İlahiyatçı yazar Mustafa Kafadar Mehali Selefiliği Yazdı.
İslam’ın ilk doğduğu günden itibaren düşmanları hep çok olmuştur. Müslümanlar savaş meydanlarında zaman zaman yenilgiler alsa da daima nihai galibiyet Müslümanların olmuştur. Ama yaşadığımız şu son iki yüzyıl hariç. Çünkü bu dönemde asıl bizi yıkan düşman, gayri Müslimlerin güçlü ordularının işgalleri değil, mücadele ruhundan vazgeçiren yenilgi psikolojisidir.
Dış düşman bizi zayıflatır ama yıkamaz. Bunun için asıl tehlike dinin özüne yönelik tağyir ve tahrif hareketine kalkışan iç düşmanlardır. Küresel emperyalizm şu an İslam dünyasını kendilerine bağlı kukla yöneticiler aracılığı ile ellerinde tutmakta ise de geleceğinden çok endişelidir. Zira İslam’ın diriliş ruhu her an yeni bir kıyama ve yeni bir fetihler dönemini başlatmaya çok müsaittir. Bunun için içimizdeki kiralık kalemler eliyle dini değiştirme arzusundadırlar. Bu amaçla geçmişte İngilizlerin Hindistan’da ortaya çıkardıkları ve kısmen de başarılı oldukları İngiliz Kraliçesini kutsayan Kadıyanilik benzeri hareketleri her yerde oluşturma gayretindedirler.
Bunun en son örneği ise Medhali Selefilik’tir. Körfez ülkelerinin desteklediği bu hareket ilk kez 1990’ların başında Birinci Körfez Savaşı esnasında Amerikan askerlerinin Arabistan’a gelmesi için fetva vermeleriyle duyuldu.
Medhali Selefilik, Suudlu, Rebi Medhali’ye atfen bu adla anılmakta ve emperyalistlerin bir maşası, ileri karakolu gibi çalışmaktadırlar. Dünyanın her tarafından da gençler bu harekete katılmaya teşvik edilmektedir. Özellikle Müslüman Kardeşler Harketi’ne karşı açıkça düşmanlık yapmaktadırlar. Çünkü ihvan her yerde emperyalist ülkelerin çıkarlarının karşısında durmaktadır. Mısır’da halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olan merhum Muhammed Mürsi’nin de selefilerin desteğiyle devrildiğini unutmayalım. Şuan Yemen’den Libya’ya her yerde çatışma bölgelerinde bu selefi akımlar tağuti rejimlerden yana tavır koymakta, Suriye’de Esad’ı, Mısır’da Sisi’yi, Libya’da CİA generali Hafter’i “ulu’l emr” (meşru devlet başkanı) olarak kabul etmekteler.
Medhali Selefiler “Kim mütegallibe olura (zorla iktidarı ele geçirirse) ona itaat etmek farz olur. Hatta Papa bile iktidarı ele alırsa ona itaat edilir” diyorlar. Hâlbuki kâfirlerin mü’minler üzerinde asla velayet hakkı yoktur. Müslümanlara idareci olacak bir kişide aranan ilk şart Müslüman olmasıdır. Bırakın idareciliği, İslam devletinde gayri Müslimler askere bile alınmaz. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermez.” (Nisa, 141) “Mü’minler, diğer Müslümanları bırakıp, inkârcıları veli (önder) edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek tehlikeden) korunmanız başka...” (Âl-i İmran, 28)
Bugün emperyalist işgalcilere yeni bir alan açılmasın diye Mehmetçiğin Libya hükümetine verdiği destek güzel ama yetmez. Zira Libya’da camilerde maalesef bu medhali selefiler hâkim. Libya’nın her tarafında oldukları gibi başkent Trablus camilerinde dahi bu hareket mensup imamlar görev yapmaktalar. Zira bunları devrik lider Kaddafi, kendisini desteklemeleri için getirip Libya camilerine yerleştirmişti. Ama yine onların ihanetiyle öldürüldü. Çünkü bunlar emperyalistlerin maşalarıdır.
Trablus’ta oturan Reisu Hey’eti’l Ulema (Libya Âlimler Heyeti / Diyanet İşleri Başkanı) Muhammed el-Abbani de, Medhali selefiliğin kurucusu Rebi el-Mehali’ye bağlıdır. Nitekim bu zat yani M. El-Abbani kendi Twetter hesabından şu açıklamayı yapmıştır: “Faziletli Şeyh Rebi b. Hadi el-Mehali ile -Allah onu korusun- bereketli evinde 23 /12/2019 tarihinde ziyaret ettim ve kendisinin Trablus savaşı hakkında değerlendirmeler yaptık.”
Muhammed el-Albani Trablus’a döndükten sonra da halka şu çağrıyı yapıyor: “Hafter’e karşı savaşmayın. Ona karşı çıkmak fitnedir. Hafter İslam’da kardeşimizdir. Evlerinizde oturun.”
Trablus’ta meşru yönetimi saflarında insanların savaşmasını fitne sayan bu hareket, Bingazi ve çevresinde ise Hafter saflarında meşru hükümete karşı savaşmaktalar. Bunlar Yemen’de de aynı oyunu oynamaktalar. Klasik medrese ve eğitim kurumlarını bombalamakta, âlimlere suikastlar düzenlemekte ve yerlerine kendi adamlarını yerleştirmektedirler.
Bütün bunlar gösteriyor ki; gerek devlet eliyle ve gerekse CANSUYU, İHH, İDDEF, HÜDA-İ VAKFI gibi vakıf ve dernekler vasıtasıyla Afrika, Arap ülkeleri, Balkanlar, Kafkaslar başta olmak üzere nereye gidilirse gidilsin mutlaka buralarda gıda ve tıbbi yardımın yanında bu ülkelerde geçmişten beri varlığını sürdüren mutedil, dini eğip bükmeyen, bir yerin adamı olmayan, asırlardan beri halkın içinde yaşamayı başarmış -örneğin Libya’da Senusilik gibi- tarikat ve ilim havzaları desteklenmeli, yok olmasına göz yumulmamalıdır. Zira emperyalist kâfirlerin son 40 yıllık işgal girişimleri hep kendileri için felaketle sonuçlandı. Sovyetler, Afganistan’ı işgal etti battı. ABD Afganistan ve Irak’ı, yanına NATO ülkelerini de alarak işgal etti ama bin pişman oldu. Şimdi karizmayı çizdirmeden kaçmanın yolarını arıyor. Zira bu işgaller yüzünden süper güçlük vasfını kaybetmek üzere. İngiltere ve Fransa’nın ise artık böyle işlere kalkışacak takati yok. Onun için bundan sonra bizi, bizle savmaya çok ağırlık verilecek.
Bundan birkaç sene önce Tanzanya’da iş yapan bir iş adamı orada bir medreseyi ziyaret etmiş ve bakmış ki hem birçok öğrencide kitap yok ve hem de olanlar da Hindistan tarafından temin edilen ve gazete kâğıdına çok kötü bir baskı ile basılmış kitaplar. O kitaplardan birer numune getirdi ve Türkiye’de çok kaliteli bir kâğıda 1000’er nüsha bastırıp Tanzanya’ya gönderdi. Aslında bu örneklerin çoğalması lazımdır. Gerek medreselerin fiziki yapılarına, gerek öğrencilerin iaşe ve ibatelerine ve gerekse eğitim kitaplarına da destek olunmalıdır. Yoksa bir taraftan selefiler, bir taraftan Şiiler ortalığı kaplamakta ve her iki akım da arkada fitne ve kaostan başka bir şey bırakmamaktadır.