Emperyalizm içimizde!

Yusuf Ziya Cömert: "Bir zamanlar anti-emperyalisttiniz” dedi arkadaşım. Doğru söylüyordu. Öyleydik, ya da öyle sanıyorduk. “Şimdi durum ne?” O gün bir mukabelede bulundum. "

Emperyalizm içimizde!

Bir zamanlar anti-emperyalisttiniz” dedi arkadaşım. Doğru söylüyordu. Öyleydik, ya da öyle sanıyorduk.

“Şimdi durum ne?”

O gün bir mukabelede bulundum.

Ama bugün, hani psikiyatrlar insanların çocukluklarına gider de bazı sorunların kaynağını bulmaya çalışırlar ya...

Ben de emperyalizmin ne olduğunu bilmediğimiz zamanlara gidip, anti-emperyalizmin neye dönüştüğünü görmek istedim.

Haritalara bakmayı severdim, bilhassa çocukluğumda. 

Bildiğim bir kasabanın, köyün ismine haritada rastlamak tuhaf, ama hoşlandığım bir his verirdi.

Hülyalara dalabilirdim haritalara bakarak.

Haritaların yanında ölçekler yazılıdır. 1:10000, 1:50000.

Demek şu elimdeki haritaya 50 bin defa büyüttüğümde gerçek ölçülere ulaşacağım.

Hangi şehir daha büyük, hangi dağ daha yüksek, hangi deniz daha derin...

Siyasi haritalarda sınırlar daha belirgindir. Ülkeler, değişik renklere boyanmıştır.

Rusya, ne kadar da büyük!

Çin de, Amerika da çok büyük.

Sınırlar, ne kadar da aşılmaz!

Gidebilir miydim bir gün, haritada isimlerini gördüğüm ülkelere, şehirlere, denizlere?

Çin’e, Rusya’ya gitmeyi hayal etmek çok zor. Kapalı memleketler. Ya da bize öyle geliyor. 

Amerika da çok uzak. Nasıl hayal edersin ki gitmeyi?

Nasip oldu, gittim çoğuna.

Yakınlardakine de uzaklardakine de...

Belki çocukluğumda şimdiki gibi değildi. Her yer daha çok kendisi gibiydi.

Şimdi ne kadar çok benzedi dünyanın her tarafı birbirine?

Dünyanın neresine gitsen, aynı markalar.

Telefon markası, kahve markası, ceket, pantolon, tişört, gömlek markası, akaryakıt markası, bilgisayar, fotoğraf makinası markası, otomobil markası, otel markası, çarşı markası...

Hepsi bir.

Erzurum’da ve Prag’da, Seul’de ve Cidde’de, New York’ta, Sevilla’da, Kazablanka’da, Kudüs’te, Medine’de, Mexico’da...

Bu şehirlerden hangisinde isterseniz, Starbucks’a oturup kahve içebilirsiniz mesela. McDonald’s’tan hamburger yiyebilirsiniz, Pizza Hut’tan pizza...

Kokakola da içebilirsiniz. Mercedes’e, Ford’a da binebilirsiniz hepsinde.

Google, dinli dinsiz, siyah beyaz, zengin fakir, hepimizin Google’u.

Facebook’tan face, Twitter’dan twit, WhetsApp’tan app alabilirsiniz.

Onları yemediğinizi düşünebilirsiniz, ama yersiniz.

Twitter, geçenlerde Türkiye, Çin ve Rusya’dan 32 bin 242 hesabı kapatmış.

Türkiye’nin kısmetine de 7 bin 340 hesap düşmüş.

Söylentilere göre, bu hesaplar milli trollerimize aitmiş.

Ben trolden hoşlanmam. Kimin trolü olursa olsun. İster sağcı, ister solcu, ister Twitter’ın içinde, ister dışında, milli gayrı milli, fark etmez.

Twitter da babamın oğlu değil, el alemin kendi malı. Adam kendi malını istediği gibi kullanır.

Troller üzerinde de kullanma ya da kullanmama şeklinde bir tasarrufu tercih edebilir. Ben ne karışırım!

Tabii, çok tenkit ettiler Twitter’ı.

Niye böyle yapıyorsun, ifade özgürlüğüne aykırı falan filan dediler.

Öyle benimsemişiz, öyle ait olmuşuz ki... Daha önce o ifade özgürlüğünü verene sitem ediyoruz.

Sitem az geliyorsa, öfkeleniyoruz.

Öfkeleniyoruz ama, Twitter’ın bize uzattığı biberondan emmeye de hala çok istekliyiz.

Tabii ki Twitter bizi daha çok emiyor. Biz hepimiz -bunu daha önce de söylemiştim- onun personeliyiz.

Onun vatandaşıyız.

O’ndan, O’na sığınıyoruz.

(Biliyorum, bu dua dilidir. Ama ne yapalım, vaziyet bu!)

İşte öyle bir şey oldu anti-emperyalizm.

Bana anti-emperyalizmi soran dostuma, dedim ki...

Artık emperyalizmle birbirimize helal olduk. Her yol serbest.

Bitti anti-emperyalizm.