zulmün kol gezdiği bir dünyada, adalet umut etmiştik. Gelen yılın geçen yılı aratmaması için ellerimizi Sema’ya kaldırmıştık. “Savaş değil hep barış olsun” diye dua etmiştik. Ama nafile, kader ağlarını örüyor. İnsanoğlu’nun hırsı, ateş topunu dolaştırıyor.
Nede olsa cenazesinin nasıl gömüleceğini dahi bilmeyen ve bunu bir kargadan öğrenen insanoğlu, kibir ve gururu yüzünden şimdi kargayı beğenmiyor.
2020, 2019’u aratacak gibi görünüyor.
Başı ve sonu belli olmayan bir muallâklıkta hazırlanan Libya tezkeresi, AK Parti ve MHP’nin oylarıyla Meclis’te kabul edildi. Tartışılmadan, önü ve arkası düşünülmeden kabul edilen tezkere ile Mehmetçik Libya yolcusu.
Amacı zaten biliyorsunuz; Suriye’de elde ettiğimiz büyük başarıları Libya’da da tekrarlamak. Sahada güçlü olan masaya yumruk atıyor ya; ondan işte.
Türkiye, özgür basınıyla kabul edilen Libya tezkeresini daha tartışamadan ABD, Orta Doğu’yu cehenneme çevirecek bir adım attı. Aslında sadece Orta Doğu’yu değil dünyayı ateş çemberine soktu.
İran Devrim Muhafızları Ordusuna bağlı Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Başkan Yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendis, Bağdat Havalimanı yakınına düzenlenen saldırıda öldürüldü.
Her ne kadar ABD Başkanı Trump, “Bir savaşı başlatmak için değil, savaşı durdurmak için bu adımı attık” dese de, İran intikam yeminini çoktan etti.
Bu karanlık ortamda yapılan sağduyu çağrılarının bir karşılığı olur mu; bilinmez. Herkes kendi heybesini doldurmanın derdinde.
Tarih kitaplarında yazılana göre “Avusturya Arşidükü Franz Ferdinand’ın bugünkü Bosna Hersek’in Saraybosna şehrine yaptığı ziyarette Sırp milliyetçi Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi” 20. yüzyılın en büyük felaketlerinden biri kabul edilen 1. Dünya Savaşı’nın başlamasının sebebi kabul edilir.
Oysa o safhaya gelene kadar yaşanan onlarca hadise, savaşın zeminini oluşturmuştu. Ferdinand’ın öldürülmesi, bardağı taşıran son damlaydı.
Günümüzde de aslında 3. Dünya Savaşı’nın kilometre taşları çoktan döşendi. Savaşın meyvesi çoktan olgunlaşmıştı. Arap Baharı yalanıyla Orta Doğu’ya serpilen nifak tohumları, sadece yüz binlerce insanın hayatına mal olmadı, aynı zamanda cehennemin de temsili mekânı oldu.
Kurt, kuzuyu yemeye bir kere karar vermişse, “gözün üstünde neden kaşın var?” saçmalığıyla bahaneler üretebilir. Şu an yaşadıklarımız da bundan ibarettir.
Orta Doğu’da paylaşılmak istenen bir petrol var ve bu paylaşım sırasında insanların canları asıl unsur değil yan unsur. Bir kıymeti yok.
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!”
Ticaret mantığıyla ülkesini yöneten Trump’ın başında olduğu Amerika’nın yaptığı ise 3. Dünya Savaşı’nın olgunlaşan meyvesinin ağaç dalından düşmesi için küçük bir esinti oluşturmaktı. Bunu da başarmış görünüyor.
Artık herkes diken üstünde.
ABD ile Rusya’nın arasında sıkışıp kalan Türkiye’nin “bu cehennemden biran önce çıkması gerekiyor” diyoruz. Fakat atılan adımlara baktığımızda, bırakın cehennemden kurtulmayı, ateşin merkezine yürümek için çabalanıyor.
Zaten “Sonunu çok aşırı düşünen de kahraman olamaz” denmiyor mu?
O zaman balıklama atlamada ne tür bir sakınca olabilir ki..
Hem beklenen Mehdi’ye ortamı da hazırlamak gerekiyormuş.
Adım adım hem 3. Dünya Savaşı’na hem de dünyanın sonuna yaklaşıyoruz. Umut edelim ki Allah akıbetimizi hayır etsin.
A’râf Suresi 155. Ayette şöyle deniyor: Mûsâ, kavminden, belirlediğimiz yere gitmek için yetmiş adam seçti. Onları sarsıntı yakalayınca (bayıldılar). Mûsâ, “Ey Rabbim! Dileseydin onları da beni de bundan önce helâk ederdin. Şimdi içimizden birtakım beyinsizlerin işledikleri günah sebebiyle bizi helâk mı edeceksin? Bu, sırf senin bir imtihanındır. Onunla dilediğin kimseyi saptırırsın, dilediğini de doğruya iletirsin. Sen, bizim velimizsin. Artık bizi bağışla ve bize acı. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın” dedi.